Araştırma-Eleştiri-İncelemeTarih

Tarık Zafer Tunaya – HÜRRİYET’İN İLÂNI

HÜRRİYETİN İLÂNI

İKİNCİ MEŞRUTİYET’İN SİYASİ HAYATINA BAKIŞLAR

BİRİNCİ BÖLÜM

İKİNCİ MEŞRUTİYET’İN SINIRLARI

1- İkinci Meşrutiyet ne zaman başlar?

 

10 Temmuz 1324 (23 Temmuz 1908): Tarihçiler, hukukçular ve sosyal konularla uğraşanlar, İkinci Meşrutiyet’in bu tarihte başladığını kabul etmişlerdir. Bu devrenin insanları, içinde yaşadıkları Osmanlı tarihinin bu son safhasına ”İlanı Hürriyet” (yani Hürriyetin İlanı) adını vermişlerdir. ülke içinde ve dışındaki hürriyet savaşlarının başarılı sonuçları bu tarihte alınmıştır. 1293 (1876) Kanunu Esasi’nin (Anayasa) yeniden yürürlüğe girmesi bu tarihte olmuştur. Saltanatın meşrutiyetçi (padişah iktidarını frenleyici) karakteri bu devrede kuvvetlendirilmiştir. Abdülhamit, rejiminin bitimini de gene bu tarih ilan etmiştir. Böylece, her yenilik hareketi gibi, 10 Temmuz hem bir başlangıç hem de bir sondur. 10 Temmuz’un önemi Yıldız Sarayı kadrosunun istibdatçı düşüncesinden Namık Kemal ideallerine geçişin ayırım noktası olmasındadır.

İkinci Meşrutiyet, bir bakıma, Jön Türklerin -memleket içi ve dışındaki hürriyet savaşçılarının- eseridir. 10 Temmuz’dan önceki olayların bazıları, siyasi düşüncenin  gelişmelerine yakından bağlıdırlar ve kurulması istenen rejimi açıklamak bakımından önemlidirler. Bunlar üzerinde durmak gerekir.

 

a- 23 Haziran 1908 Beyannamesi:

Olaylardan birisi, 10 Temmuz’dan kısa bir müddet önce, Manastır şehrinde sokaklara asılmış ve çeşitli devletlerin konsolosluklarına gönderilmiş olan beyannamedir (1). ”Osmanlı Terakki ve İttihat Heyeti İçtimaiyesi” tarafından ”gayrı meşru hükümetin” Manastır Valisi’ne bir muhtıra mahiyetinde olan bu vesikada açıklanmış olan ana fikirlere göre: Bugünün hükümeti (mutlakıyet sistemi) gayrı meşrudur. Terakki ve İttihat Cemiyeti’nin tek arzusu milletin açık ve meşru haklarını geri almak ve idare mekanizması başındaki ”süfeha”nın (sefihler) ihtiraslarına son vermekten başka birşey değildir. Fesat sistemi kurmuş olan bu kimseler bilmelidirler ki, Osmanlı İmparatorluğu ”bir millet ile o milletin timsali olan Padişahtan ibarettir. Bu ikisininin arasında alçaklara, şehvet esirlerine, rezillere, ikbal sarhoşlarına hususi bir yer yoktur. Kurulması istenen rejim sayesinde, milletle Padişah doğrudan doğruya temas halinde olacaklardır. İnsanlık ve medeniyet mahkemesinin temyiz edilmemek üzere verdileri karar budur. Bu kararın uygulanmasıyladır ki, cinayetler ve zulümler insanlık kanununun hükümranlığı altında yok edilmiş olacaklardır (2).

