Dünyayı hâkimiyeti altına alan güçlü bir imparatorluk olarak da anlatıldı, iktidar hırsının yuvası olarak da… Padişahların gücüne ve gaza inancına methiyeler dizilirken, diğer taraftan da taht kavgalarının ve kardeş katlinin zalimliği dilden dile dolaştı. At üstünde seferden sefere geçen bir zaferler tarihi de resmedildi, harem ve saraydan dışarı çıkılmayan bir imparatorluk hayatı da… Kanunlarıyla dünyaya örnek olduğu yazılırken, kanunsuzlukları da gerileyişine sebep olarak gösterildi. Medrese ve vakıflarıyla köklü bir imparatorluk olduğu da anlatıldı, hâkim güçlerin arasında kapana kısıldığı da… Peki ama Osmanlı bu anlatılanlardan hangisiydi? Tarih sahnesinden elini eteğini çoktan çekmiş bir imparatorluk olmasına rağmen hâlâ pek çok araştırmaya, tartışmaya, polemiğe, dizilere, kitaplara taşınan Osmanlılar kimdi? Osmanlı ne kadar doğru anlatıldı? Kanunları, haremi, kardeş katli meselesi ve dahası…
Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci’nin kaleminden Osmanlı dünyası, padişahları, kültür hayatı ve bir imparatorluğun insana bakışı… Ama Hangi Osmanlı’da Osmanlı’ya dair gündemde ve akıllarda kalan pek çok sorunun, tartışmanın cevabını bulacaksınız…
“Peki siz Osmalı’yı nasıl bilirsiniz?”
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ………………………………………………………………………………………………7
I. BÖLÜM / OSMANLI’YI ANLAMAK
OSMANLI DEVLETİ NE ZAMAN KURULDU?………………………………….13
OSMANLI HANEDANINDA KİM KİMDİR?………………………………………17
KURU KAVGA DEĞİL!……………………………………………………………………..20
CENNET, KILIÇLARIN GÖLGESİ ALTINDADIR……………………………..23
KIZIL ELMA NEREDE?……………………………………………………………………….26
OSMANLI ARMASININ SIRRI………………………………………………………….29
SANA SELÂM EY OSMANLI SANCAĞI!………………………………………….33
AMAN RÜTBEYE DİKKAT!………………………………………………………………36
ATEŞ İSTİDASI…………………………………………………………………………………39
OSMANLI DEVLETİ’NİN KANUNU NEYDİ?…………………………………….42
FRANSIZ MEDENİ KANUNUNA GALİP GELEN MECELLE……………46
ESKİDEN DAVASI OLAN ÖNCE MÜFTÜYE GİDERDİ ……………………49
ADALET DAİRESİ’NİN İÇİ VE DIŞI………………………………………………….52
OSMANLILARDA ANAYASA MACERASI………………………………………55
OSMANLI DEVLETİ DE YARGI REFORMU YAPMIŞTI…………………….60
VAKIFLARA PADİŞAH BİLE EL KOYAMAZ!……………………………………64
NÂMEŞRU NESNEYE EMR-İ SULTANÎ OLMAZ!……………………………..67
OSMANLILARDA KARDEŞ KATLİ………………………………………………….70
SARAYIN SİYASET MEKTEBİ: ENDERUN’DAN MÜLKİYE’YE…………77
AMERİKA’YA NUMUNE OLAN DEVŞİRME USULÜ……………………….84
AŞİRET ÇOCUKLARI İSTANBUL’DA………………………………………………87
ŞEHZADELERİ HAYATA “LALA” HAZIRLARDI………………………………90
KONUŞAMAYAN ÇOCUKLARI GETİRİP SADRAZAMA
OKUTURLARDI………………………………………………………………………………..94
AYYILDIZLI PASAPORTA ŞAPKA ÇIKARILDIĞI ZAMANLAR……….97
OSMANLILARDA EKONOMİK HAYAT NASIL YÜRÜRDÜ?……………100
PARALI ASKERLİKTEN MECBURİ ASKERLİĞE………………………………103
SİYASETİN MEKTEBİ Mİ OLUR?………………………………………………………106
HER PADİŞAHIN KENDİ MARŞI VARDI………………………………………….109
TIMARLI SİPAHİDEN KÖY AĞASINA…………………………………………….115
HAREMAĞALARINA DAİR……………………………………………………………..120
PEYGAMBER OCAĞINDA ALAY İMAMLARI………………………………….125
OSMANLI SARAYI’NDA DİLSİZ VE CÜCELER………………………………..128
İLK OSMANLI SİGORTACILARI: DERBENTÇİLER………………………….130
OSMANLI DONANMASI DÜNYADA BİR NUMARA………………………132
DERYANIN ÜSTÜNE KURULAN CÂMİ…………………………………………..135
YAYA KALDIN TATAR AĞASI!………………………………………………………140
VÂLİNİ KENDİN SEÇ, VERGİNİ ÖDE, İCABINDA ASKER VER!……..145
AH ŞU KAPİTÜLASYONLAR!………………………………………………………….149
DALMAÇYA’DA BİR OSMANLI İSTİHBARAT MERKEZİ………………..152
II. BÖLÜM / OSMANLI’YI ANLATMAK
RUMELİ’DEKİ OSMANLI GÂZİLERİ: EVLÂD-I FÂTİHÂN………………..157
NÂMAĞLUP BİR HÜKÜMDAR: EMİR TİMUR…………………………………160
SEMAVNE KADISI OĞLU ŞEYH BEDREDDİN…………………………………164
DÜNYA MÜSAMAHAYI SULTAN FATİH’TEN ÖĞRENDİ………………168
YAVUZ SULTAN SELİM’İN İNCİLİ KÜPESİ……………………………………..171
ŞAHA DOĞRU GİDEN KERVAN……………………………………………………..175
SON ABBASÎ HALİFESİ, OSMANLI HİZMETİNDE………………………….178
PADİŞAHIN KALBİNDE TAHT KURAN HÜRREM SULTAN…………..181
BABASININ GÖLGESİNDE KALAN BİR PADİŞAH………………………….186
MİHRÜMAH SULTAN CÂMİİ’NİN SIRRI………………………………………..190
TALİHSİZ BİR PADİŞAH: SULTAN İBRÂHİM ………………………………..194
LALE DEVRİ………………………………………………………………………………………199
SEYYAH’I ÂLEM VE NEDİM-İ BENÎ ÂDEM EVLİYA ÇELEBİ……………202
TEKNİK ÜNİVERSİTE’NİN KURUCUSU PADİŞAH…………………………205
DÜNYADAN BİR ÂDİLE SULTAN GEÇTİ………………………………………209
DÖRT PADİŞAH BABASI SULTAN ABDÜLMECİD…………………………214
III. BÖLÜM / OSMANLI DÜNYASINI ARALAMAK
OSMANLI DEVLETİ’NİN KAZANDIĞI SON HARB………………………….223
ÇANAKKALE’Yİ BİR GEÇEN PİŞMAN, BİR GEÇMEYEN!……………….226
BİR OSMANLI KARDEŞLİĞİ: TÜRKLER VE ARAPLAR……………………230
KÜRTLER NASIL OSMANLI VATANDAŞI OLDU?………………………….234
OSMANLI HANEDANI VE KUREYŞ…………………………………………………238
OSMANLI ÜLKESİNDE YAHUDİLER………………………………………………..242
OSMANLI CEMİYETİNDE ENTERESAN BİR TOPLULUK:
SABETAYCILIK VE DÖNMELER……………………………………………………….245
OSMANLI HÂKİMİYETİ MACARLARA YARADI…………………………….249
İNGİLTERE VARLIĞINI OSMANLILARA BORÇLUDUR…………………253
OSMANLI TİCARETİ İNGİLİZ İPOTEĞİNDE……………………………………256
FRANSA DOSTLUĞU, TÜRKLERE UĞUR GETİRMEDİ…………………..259
ÖNSÖZ
“Ama hangi?” suali muhataplarını şaşırtabilir. Cevabı “Elbette ki bir tane” olmalıydı. Ama günümüzde tarihçisinden sıradan insanına kadar pek çok kimsenin kafası karışmış vaziyettedir.
Son zamanlarda Osmanlı tarihine karşı giderek artan bir alâka görülüyor. Esasen bu alâka Osmanlı Devleti’nin 700. kuruluş yılı sayılan 1999’da başladı. Zamanın erkânı tarafından çeşitli bahanelerle geçiştirilen bu yıldönümü, yine de çoğu kişinin merakını uyandırmaya yetti. Bunda Osmanlı coğrafyasının ehemmiyetini giderek artırmasının ve Osmanlı Devleti’nin tarihte bir başarı hikâyesi yazmış olmasının mühim rolü olduğu düşünülebilir. Asırlarca Osmanlı hâkimiyetinde yaşamış ülkelerde olsun, Osmanlı Devleti ile yakın siyasi, ekonomik ve kültürel münasebetler içinde bulunan diğerlerinde olsun, Osmanlı tarihi, kültür ve medeniyeti her geçen gün daha çok konuşuluyor, merak ediliyor. Bu ülkeler, kendileri ile Osmanlılar arasında ehemmiyetli bir irtibat görüyorlar.
Memleketimizde, sıkıcı mektep derslerinden olsa gerek, tarihi seven azdır. Buna rağmen hep tarih ile iç içe yetiştirildik. Bizde tarih, belli kişileri yüceltmek, başkasını kötülemek için güçlü bir vasıta olarak kullanılırdı. Tarihe merakım ilk mektep üçüncü sınıfta elime geçen küçük resimli bir Osmanlı Tarihi kitabı ile başladı. O zamanlar çevremizde Osmanlı zamanını yaşamış insanlar hayattaydı. Anlattıklarını dinlemeye veya okumaya doyamazdık. Ne var ki, resmî ağızlardan işittiklerimizle bu dinlediklerimiz aynı şeyler değildi. İşte tarihin farklı yüzleri olduğunu böylece keşfetmeye başladım. Kitaplarda yazan, mekteplerde öğretilen tarih başka, hususi meclislerde biraz temkinli sesle anlatılan tarih başkaydı.
Malum, tarih olup bitenlerin bizzat kendisi değil; insanların hafızalarında kalanların ifadesidir. İnsanlar çeşit çeşit, bakış açıları farklı farklı olunca, anlatılanların da birbirine benzememesi elbette tabiî bir durum… Üstelik artık olup bitenleri motamot anlatan, ne işittiyse doğru-yalan süzgecine vurmadan yazan vakanüvis tarihçilerin devri geride kaldı. Şimdi tarihî hâdiseleri tefsir ve birbiriyle mukayese edebilen tarihçiler aranıyor. Fransız Ihtilâli’ni, “insanlığın büyük zaferi” diye vasıflandıran bir solcu tarihçi Albert Mathiez’den okumak var; bir de “insanlığın temeline atılan dinamit” olarak gören monarşist Albert Sorel’den. Tarihçinin, şahsiyetini, hüviyetini bir yana koyarak tarih anlatması umulmaz. Hiçbir devre ve ülkeye ait olmaması gerektiği söylenemez. Ama hiç değilse takıntılardan, saplantılardan, peşin hükümlerden kendisini arındırması, dürüst olması beklenir. 1789 Fransız Ihtilâli’nin başlangıcı olan Bastille Baskını, bugün Fransa’da millî bayramdır. Ama despot iktidarın hürriyetinden mahrum ettiği vatanseverleri kurtarmak için girdikleri zindanda isyancıların yedi adi mahkûmdan başka kimseyi bulamadığını bilseler acaba insanlar ihtilâl ve bugün hakkında ne düşünürlerdi? Belki de Bastille’i bunun için yıktılar; hakikat ile beraber tarihe gömdüler.
Tarihçiler, buldukları deliller ışığında, müktesebatlarma göre konuşurlar. Vardıkları neticelerin farklı olması çok normaldir. Ama eğer tarih ideolojilerin beslendiği bir kaynaksa, tarihçiler, bunların milis kolunda ise, hele tarihi yapanlar yazıyorsa, ortada esaslı bir problem var demektir. Bizde bilhassa Osmanlı tarihi böyle bir sıkıntı yaşamaktadır. Bir tarafta dezenformasyon (Şunları öğrenebilirsiniz; şu sahaya girilmez!), öte tarafta dezenfektasyon (Şu şahıslar faydalıdır, şunlar zararlı; şu hâdiseler iyidir; şunlar kötü!) tarih meraklılarını hep şaşırttı. Tarihçileri de mevzilenmeye sevk etti. Böyle olmasaydı, belki hâdiseler daha doğru ve etraflı bir şekilde anlatılabilir; kutuplaşmalar yaşanmazdı.
Bizde tarihî gerçeklere aykırı filmler yapılır, romanlar yazılır. Gerçeği bilenler dizlerini döver. Bilmeyenler gerçek bu sanır. Ama film yapımcılarına, romancılara kızılmaz. Onlar da bunu tarihçilerden öğrenmiştir. Tarihçiler, yukarıda saydığımız sebeplerden dolayı yaptığı işi sevmemektedir ya da bezmiştir. Bizim mekteplerde okutulan tarih, tarihi sevdirmemek üzere tertiplenmiştir. Bu fonksiyonunu hakkıyla da yerine getirebilmektedir.
Çapraz okuma elbette çok mühimdir. Ak diyenin karşısında kara diyen mutlaka vardır. Marifet, gerçek rengi bulabilmektir. Tarih tenkidi için aklıselim ve ehliyet yanında, birtakım yardımcılara müracaat
AMA HANGİ OSMANLI?
gerekir. Biraz Arapça ve Farsça bilmeden, İslâmiyet başta olmak üzere semavî dinleri öğrenmeden Osmanlıları bilmek de, anlamak da neredeyse imkânsızdır. Cariyenin, aynı zamanda efendisinin zevcesi olduğunu bilmeyen birisi, rahatça çıkıp “Padişahların veled-i zina olduğunu keşfettim” diye haykırabilir.
Bizlere gösterilen, tanıtılan, anlatılan Osmanlı şöyledir: Herkesin canı padişahın iki dudağı arasındadır. Padişahlar zalimdir. Keyfine düşkündür. Basit şahsiyetlerdir. Ulema yobazdır. Her terakkiye karşıdır. Matbaayı yasaklamış, rasathaneyi yıktırmıştır. Halk fakirdir. Memleket yokluk içindedir. İnsan hakları yoktur. Demokrasi bilinmez. İlim ve fenden kimsenin haberi yoktur.
Halbuki, Yahudiler Avrupa’nın her köşesinden zulüm görüp kovulurken, Sultan II. Bayezid vatandaşlık vermiş; torunu Sultan Mecid, tıp fakültesinde okuyan bir tek Yahudi talebe için, kendi dinine uygun mutfak kurulmasını emretmiştir. Osmanlı donanması gayrimüslim neferlerin dinî bayramlarında demir atardı. Şeyhülislâm, gerektiğinde Yavuz Sultan Selim gibi sert padişahın icraatını hukuka aykırı bulup önleyebilirdi. Osmanlı Devleti yıkıldığında, rejimi çok partili bir demokrasi idi.
Telgrafı bulana memleketinde kimse yüz vermezken, Sultan Mecid, kendisini davet edip telgraf hattı kurdurmuş; dünyada ilk telgrafı çeken kimse olmuştu. Pasteur kuduz mikrobunu bulduğunda, Avrupa’da ciddiye alınmamış; Sultan Hamid, bir nişan ve teşekkür mektubu göndererek, buluşunu dünyada ilk defa tatbik etmiştir. Akıl hastaları Avrupa’da içine şeytan girmiş diye yakılarak öldürülürken, Osmanlılar akıl hastaneleri kurarak delileri hasta kabul etmiş; kuş ötüşü, su sesi, musikî ve meşguliyet ile tedavi etmiştir.
Kanun önünde sınıf ve mevki farkı gözetilmeksizin fertlerin eşitliği prensibi, Fransız İnkılâbı’ndan çok evvel Osmanlı Devleti’nde neşredilen kanunnâmelerde yer almıştır. Osmanlılarda adalete verilen bu ehemmiyet, yakın ülkelerdeki halk arasında kendilerine büyük bir itibar kazandırmış, hatta Hıristiyan Balkan halkları, kendilerine hüsn-i kabul göstermiştir.
Osmanlılar asırlarca İslâm dininin bayraktarlığını yaptılar. Balkanlar ve Kafkasya’da çok sayıda yeni halkların bu dine girmesine vesile oldular. Haçlı seferlerini defalarca durdurarak, dünya Müslümanlarma büyük bir iyilikte bulundular. Bu vesileyle İslâm dünyasında büyük bir itibar kazandılar. Sadece Müslümanlar değil, Avrupalılar bile bu başarı hikâyesinin sırrını çözmeye çalıştılar. İngiltere kralı VIII. Henry, zamanının bu süper gücüne bir heyet göndererek müesseselerini tetkik ettirdi.
Osmanlılardan kalma binalar, ihtişamlı, ama sıcak yapısıyla göreni hayran bırakıyor. Yanı başlarında yapılan modem binaların kasvetli duvarları bir-iki sene içinde çatlarken, onlar asırlara meydan okurcasına arz-ı endam ediyorlar. Kumaşlar, kitaplar, basit ev eşyaları bile zarafeti, kalitesi ile bugün bile göz dolduruyor. Birinci Cihan Harbi felaketi, koca imparatorluğu, ülkeleri, teb’ası ve müesseseleriyle tarihe gömdü. Eski Osmanlı imparatorluğu topraklarında irili ufaklı pek çok devlet kuruldu. Bu devletler, her sahada halef oldukları Osmanlı müessesele-rini devam ettirdiler. Şu anda bile Yargıtay’ından ordusuna, üniversitesinden tapu dairesine, hemen her müessese Osmanlılardan kalmadır.
Osmanlı Devleti, zamanının hep ilerisinde olmaya çalıştı, elinden geldiğince geleneklerine sahip çıktı, insan ve hayvan haklarına, Müslüman olmayanların can, mal ve din hürriyetine saygı gösterdi. Herkese tarafsızlık dersi verirken, bütün bunları görmezden gelmek insafa sığmaz. Boşuna “Yiğidi öldür, ama hakkını yeme!” dememişler. Olup biteni iyi-kötü ayırmadan açıkça ortaya koymak en iyisidir. Kararı okuyucu versin.
Elinizdeki kitap ne bir müdafaanâmedir; ne de hiç kimsenin bilmediklerini ortaya çıkarma iddiasındadır. Osmanlı tarihi hakkında bugün çoğu kişinin unuttuğu gerçeklere dikkat çekmek arzusuyla yazılmıştır. Unutulmuş maziye ışık tutmaya çalışmaktadır. Kardeş katli, Osmanlı’nm kanunu, Hürrem Sultan, Sultan İbrahim, Yavuz Sultan Selim’in küpesi, Osmanlı arması, harem hayatı, haremağaları, gayrimüslimler ve dönmeler, Avrupa’yla münasebetler üzerine az veya yanlış bilinen mevzulara temas etmektedir.
Bu kitabın hazırlanmasında yardımcı olan herkese minnettarım. Bilhassa kitabın basılmasında emeği geçen Adem Koçal Bey’e de teşekkür etmek boynumun borcudur.
Ekrem Buğra EKİNCİ
İstanbul 2013
I. BÖLÜM OSMANLI’YI ANLAMAK
OSMANLI DEVLETİ NE ZAMAN KURULDU?
1999 senesi Osmanlı Devleti’nin kuruluşunun 700. yıldönümü idi. Ancak zelzeleyi bahane eden zamanın cumhurbaşkanı sayesinde kutlamalar çok sönük geçmişti. O zaman bile bu tarihin doğru olup olmadığı münakaşa edilmemişti. Geçenlerde kıdemli bir tarihçimizin, Osmanlı Devleti’nin 1302 senesinde, Yalova yakınlarında Bizanslılara karşı kazandığı Bafeus Muharebesi’nden sonra kurulmuş sayılması gerektiğini söylemesi Yalovalıları çok memnun etti şüphesiz. Mamafih Yalova, böyle tanıtıma ihtiyacı olmayacak kadar güzel bir yer… Eski köye yeni âdet getirmek de kolay değil.
Uçbeylikten Sultanlığa
Osmanlı Devleti’nin kuruluş tarihi kat’î değildir. Zaten devletlerin kuruluşu için belli bir tarih verilemez. Ancak işin resmiyete döküldüğü bir tarih elbette vardır. Devlet, belli bir zaman içinde teşekkül eder. Muvaffak olmuş bir isyan veya kazanılan bir muharebe devletin teşekkülünde mühim bir rol oynar. Ama bunlar da kuruluş tarihini kat’î olarak göstermez. Kaldı ki Osmanlılar Bizans’a tâbi değildi ki, bu muharebeden sonra ipleri kesip istiklallerini ilan etmiş olsunlar.
Osmanlı Devleti’nin esasını, Moğol istilasını takiben vatanları olan Türkistan’daki Mazenderan’ı terk ederek Anadolu’ya gelen Oğuzların Kayı boyundan aşiretlerin kurduğu bir beylik teşkil eder. Ahlat’a yerleşen bu aşiret, Moğol tehdidi üzerine buradan da kalkarak Batı’ya yürüdü. Aşiretin beyi Gündüz Alp (Süleyman Şah) Pasinler Ovası’nda vefat edince yerine oğlu Ertuğrul Gazi geçti. Diğer iki oğlu ise Ahlat’a döndü. Selçuklu sultanı Alâeddin Keykubad, Yassıçemen Harbi’nde kendisine yardım eden bu aşiretin Ankara yakınlarındaki Karacadağ’da yurt tutmalarına müsaade etti. Sultan, ertesi sene (1231) İznik’teki Bizans imparatorluk ordusuyla Eskişehir yakınında yaptığı muharebedeki yardımları sebebiyle Söğüt’te buluştuğu Ertuğrul Gazi’ye Söğüt’ü kışlak, Domaniç’i yaylak olarak verdi. Böylece Osmanlı Uçbeyliği kurulmuş oldu. Uçbeyi, şüphesiz fevkalâde salahiyetli bir Selçuklu valisi idi. Beyliğin ilk reisi Ertuğrul Gazi (1191-1281), sonra oğlu Osman Gazi’dir (1258-1324). Her ikisi de bey unvanı ile anılırdı.
Ortaçağ’da büyük devletler zayıflayınca, uzak vilayetler önce muhtar, sonra müstakil olmuşlardır. Abbasîlerde de, Selçuklularda da boy-ledir. Söğüt’teki bu küçük beylik de zamanla istiklalini elde etmiştir. İyi de ne zaman?
Benim İznim, Yetmez mi?
Bazı tarihçilere göre bu tarih Eskişehir yakınlarındaki Karacahisar’m fethedilip, burada Abbasî halifesi ve Selçuklu sultanının yanı sıra Osman Gazi adına da hutbe okunduğu; kadı tayin edildiği ve sikke kesildiği 1284 senesidir. Bunlar bir devletin hâkimiyet alametleridir. Kadı tayin edip hutbe okunması için sultandan izin alınması gerektiği hatırlatılınca Osman Gazi, “Ben kimsenin hâkimiyetinde değilim. Bu şehri kılıcımla aldım. Sultanın ne dahli var ki izin alayım? Benim iznim yetmez mi? Ona sultanlık veren Allah bana da gazâ ile hanlık verdi. Eğer minneti şu sancak ise ben kendim dahi sancak kaldırıp düşmanlarla uğraştım. Eğer ben Selçuklu hanedanmdanım derse, ben de Gökalp oğluyum derim. Eğer bu ülkeye ben onlardan önce geldim derse, benim dedem de ondan evvel geldi” cevabını verdi. Bu hâdise Aşıkpaşa’ya göre 1299; Kemalpaşazâde’ye göre ise 1289 yılında cereyan etmiştir. Selçuklu sultanı, o sene Osman Gazi’ye uçbeylerinin hâkimiyet alametleri olan tuğ, tabi (mehter) ve menşur (berat) gönderdi. Böylece Osman Gazi, doğrudan Konya’daki sultana bağlanmış oldu.
Osman Qazi’ye Biat
4 Cemâziyel-ûlâ 699 (27 Ocak 1300) tarihinde Selçuklu sultanı
III. Alâeddin Keykubad’m, Gazan Han tarafından hapsedilmesi üzerine eski Türk geleneğine uygun olarak serhad beyleri Osman Gazi’ye biat etti. Sultan II. Abdülhamid zamanında Maarif Nezâreti bu hâdiseyi Osmanlı Devleti’nin kuruluş tarihi olarak kabul etti. O zaman kullanılan Rumî takvim hesabına göre yıl Mart ayında başladığı için, bu tarih 1300 değil, sehven 1299 olarak kabul görmüştür. Kemalpaşazâde gibi büyük tarihçiler de bu tarihi beylikten sultanlığa geçiş olarak verirler. Hatta Sultan Hamid, Karakeçili aşiret gençlerinden hususi bir muhafız alayı kurmuş; bu alaya “Söğütlü Ertuğrul Alayı” denmiştir. Osmanlı Devleti’nin kurulduğu Bilecik ise Ertuğrul Sancağı diye anılırdı.
Rivayete göre Ertuğrul Gazi, topladığı arazi vergisinden hissesine düşen miktarı vermek üzere oğlu Osman Bey’i Konya Selçuklu sarayına göndermişti. Bu sırada sultan vefat etmiş ve Konya’da yalanan taht kargaşasının ortasına düşmüştü. Halk beldenin en büyük âlimi sıfatıyla Mevlânâ’nın oğlu Sultan Veled’e biat etmişti. Onsekiz gün bu makamda kalan Sultan Veled, istikbâli görürcesine bu yiğit gence dua edip kılıç kuşatmıştı. Tarihçiler, kılıç kuşanma geleneğinin mâzisini buna dayandırır. Bu sebeple padişahlara umumiyetle Konya Mevlevîhânesi çelebisi kılıç kuşatırdı. Bu rivayete bakılırsa Osmanlı Devleti’nin kuruluşu daha Ertuğrul Gazi’nin sağlığmdadır.
Tâbiyetin sonu yok
Ertuğrul Gazi, Kastamonu sipehsâlârı (büyük uçbeyi) Çobanoğulları’na; bu Konya’daki Selçuklu sultanına; Moğol istilasından sonra Selçuklu sultanı Tebriz’deki Ilhan’a; o da Pekin’deki Kubilay Han’a tâbi idi. Uçbeyleri ilhana cüz’î bir vergi ve gerektiğinde asker verirlerdi. Osman Gazi de babası gibi Selçuklu sultanına tâbi bir uçbeyi idi. Bu bakımdan ilk müstakil hükümdar, Orhan Gazi kabul edilir. Osmanlı Beyliği’nin Selçuklu ve İlhanlılara bağlılığı, 1308’de Selçuklu hanedanının çöküşü ve 1335’te Hüdâbende Ilhan’ın vefatına kadar devam etmiştir. Bazı tarihçilere göre Osmanlı Devleti’nin esas kuruluş tarihi 1308 veya 1335 tarihleridir. Ancak bu bağlılığın çok sathî ve görünüşte olduğu açıktır.
Osmanlı Devleti, 1402 yılındaki Ankara mağlubiyetinin ardından Timuroğulları’na tâbi olmuş; 1447’de Sultan Şahruh’un vefatıyla bu bağlılık da sona ermiştir. Osmanlılar, çevrelerindeki beylikleri birer ikişer hâkimiyetleri altına alıp Anadolu birliğini temine hemen hemen muvaffak olmuş; Selçukluların tam halefi sayılmışlardır. Bu bakımdan 1299, beylikten sultanlığa; İstanbul’un fethedildiği 1453 de sultanlıktan imparatorluğa geçiş olarak kabul görmüştür.
1302’ye Qelesiye…
Yalova (Yalakabad), Osmanlıların ilk fethettiği beldelerdendir. Fethin tarihi 1323 senesidir. Şüphesiz 1302 tarihli Bafeus Muharebesi’nden çok önce Osman Gazi bir hükümdar gibi icraatta bulunuyordu. Mesela fethettiği toprakları Abbasî-Selçuklu geleneğine uygun olarak silah…