SUNU
29, ortak sesin kitabı. Perec’in kıvrak, deneysel sesini edebiyatın merkezine almak, dil heyecanında durgunlaşmış savları yerle bir ediyor. 29 farklı dünyanın; dilden ve dille kurdukları temastan ne anladıkları, dillerini nasıl oluşturdukları, dile karşı çıkışlarını ya da dili kabullenme biçimlerini 29 ile inceleme fırsatı bulacaksınız. Dil nereden beslenir? Mekân, şehir, yaşantı izi, geçmiş, ölüm, unutuş, hatırlamak… Dilin ters diyalektiği her şeyi kapsayan bir oluşumdur. Fakat dili bir aktarım aracı olmaktan çok, rahatsız nesnenin dışavurumu olarak hayata yeniden kazandırıp üzerindeki tüm kıskaçları kaldırmak mümkündür. Evet, biz bu evde rahat değiliz. Bu evin rahat komşuları olsa da dil kendisini ‘sınırsız’ sunacaktır. 29, dünya edebiyatında kolektif yaratım açısından bir ilki de başarıyor. Dilde yenilikçi, deneysel, avangard birçok çalışma gerçekleştirildi. Ancak 29 katılımcının bir arada
Türkçede yer alan 29 harfi eksilterek yazdığı şiir ve öykülerin oluşturduğu bir bütün yok.
Ne demiştik?
Dilin sınırlarını yoklamaya övgü.
Georges Perec’e saygı.
***
Yirmi Dokuz Eksi Bir
Günün dinginliği bozuluyor.
Duyuyorsun: öksüre öksüre tükürüyor biri sitede.
Tiz bir osuruk fişek gibi fırlıyor.
Bir kez, iki kez, üç kez…
Motor sesleri bir de.
Görüyorsun: pencereden üst üste iki beden.
Günün ilk deviniminin resmi.
Simit tepsisinden yükselen buğu.
Göz işte…
Özne, nesne boşluk ve loşluk.
Elektrikler kesik dünden beri.
Kışın hep öyle olur.
Biliyorsun: serçeler; uçuşuyor, tünüyor, ötüyor,
cıvıl cıvıl yemleniyor, çiftleşiyor…
Oh ne güzel…
Usul usul in çık hızlı hızlı yürü.
Geçmişi bil.
Geleceği sor.
Hızlı hızlı kronometresiz bir koşu tuttur.
Günün tuzu buzu ol…
Ferit Sürmeli
***
Gördüğünü Söylüyor
gördüğünü söylüyor. dikkatli göz
yanıltmaz. ama göremiyorum diyor.
ağzı hareketsiz. döndüm orada
değildi. hızlı adımlarla yaklaştım
ona. sessizce. sinsi. kıvrımlar.
şatosunda oturuyor. hâlâ. evet,
anlaman zor. müziği sevmezdi
zaten. neden ona plak hediye
ediyorsunuz ki? o dinlemek,
duymak ve görmek ve görülmek
aktarılmak, aksatmak, uymak ve
uydurmaca kurguda yalan
saplantının gizli öznesi olmak
istemiyor. hadi tekrar edelim, hadi
oyun oynayalım, hadi dil çıkartalım,
hadi sesler yaşamasın.
hadi. söyleyecek sözü olanın
sınırını kim koyacak.
Dolunay Aker
***
Xenon
Bir ânın hikâyesiydi, öyle olmasını umduğu!–bak, yine, ‘bir’ diye başlayıverdim daha başında sanayi kentinin– kıssa. bir şeyler pütür pütür malum oluverir, zamanın soyunduğumuz noktasında. o, parlak dengbej. o, alev alev yanan makine. büyük harflerle felsefe o. kıstırıldığım, pusturulduğum, sıkıştırıldığım, o. tasvirleri ona açılır mahrem yaşantıların. yegâne tınısı o, bitmekte olan günün. utançla dolduran. avuç içinde step hayvanları, göğsünde manifestosuyla koşuşturan. çaresiz, zevksiz, faşist hissettiren. ve eril nergis o. rengi uyku onun. neon beyazı. göz akı. ışıkta göz alan kağıt beyazı. sönmemiş kireç, dönmemiş sabah. rastlantının patlattığı el bombası karşılaşmamız. fantazya üretim merkezimi infilak ettiren. içinde yerlisi olmayan bir kent o. öyle başkayım, öyle kardeş, öyle kundakçı. saldırganlığımın, askerî disiplin barındırdığını inkâr edemem. gözleri, global köy. sözlerinin dalgalanışına öfke bulaştığında, kusamıyor bile hurufatı –dese, yüksek perdeden patlar, alev saçar, yangın çıkarır– şekerli gramer, suskunluğa meylediyor. rüzgârla mıydı savaşı? kanattığı, ‘form’ muydu tanrısızlığın? dudaklarında karanlık, nöbetçi tebessüm; az çarpık, az çatlamakta. bu imaj, yıldırımlar vasıtasıyla çoğaltıyor güzelliğini zihninin. güzellemelerim de gönül kaymalarım da tarihimdeki o büyük lekeye. en çıkmaz, en güzel lekeye. kaygılandıran, ölmüş olmaktan aldığı zevk, beni. zaaflar, düşkünlükler, sağlıksız sevgiler, arzunun nesnesine bağlanıp saplanıp kalmalar ve –yine mi bu ‘ve’?– ‘aşk mı bu?’ diye sorduğumda, bozulması dengesinin. dört yanına ererek, damlarmışçasına. aynı ağaçtan sızıp duran reçineyiz. farklı yönlere akışan, şiirlere yol alan. gördüğüm, eklemlerinden kırıldığıydı. gerekçesi, yıldızların varoluşlarınınki neyse, oydu. başka iç çekişler kanat alıştırmadan, elinin ayasında yürürken ki efendiliğimden, mütevazılığımdan, insanlığımdan uzaklaşışımı izledim, yakarak geçmişin öpülesi, duru yüzünü. masum ve kahrından ölenden, habis ve dert çektirene metamorfozum tamamlandı. akrep gösterdi iğnesini. başladı musiki. belirsizlik peyda oldu. yaprak kıpırdamadı o vakit. kağıt üstünde hesaplamalar ve ölüverişi şiirin. koordinatlarını nasıl veririm var olmayan noktasının bulunduğumuz yerin? nasıl? sayıklamalar artar yokluğun suni ülkesinde. bir keşiftir hiç kimsenin henüz çizmediği ‘doğru’. neydi ölçütü ters olasılıklardan uzaklığın? mutlaktan bilinmeze tosladım ya, izi çıkar ellerimize sonluluğun. ah çektiren bir kış mevsimine varırız.
Erkan Karakiraz
***
Akşamdan
Akşamdan ne kaldı bana? İyi değilim, temiz değilim, güzel değilim. Ruhumdan kalanı getirin bana. Kime sorsanız “O mu?.. Dürüsttür, sonuna kadar güvenebilirsiniz kendisine!” der. Başkalarının yargısını önemsemez, bana sorarsanız “Ben mi?.. Kimseyi aldatmam, güvenebilirsiniz bana,” derim, rahatlıkla. Akşamdan ne kaldı bana? Zamandan? Eridi aklım. Sevgilim her sabah bir yeşil elma bırakır başucuma. İşe gider sonra. Ben uyanırım. Sabah geride kalmıştır. Öğlen kapıya dayanmıştır. Sonra akşam, sonra gece… Kalbime dayanmıştır. Kalbimse bunlara asla karşı koyamamış, yalan üstüne yalanla oyalanmıştır. Televizyon seyrederim, müzik dinlerim, balkona sığınırım, sigara üstüne sigara yakarım. Sokağa bakarım. Karanlıktır. Tanıdık yüzler ararım. Bir hayat orada bırakılmış, tıpkı bir elma, yeni bir hayata adım atılmıştır. Ama, dedim ya, vakit, ister sığda olsun ister derinde, öğlene varmıştır. Tıpkı dünyada olduğu gibi, kalpte ve akılda da akşam yakındır, gece yakındır. Ve ikisi de daima, daima keder ile kardeş, gövdeme yaklaşmış, ruhuma damlamıştır. Soruyorum şimdi: Zamandan bana ne kalmıştır? Söylediğim yalanlara nasıl da inanmışım. Nasıl da tersinden yaşamışım günleri. Geride bıraktığım eski yüzlerim, eski gövdelerim, kuyudan, kuytudan kaldırıp başını, sinsi, gizli düşman, aklıma yaklaşmıştır. Ellerinde silahlar… Oysa o silahları onlara ben, ellerimle, dilimle taşımışımdır. Üzerime doğrultulan namlu, ruhumdan sökerek paylaştığım, doğruluğuna şüphesiz inandığım yalanlarımdır. İyi değilim, temiz değilim, güzel değilim. Benden kalanı getirin bana. Ve sormayın başkalarına: Nasıldır? Güvenilir mi sözüne, tavrına? Sevgilim her sabah bir yeşil elma bırakır başucuma. İşe gider sonra. Ben uyanırım. Ölümden dirime koşar gibi uyanırım. Dirimden ölüme taşar gibi. Yüzümü yıkarım. Akşamdan kalanı yıkarım. Aklımı yıkarım. Her sabah başka bir bendende, başka bir hayat evinde uyanırım. Balkona sığınırım. Sigara. Kül. Rüzgâr. Bir aşina yüz ararım. Giden gitmiş, kalan kalmışsa, derim, anladım sandığım, yaşadım sandığım burada, benimle gönül gönüle değilse, derim, aldığım-verdiğim nefesin, gömdüğüm-göverttiğim sesin hükmü nereye kadardır? Akşamdan ne kaldı bana? Zamandan? Aklımdan, ruhumdan? Sevgilim döner işten. Bu, yeni bir hayattır. Yüzünden tanırım. Sesinden. Her gece sancılarla kapanıp her sabah ihtişamla doğan bir defterin sayfalarından fışkıran yeni hayatın anahtarıdır. Kilitlerim kendimi, kendi üstüme. Kapalı, karanlık odada sorarım kendime? Benden bana kalan nedir? Başkalarına sorarsanız “Elbette yaşamışımdır, gönüller kazanmışımdır.” Ama bir yerde mutlaka bir şeyleri kırmışımdır. Bir şeyler, ellerimden… Kayıp düşmüştür. Gözüme nedense kalan değil Dolunay Aker – Aydın Zeyfeoğlu – Ferit Sürmeli 11 de eriyip giden görünmüştür. Akşamdan kalan nedir bana? Zamandan… Bir adam, bir adam daha… Kalbimde bir atlıkarınca dönmüştür, dönmüştür, dönmüştür… Bir uyanırım yeniden… Sevgilim, yeşil elmalar, balkon, sigara, kül, bazı bazı votka… Bir sarhoşluk bir baş dönmesi… Bir savruluş boşluğa… Akşamdan kalan, sabahtan doğan, tek vücutta, tek akılda, tek ruhta… Yeniden ve yeniden, yeniden, görünmez bir sancı eliyle, kederin umut boğan lanetli diliyle hevesim ve sevincim öldürülmüştür, öldürülmüştür… Kime sorsanız “O mu?.. Elbet bu dünyada bulunmuştur,” der. Başkalarının yargısını önemsemez, bana sorarsanız “Ben mi?” derim, “ben mi? Yazdığım, okuduğum belki vardır, görülmüştür. Ama ömrüm, evet ömrüm, koparılıp bu dünyadan, bilinmez hangi günahtan, mutlaka ve mutlaka, cehennnemî bir uzağa sürülmüştür!”
Seyit Göktepe
***
Amaçlı Şiir veya Ben Üçgen!
ayna kırık, sen mor, ötekin yaralı
uçlarla aralara taşma isteği
ilk çıkan tek başına üç köşe olacak
ama ismi üçgen olmayacak
ayna mor, sen kırık, ötekin yaralı
hafızaya intihar telaşı
etmezsen annenin timsah atası
babana kurbağa çıkaracak
ötekin kırık, sen mor, ayna yaralı
kemiklerine giren yeni sahne çatırtıları hop!
zaman etin mi? yok! evrenin kırılan bir yeri
kırılmazsan yokluğun bu şiire taşacak
Lokman Kurucu
***
Birazdan Yazacağım Aşk Şiirinin Fragmanı
.10
.7 .8
.5
.2 .3
.4
.11
.1
.6
.9
Yukardaki sözcük birazdan yazacağım aşk şiirinin aşağıdaki hangi şıkkındadır?
a) İlk aşk hakkımı O’na bıraktım
Daha çok ihtiyacı vardı çünkü
Nasıl olsa Istanbulluydum
Nasıl olsa başka bir aşkta karşılaşacaktık
b) İlk aşkı olamayacaktık birbirimizin
c) Ama birbirimizin ilk biziydik
d) Mühim olan da buydu
Mühim olan avuçlarımızın ilk dokunuşuydu
Mühim olan kulaklarımızın ilk duyuşuydu bizi
Hangi diyarda doğarsak doğalım
Mühim olan aşkımızın Istanbullu oluşuydu
) Şiirin bu kısmına ulaşılamıyor. Sonra try again
Yukardaki şiirin hangi kısmı aşağıdaki şıklarda yoktur?
a) Sık kullanılanlarından çıkar artık sık
kullanılanları mı?
b) Sık kullanılanlarım: 💔💔💔💔💔💔💔💔💔💔💔
c) Yatakta çok iyiyimdir yani yatak
sözcüğünü yazmada
d) Akşamın yakıştığı bir taşradır aşkım
) Yok ama faal
Umut Yalım