 

b- Rumeli mitingleri ve Yıldız’a telgraflar:

10 Temmuz’dan birkaç gün evvel, Rumeli şehirlerinde, birbirini saat ve dakika farkıyla takip eden toplantılar dikkati çekici mahiyettedirler. ”Firzovik Toplantısı” bunların ilki sayılabilir: Otuz bin kadar Arnavut tabaanın Kosova vilayetinde, Firzovik denilen yerde toplanarak Besa (yemin) etmeleri 7 Temmuz 1324 tarihini taşır. Camide verilen bu sözlü karardan, sonra ”Kosova Vilayeti Ahalisi kulları” tarafından Besa bir telgrafla Yıldız’a bildirilmiştir: İmparatorluk kendisini mahvetmek üzere olan tehlikelerle karşı karşıyadır. Firzovikliler ”namını ipka için çareler” aramışlardır. Tek çare 1293 (1876) Kanunu Esasi’sinin hükümlerine uyarak meşru meşveret (seçimli meclis) usulünün yeniden tesisidir. İstanbul’da acele olarak bir millet meclisi toplanmalıdır. Aksi takdirde, fiili harekete geçilecektir.

Kitle olayları, 10 Temmuz’dan evvelki birkaç gün içinde Rumeli’de zincirlenmiştir. Kosova, Selanik, Serez, İştip. Priştine’den çekilen telgraflar Yıldız’ı aynı mahiyetteki isteklerle sıkıştırmaktadırlar. Rumeli, hürriyet fikrinin sosyal sirayetinden kurtulamamıştır (3). Halkın hürriyetçi duygularının galeyanını meşveret doktrinine bağlayan bu vesikalar ve olayları etrafında döndüren genel istek, 1876 Kanunu Esasi’sinin tekrar yürürlüğe konmasıdır ve bir müeyyideye bağlanmıştır: Eğer bu istek yerine getirilmezse, ”Üçüncü orduyu Hümayunla beraber” maksadı elde etmek için Payitaht’a doğru harekete  hazırlanılmıştır (4). Yıldız, büyük çapta bir halk hareketi karşısında bulunduğuna inanmış, dehşet içinde kalmıştır. Bu durum, Osmanlı İmparatorluğu’nun ıslahat hareketlerine ilk defa olarak yeni bir unsur getirmiştir: Halk. Sayısı ne olursa olsun, Hürriyetin İlanı aşağından yukarı bir hareket hattına sahip olmuştur. Bu müşahede kendisinden önceki ıslahat olaylarıyla kıyaslayınca elde edilebilir.

 

c- Hürriyeti ilan eden nutuk, ”Ya Kanunu Esasi,  Ya Ölüm!”

Meşrutiyetin yeniden ilanı İstanbul halkını şaşırtırken (5), Manastır vilayetinin derhal ”Hürriyet” adı verilmiş olan meydanında, Mektebi Harbiye Ders Nâzırı Binbaşı Vehip Bey (daha sonra Paşa), çoktanberi beklenen hürriyeti 60 numaralı top arabası üstünde ”mukaddes ve muazzez vatandaşlar”ına ilk defa resmen ilan ve izah etmiştir (6). Nutuktaki ana fikirlerin tespiti, Meşrutiyetin sonraki siyasi olaylarına bulanmamış bir gayenin samimiyetini taşır. Meşrutiyet ne demekti? Kimler iktidardan uzaklaştırılacak, hangi müesseseler yıkılacaktı? Ve nihayet hürriyetin ilanı ile halk neler kazanabilecekti?

Osmanlı vatandaşları nesillerin bekledikleri cevapları ilk olarak Ders Nâzırının nutkundan dinlemişlerdir: Hürriyetin ilanı otuz bir senelik zulme son vermiştir. Uzun çabaların mahsulü olmuştur. Vatanın en namuskâr, en gayretli en hamiyetli hürriyetseverlerini zındanlardan kurtarmıştır. Aynı zamanda İslamın siyaset prensipleri gerçek değerlerini kazanacaklardır. Adalet, meşveret, müsavat (eşitlik) hürriyet ve uhuvvet (kardeşlik) bundan böyle gerçekleşme yoluna girmişlerdir. Nutuktaki şu fikir bilhassa dikkati çekmektedir: ”Kanuni Sultan Süleyman devrinden beri Padişah’la millet arasına çekilen kafes kırılmıştır.” San’a zindanlarında, Diyarbekir, Erzurum, Akkâ kalelerinde, Fizan’da sürgün hürriyet kahramanları kurtulmuştur. Ve Meşrutiyetin en hissi tarafı: ”Yetimlerimizin gözyaşlarını dindirecek, kimsenin hakkını kimseye kaptırmayacak bizi insan gibi yaşatacak meşru meşveret usulüdür ve bu isteklerimizi bütün halinde sağlayan Kanunu Esasidir…” Her ihtilal vesikasında tekrarlanan içtimai mukavele fikrini Osmanlı Meşrutiyeti de unutmamıştır: çeşitli unsurlar, birbirinin canını ve ırzını aynı şiddet ve asabiyetle müdafaa ve muhafaza etmeyi bugünden itibaren ”hırzı can” bilirler. Nutuktan sonra meydanda toplanan halk, Kanunu Esasiyi korumak için ant içmiştir.

Görüldüğü gibi, Meşrutiyet her şeyden evvel büyük kitleye manevi ve ahlaki bir olay olarak açıklanmak istenmiştir. İlk görünüşte, istenilen devlet sistemini topyekün değiştirmek değil, devletin sultani (monarşik) yapısında ıslahattır. Bir esaretten kurtuluştur. Fakat zındandan dışarı fırlamış olan insan şimdi ne yapacaktı?

10 Temmuz yeni bir devrenin, Osmanlı ferdi ve devleti için yeni bir hayatın başlangıcı olarak tarihimizdeki yerini almıştır (7). Bu tarihten itibaren, kendi yollarını yeni şartlar içinde aramak ödeviyle karşılaşmış olan Osmanlılar, bilhassa Türkler, bir hürriyet sarhoşluğu dehlizinden geçecekler, bir devir açmanın, bir hürriyet rejimi vücude getirmenin güçlükleriyle savaşacaklardır.

 

d- Hürriyetin resmen ilanı:

Bu kaynaşmanın baskısı altında, Abdülhamit yeni bir Sadrıâzam aramış, Sait Paşa’yı Kâmil Paşa’ya tercih etmiştir. Meclisi Vükelâ, Sait Paşa’nın tavsiyesi üzerine, Padişaha durumu bir mazbata ile bildirmiştir. 24 Temmuz 1908 (10 Temmuz 1324) tarihli bu Mazbata Yıldız’a çekilmiş olan telgraf sayısının 67’ye çıktığını belirtmiştir. Kan akmamasını ve memleket işlerine yabancıların karışmamasını sağlamak gayesiyle Kanunu Esasi’nin yeniden yürürlüğe girmesi anlamına gelen Meclis’in açılmasını, bunun için de genel seçimlere başlanması ve durumun vilayetlere bildirilmesini hükümet padişaha tavsiye etmiş ve bunun memleketin emniyeti bakımından zaruri bir tedbir olduğunu da ilave etmiştir. Padişah Mazbatadaki isteklerin yerine getirilmesini aynı tarihli İradei Seniyyesiyle ilan etmiştir. Padişahın Mebusan Meclisi’nin içtimaa davet edileceğini bildiren İradesi gazetelerle ilan edilmiştir. Rumeli’deki bayram havasının tam zıddı bir hava, şaşkınlık ve donukluk havası İstanbulluları sarmıştır. Otuz yıllık bir istibdat ve mutlak saltanatın sonunu ilan eden bu vesika ardından hürriyetçi tedbirler sökün etmiştir. Padişah siyasi suçluları affediyor, af yetkisini genişletiyor, hafiyeliği kaldırıyordu.

Abdülhamit asıl Meşrutiyet programını, Sait Paşa’ya yazmış olduğu ve 2 Temmuz 1908 (4 Recep 1326) tarihli Hattı Hümayununda belirtiyordu: Tanzimatı ilan eden Abdülmecit Osmanlıların bazı haklara layık olduğunu kabul etmişti. Kendisi de aynı Osmanlıların demokratik müesseseler kurmaya hak kazandıklarını kabul etmiş ve kendi isteğiyle (tarihai zatiyesinden) Mebusan Meclis’ini toplamıştı. Fakat bazı sebepler dolayısıyla, Kanunu Esasi’yi tatil etmiş Meclis’i kapamıştı. Şimdi ise yeniden açıyordu ve bir daha kapanmayacağını temin ediyordu. Zira o zamandan 10 Temmuz’a kadar gelişen fikirler ve temayüller sonunda memleketin meşruti bir idareye layık olduğu anlaşılmıştı. Fermanda bir çok hak ve hürriyetlerin tanındığı bildiriliyor ve basın sansür baskısından kurtarılıyordu. (*)

Otuz yıllık bir hapisten  sonra zindan kapısı böylece açılmış oluyordu. Zincirler kırılmıştı, hürriyete kavuşanlar artık kendilerini idare etmeliydiler.

 

2- İkinci Meşrutiyet ne zaman son bulur?

Bu soruyla, üzerinde pek uzlaşılamamış bir noktaya parmak basmış oluyoruz. Tarihçilerimiz ve hukukçularımız bu noktada kesin bir hükme varmış değillerdir. İkinci Meşrutiyet’in son buluş tarihi henüz bir açıklık kazanmamıştır. Bu bakımdan çeşitli tarihler teklif edilebilir: Mondoros Mütarekesi’nin imzalanması (30 Ekim 1918), İttihat ve Terakki Fırkasının son kongresi (5 Kasım 1918) İzmir’in işgali (15 Mayıs 1919), Sıvas Kongresi kararlarının ilanı (11 Eylül 1919), İstanbul’un işgali (16 Mart 1920)- Mebusan Meclisi’nin inikatların tehiri kararı (17 Mart 1920), Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışı (23 Nisan 1920), Sevr Muahedesinin imzalanması (10 Ağustos 1920), 1921 Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun kabulü (20 Ocak 1921), Saltanatın İlgası (1 Kasım 1922), Cumhuriyetin ilanı (29 Ekim 1923).

Acaba bu tarihlerden hangisi bir devletin hayatına son verme bakımından manidardır? Hangi tarihi, hukuki bakımından Osmanlı devletinin sonu olarak kabul etmeliyiz? Bu nokta henüz tartışılmış değildir. Kanaatimizce, sözü edilen tarihler arasında, hukuki ve siyasi bakımlardan uygunluk bulunmamaktadır. Anadolu hareketi Sıvas Kongresi’yle umumileşmiş, ”Heyeti Temsiliye” fiili ve kudretli bir hükümet organı hüviyetiyle Anadolu’ya hâkim olmuştu. Türkiye Büyük Millet Meclisi toplanıp aynı adı almış olan hükümeti kurunca, vergi salan, ordu kuran, kanun yapan, yabancı devletlerle savaşan ve barış müzakerelerine, ticaret münasebetlerine girişen bir organ haline gelmiştir. İstanbul hükümeti bu faaliyet karşısında aciz ve atıl kalmıştır. Fakat buna rağmen, bir tarafta (İstanbul’da) Halife- Padişah ve Heyeti Vükelâsı; bir tarafta da (Anadolu’da) Türkiye Büyük Millet Meclisi (İcra Vekilleri Heyeti dahil) vardı. bu ikiliğin son bulduğu tarih saltanatın ilga eden kararın tarihi olunca, hukuki bakımdan Osmanlı Devleti’nin son buluş tarihi sayılabilir (1/2 Kasım 1922). Siyasi bakımdan, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin kuruluşu kesin bir mahiyete sahiptir. Bu tarihten itibarendir ki, Meclis kendisini bütün mülki ve askeri makamların ve umum milletin mercii olarak ilan etmiştir (8). Böylece, Osmanlı devleti fiilen son bulmuş oluyordu. İnkılap kuruculuğu yetkilerine (salahiyeti fevkaladeye) de sahip olduğu kabul edilen bu Meclis vücude getirdiği 1921 Anayasası’yla milli hâkimiyet esasını bir temel siyaset kaidesi olarak ilan etmiştir (9). Daha sonra da 1 Kasım 1922 tarihinde saltanatı, ayrı bir kanunla değil fakat sözü geçen temel

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Mehmet Perinçek – Boryan’ın Gözüyle Türk Ermeni Çatışması

Editor

Ernst Werner – Büyük Bir Devletin Doğuşu Osmanlılar (1300-1481)

Editor

Tuncay Özkan – Mit’in Gizli Tarihi

Editor
Yükleniyor....

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası