Roman (Yabancı)

Aşk Kokan Çiçekler

ask kokan cicekler 5ed3ff526be6aSherryl Woods’un Romanlarına Övgüler
“Woods usta bir gönül çelen.”
—Publishers Weekly, Seaview Inn

“Kesinlikle okunmalı. Woods’un romanı arkadaşlığın kurtarıcı gücünün evrensel hikâyesini anlatarak gündemdeki son konulardan rahatça sıyrılıp yükselmeyi başarmıştır.”
—Publishers Weekly, Mending Fences

“Güneydeki küçük kasaba atmosferini anımsatan bu duygu yüklü hikâye birtakım ciddi mevzuları ele alır ve çeşitli düzeylerde okuyucuya iletir.
—Library Journal, A Slice of Heaven

“Sherryl Woods daima bir aşk hikâyesi anlatır. Hızlı, canlı…
—Jayne Ann Krentz

“Woods’un Sweet Magnolias serisine en son katkısı (Stealing Home’dan sonra) şüphesiz tutkunlarını memnun etmiş ve kanlı canlı karakterler, muhteşem diyalog ve can alıcı konularla yeni okurları cezbetmiştir.”
—Publishers Weekly, A Slice of Heaven

“Sherryl Woods akıl, zekâ, cazibe ve olağanüstü bir içtenlikle yazıyor.”
—Heather Graham

“Sherryl Woods karakterlerine derinlik, yoğunluk ve ölçülü bir mizah katmıştır.”
—Romantic Times BOOKreviews

“Sherryl Woods eşsiz yeteneğiyle insan doğasının derinliklerini anlama yetisini her bir sayfaya işlemiştir.”
—Carla Neggers

***

Sevgili arkadaşlar, Chesapeake Kıyıları’na ve uzakta da olsalar birbirlerine sıkı sıkıya bağlı O’Brien ailesine yeniden hoş geldiniz. Aşka Şans Ver’i okuduysanız onları bir araya getirmenin ne kadar güç olacağından haberdarsınız demektir. Benimse dağılmış bir aileyi toparlamaya çalışmaktan daha çok sevdiğim hiçbir şey yoktur. Bu kez, Chicago’daki bir bölge tiyatrosunda oyun yazarı olarak kariyerine oldukça parlak bir başlangıç yapan ortanca kardeş Bree O’Brien’ı tanıyacaksınız. Fakat artık Chesapeake Kıyıları’na geri dönmüştür. Kalbi paramparça, ruhu yaralı. Umut ettiğinin aksine tekrar aile ve arkadaşlarının arasına karışmak kendisine huzur vermez çünkü bir gelecek inşa etmesi için geçmişiyle yüzleşmesi gerekir. Eminim bütün kadınlar mesleği bahçe düzenleyiciliği olan Jake Colllins kadar çekici, dik başlı ve muhteşem bir geçmişe sahip olmak ister fakat çok azımız Bree ile onu ayıran türden engellerle başa çıkabilecek güçtedir.

Dahası, birbirlerine geri dönmek için verdikleri mücadeleler yeterince zor değilmiş gibi bir de Bree’nin annesi Megan ve babası Mick O’Brien, ailedeki ve Chesapeake Kıyıları’ndaki herkesin gözü üzerlerindeyken bir hayli çekişmeli ilişkilerini yoluna koymakla meşguldürler.

Umarım bu mükemmel sahil kentinin sakinlerinden birkaçıyla daha tanışmaktan keyif duyacaksınız. Ziyaretinizin tadını çıkarın ve bir kez daha gelmeyi planlayın. Kapımız size her zaman açık olacaktır.

Sherryl Woods

1

Bree O’Brien, değerli, koyu renk kumlara parmaklarını daldırıp bir avuç dolusu aldı ve kokusunu içine çekti. Bu gerçekti, son altı yıldır isim yapabilmek adına içinde uğraş verdiği bu dünya gibi yüzeysel değildi. Bahçe işlerinden anlıyordu. Bitkiler, tiyatro eserlerine benzemeksizin, suyla, gübreyle, sevgi ve şefkatle kandırılabilirdi. Özenle vazoya yerleştirilmiş bir demet çiçek, her biri birer eleştirmen olan koca bir izleyiciyi değil, sadece alıcısını memnun etmek zorundaydı. Kız kardeşi Abby onu şu anda Jess’e ait olan Kartal Tepe Oteli’nin açılışı için çağırdığında rahatlamıştı. Bu durum, son oyununun eleştirmenlerce saldırıya uğradığı ve gösterime girdiği ilk haftayı zorlukla geçirdiği Chicago’dan kaçması için müthiş bir bahane olmuştu. Altı yıl içinde bir bölge tiyatrosu başarısı, iki gişe hasılatı ve ciddi yıkımlar yaşamıştı.

Bazı oyun yazarlarını Broadway’den çok uzak da olsa bir tek büyük başarı heyecanlandırabilirdi fakat Bree daima daha fazlasını istemişti. Neil Simon’la, Noel Coward’la… Hatta Arthur Miller’la bile aynı kulvarlara gelmeyi hayal etmişti. Elbette bu kendini fazlasıyla önemli sandığı ilk başarısından sonra mümkün oldu. Simon’un komedideki zamanlama ustalığına, Coward’ın zekâsına ve Miller’ın karmaşık drama yeteneğine kendisinin de sahip olduğunu düşünüyordu. Hatta onunla aynı fikirde olan birkaç eleştirmen de yok değildi. Bunun üzerine ikinci oyunu sadece kayıtsız bir övgü alıp bir aydan sonra gösterimden kalkınca durum daha da aşağılayıcı bir hale geldi. Üçüncüsü de önceden onu göklere çıkaran eleştirmenlerin bizzat kendileri tarafından yere batırıldı. Bir anda ilk oyunu şans eseri olarak adlandırılmaya başladı. Birçok kişi onun daha yirmi yedi yaşında tükenmiş olduğunu ima etti.

Aileden hiç kimsenin ilk gösterim için Chicago’ya gelmemesi, böylece başarısızlığını veya ardından gelen eleştirileri görmemesi onu rahatlatmıştı. Onu teselli etmeye çalış- malarına dayanamazdı. Tiyatrodaki herkesin kariyerinin bu en aşağılayıcı anına şahit olması zaten yeterince berbattı. Yönetmen (inanılmaz ama sevgilisiydi) açılış gecesi partisinde ardı arkası kesilmeyen sert eleştirileri okuduktan sonra nihayet kâğıtları buruşturup çöp kutusuna attığından oyuncuların hiçbiri gözlerinin içine bakamıyordu. Bir gün, cesaretini yeniden toplayıp bilgisayarın önüne oturarak bir kez daha deneyebileceğini sandı fakat şimdilik tanıdığı bir çevreye, Chesapeake Kıyıları’na dönmekten dolayı mutluydu. Etrafında, yıkıma uğramış olduğu için değil, yalnızca onu sevdikleri için üzerine titreyen bir ailesi vardı. Kız kardeşleriyle muhabbet etmeye, heyecanlı bir Amerikan futbolu oynamaya, devamlı olarak erkek kardeşi Connor ve arkadaşlarına takılmaya, Abby’nin ikiz kızlarıyla kucaklaşmaya ihtiyacı vardı.

Yeniden evde, yalnızca günlükler, hikâyeler ve başkaları için değil, sadece kendisini tatmin etmek üzere oyunlar yazdığı bu eski odasında olmaya beklediğinden daha çok ihtiyacı olduğunu fark etti.

İhtiyacı olan bir diğer şey de, her ne kadar kabul etmese de, beğenilen bir oyun yazarı ve yönetmen, bir zamanlar Bree’nin akıl hocası ve uzun zamandır da sevgilisi olan Martin Demming’le arasına koyacağı mesafeydi. Fakat son zamanlarda ilişkileri yürümüyordu. Belki de onca korkunç eleştiriden sonra yara almıştı ve aşırı hassas davranıyordu fakat ona öyle geliyordu ki Martin başarısızlığından neredeyse sinsi bir haz duyuyordu. Oysa buna hazırlıklı değildi.

Bu nedenle şimdi, Jess’in otelinin açılışından üç hafta sonra, yeniden buradaydı. Büyükannesinin bahçesinde dizleri üzerine çökmüş, yabani otları ayıklıyor ve bolca koruyucu krem sürdüğü çıplak omuzlarından güneşin geçip gitmesine izin veriyordu. Aylardır ilk kez, omuzlarında düğümlenen gerginlik nihayet yatışmıştı. Hissediyordu… Doğru kelimeyi bulmaya çalıştı ve sonra fark etti ki bu huzurdu. Şu an içinde bulunduğu kargaşaya rağmen kendisinden, yaşamından hoşnuttu.

En son ne zaman böyle hissettiğini hatırlamıyordu.

Güneşin zararları hakkındaki uyarılara ve Marty’nin, İrlanda kreması kadar solgun tenini mahvettiğine dair yaptığı, bitmek bilmeyen, sinir bozucu nasihatlerini belli ki umursamadan yüzünü güneşe döndü ve geçmişine her baktığında duyduğu baş ağrısının yatıştığını hissetti.

Bu düşünceler aklına geldiğinde elleri hareketsizleşti, nefesi yavaş yavaş daralmaya başladı. Gerçekten hepsi geçmişte mi kalmıştı? Chicago? Tiyatro? Oyun yazmak? Marty? Onları sonsuza dek atlatmış mıydı? Sadece birkaç ay öncesinde onun için büyük önemi olan o dünyadan köklerini sökmeyi başarmış mıydı? Her zaman hayal ettiği o hayata dönmesi gerekirken şu anda burada, dizleri toz içinde, bunu mu yapmaya çalışıyordu? Pes mi ediyordu? Yoksa saklanıyor muydu? Ya da savaş meydanına geri dönmeden önce yalnızca yaralarını mı sarıyordu?

Bir savaş meydanı. Bunun ne kadar doğru olduğunu fark etti Bree. Yönetmen, oyuncular, eleştirmenler ve halk. Eserlerinin durumu ya da nasıl olması gerektiğine dair her biri kendi fikrini ortaya koyan bir sürü potansiyel düşman. Bazı günler her şey mükemmel bir uyum içinde yürürken diğer zamanlarda en iyisini bildiklerini iddia edenler tarafından paramparça edilen motivasyonu, sahneleri, özenle seçilmiş kelimeleri, hepsi oldukça ağır bir duygusal savaşa dönüyordu.

Arkasına yaslandı ve derin bir nefes aldı. Ah, bütün bu sorulara tek tek cevap bulabilmeyi ne kadar çok isterdi.

“Yazlık alev çiçeklerimin üç tanesini koparmışsın,” dedi büyükannesi sesindeki hoşnutsuzluk belirtisiyle Bree’nin karanlık düşüncelerini bölerken. “Yıllardır ekip biçtiğim güzel bahçemi mahvetmeden önce aklından geçenleri bana anlatmak ister misin?”

Bree, elleri belinde, hasır bahçıvan şapkası, spor ayakkabıları ve parlak, pembe renkli, kısacık pantolonuyla uyumlu bluzunun içinde küçük ve cesur görünen büyükannesine baktı, ardından bir kenara attığı yabani otların arasında çoktan boynu bükülmüş uzun, koyu mor renkteki alev çiçeğine döndü. Çiçeklerin görüntüsü üzerine sızlandı. “Kökleri bende duruyor. Biraz daha su ve gübreyle onları yeniden toprağa ekeceğim. İyi olacaklar, büyükanne.”

Büyükanne Bree’ye, aklında neler olduğunu çok iyi bildiğini ama konuyu kendisinin açmasını beklediğini belirten keskin bir bakış attı.

“Aynı şeyi kendin için de söyleyebilir misin?” diye sordu.

“Sen de iyileşecek misin?”

Bree gözlerini kaçırdı ve dikkatini alev çiçeğini yeniden ekmeye verdi. “Aklımda bir sürü şey var,” diye söylendi, daha fazla konuşursa büyükannenin şüphelerini doğrulayacağından korkarak. Ailedeki herkesin içinde görünüşe göre onu en çok büyükannesi anlıyor, Bree sessizken bile kalbinin içinde olup bitenleri görebiliyordu. Babasına ve dışadönük kardeşlerine göre o çoğu zaman bir bilmece gibiydi.

“Aklına takılan şey yeterince açık,” diye kabul etti büyü- kanne. “İhtiyacın olan şey birazını paylaşarak yükünü azıcık hafifletmek. Eğer aklındaki şeyi bana söylemek istemiyorsan otele gidip Jess’le bir öğle yemeği ye ya da Abby’yi ara. Eminim seni yemek için Baltimore’a götürmekten mutluluk duyacaktır. Sana yeni ofisini de gösterir. Güzelce dertleşebilirsiniz.”

“Jess’in işleri başından aşkın. Benim yakınmalarımı ya da sızlanmalarımı dinleyecek vakti yok. Abby için de öyle. Artık Trace ile nişanlı olduğuna ve neredeyse her gün Baltimore’a gidip geldiğine göre zamanını benimle boşa harcamak yerine kendine ve ikizlerine ayıracaktır.”

“Saçmalık bu! İkisi de sana zaman ayıracaktır çünkü onlar senin kardeşin,” dedi büyükanne sabırsızlanarak. “O’Brien’lar için aile ilk sırada gelir. Ne olursa olsun birbirimize sıkı sıkıya bağlıyız biz. Sana yıllar önce bunu öğretmemiş miydim?”

Bunu kesinlikle denemişti, Bree şimdi hatırlıyordu. Anneleri New York’a gittikten sonra babasının sürekli iş seyahatlerinden ve ailesini ihmal etmesinden bıkmışken onlar için öğrenmesi zor bir ders olmuştu. Büyükanne, geride kalanları bir arada tutmak için adeta bir tutkal görevi görmüştü. Megan evi her ziyaret ettiğinde onları barış yapmaları için dürtükleyen, annelerine karşı açık görüşlü olmaları için teşvik eden oydu. Ama hiçbiri bunu yapmadı. Henüz genç ve asiydiler. Ayrıca anne babalarının ilişkilerindeki karışıklıklar onları alıkoymuştu.

Bree son zamanlarda babasının onlarla bir araya gelmek için daha fazla çaba harcadığını fark etmişti. Her ne kadar açılışın ardından hemen dönmüş olsa da Mick, otelin açılışı için California’da büyük bir projeyi askıya almıştı. Annesi bile Jess’in büyük günü için gelmiş, böylece bu durum da kendi meselelerini beraberinde getirmişti. Fakat Bree kabul etmeliydi ki herkesi birkaç günlüğüne burada görmek güzeldi, en azından Kevin dışındaki herkesi. Kevin’in Irak turu onun kutlamalara katılmak üzere eve gelmesine engel olmuştu.

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Ejderin Arzusu

Editor

Bana Aitsin

Editor

Bilgi Avcısı

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası