Roman (Yabancı)

Psikopat

psikopat_200810241834

Entertainment Weekly
On iki ceset, on iki eyalet. Kimsenin bilmediği şey ise, “Otoban Katili”nin, sahte bir güvenlik duygusu yaratarak, kurbanlarının aklını çelen ve onların en karanlık ve en gizli sırlarını, mucizevî bir şekilde kavrayan yetenekli bir psikiyatrist olduğudur. O, aynı zamanda hem kurbanlarının günah çıkardıkları bir papaz, hem de onların cellâdı rolünü üstlenir. Katil, The New York Times’a bir mektup yazarak, ünlü adli psikiyatrist Frank Clevenger’ı, gazetenin ilk sayfasında yayımlanacak ve sadece gerçekleri anlatan mektuplarının takası aracılığıyla, kendisini tedavi etmeye çağırır ve zihninin yarattığı insanlık dışı duygularını Clevenger’a, onu iyileştirecek cesarete sahip –ya da bunu denerken ölecek– tek kişiye açar.

“Ablow psikolojik gerilim romanlarının kralı. Dikkatli olun, çünkü bu sayfalar ellerinizi yakabilir.”
—Dennis Lehane
“Hızlı tempolu ve korkutucu.”
—Janet Evanovich
“Son derecede ilgi çekici… Keskin viraj ve kıvrımlarıyla, insanı şok eden ve hayrete düşüren, gizemle dolu bir lunapark treni. Keith Ablow dışında hiçbir yazar, insan kalbinin en gizli ve karanlık bölgelerine ulaşan, bu denli derin bir tünel kazamaz.“
—Tess Gerritsen
“Ustaca, canlı ve dinamik yazı biçimiyle Ablow, hasar görmüş hayatlardaki dehşet ve umutsuzluğu adeta resmediyor.”
—Jonathan Kellerman
“İnsan zihnini yönlendiren, muhteşem bir psikolojik gerilim romanı.”
—Publishers Weekly
“Keith Ablow, Thomas Harris’in içgüdülerine sahip.”
—James Ellroy
“Birinci sınıf bir gerilim romanı.”
—The Washington Post
“Büyüleyici… Ürpertici ve seksi.”
—James W. Hall
“Seks, cinayet, delilik ve tıp bilimi. Gerilim tarzı romanların okuyucuları daha fazla ne isteyebilir? Tedirgin edici, sürükleyici bir roman.”
—Michael Palmer

1
23 OCAK 2003 90. DOĞU YOLU, ROME’NİN 60 KİLOMETRE DIŞARISI, NEW YORK
BMW X5’in teybinde Mahler’in Onuncu Senfonisi çalmaktaydı ama bu dingin müzik bile, Jonah’ın sinirlerini yatıştırmaya hiçbir şekilde yardım etmiyordu. Teni, öfkesinden dolayı kızarmıştı. Direksiyonu kavrayan avuç içleri adeta yanmaktaydı. Kalbi hızla atıyor ve her atışında İçerisinde daha fazla ‘ sıkıştırdığı kam, atardamarına doğru sızdırıyordu. Karotis arterlerine’ kan hücum etmiş ve bu kan seli damarlarını tıkamıştı. Başı kafatasının içerisinden, temporal lobunun çevresinde zonkluyordu. Son saydığında nefes alıp verişleri, dakikada on sekize yükselmişti. Baş döndürücü bir oksijen anaforu onu kendi içerisinde, içine doğru emiyordu.
Öldürmek için duyduğu açlık her zaman bu şekilde başlardı, o da her seferinde bunu kontrol edebileceğine inanırdı. Büyükbabasının sahip olduğu ve Jonah’ın ilk gençlik yıllarını geçirdiği Arizona’daki çiftliğinin açıklıklarında, adamın o sapasağlam Colt tabancayı” parçalara ayırırken gösterdiği kararlılıkla, Jonah da bu dürtüye boyun eğmemek için tüm gücüyle koyuyor, iradesini sonuna kadar kullanıyordu. Psikopatlığı o kadar sinsi bir şekilde ilerlemişti ki onu, kendi hastalığından daha güçlü olduğunu ve içindeki iyiliğin, şeytanı alt edebileceğini düşünmesine izin vererek, Jonah’ı bir budala yerine koyuyordu. Arkasında bıraktığı karayollarının çeşitli bölgelerine saçılmış on yedi cesetle beraber, şu an bile tüm bunlardan kurtulacağına İnanıyordu.
“Sadece sürmeye devam et” dedi Jonah, gıcırdattığı dişleri arasından.
Jonah’ın görüş alanı gittikçe bulanıklaşmaya başladı; buna sebep olan kısmen yükselen kan basına, kısmense bir saat önce yuttuğu Haldol’ adlı ilaan sersemleri d etkisiydi. Bazen antipsikotik ilaçlar içindeki canavan uyutabiliyordu, bazı zamanlardaysa bunu başaramıyorlardı.
Jonah, gece karanlığına doğru gözlerini kısıp bakarken, uzaktaki bir arabanın stop lambalarından gelen, parlak kırmızı ışığı gördü. Gaz pedalına basarak, çaresizlik içinde, önündeki yolcuyla, kendi arasındaki mesafeyi kapatmaya çalıştı bu sanki başka birinin hız ivmesindeydi normal, iyi bir adamın momentumu—onu karanlığın arasından diğer yana geçirebilecek biri.
Kontrol panelinin üzerindeki, turuncu renkteki
neon saate baktı, saat sabah 03:02’yi gösteriyordu, bu ona Fitzgerald’ın’ yazdığı bir deyişi hatırlattı:
“Ruhun gerçekten karanlık içinde olduğu bir gecede, saat her zaman sabahın üçüdür.”
Bu deyiş, Fitzgerald’ın “The Crackup / Delirmek” adlı, kısa bir hikâyesinde yer alıyordu ki bu ad şu an Jonah’ın bulunduğu duruma oldukça uygun düşmekteydi. Jonah’ın psikolojik savunma mekanizmasının üzerinde oluşan ince çatlaklar giderek daha da derinleşip arada geniş yarıklar oluşturuyor, ardından bu yarıklar da birbirlerinden ayrılarak bir kara deliğe dönüşüyor ve kocaman açılmış ağzıyla Jonah’ı içine çekiveriyordu ve en sonunda Jonah, bîr canavar olarak yeniden dünyaya geliyordu.
Jonah’ta F. Scott Fitzgerald’ın yazdığı tüm eserler bulunmaktaydı çünkü o eserlerdeki kelimeler güzeldi ve bulunan yerler güzeldi ve insanlar güzeldi, bazı kusurları olsa bile. Ve o da kendisini aynen bu kitaplardaki karakterler gibi hissetmek istiyordu, mükemmel bir Tanrı’nın, mükemmellikten uzak yarattığı bir eseri olduğuna, kefaret ödemek için seçildiğine inanmak istiyordu.
Otuz dokuz yaşında olan Jonah, fiziksel olarak kusursuz biriydi. Yüzü hem güvenilirlik, hem de kendine güven telkin ediyordu çıkık elmacık kemikleri, belirgin bir alnı, üzerinde belirsiz bir yank olan güçlü bir çenesi vardı. Parlak ve açık mavi gözleri, omzunun hemen üstünde biten dalgalı ve hoş bir şekilde dağınık duran gümüşi gri saçlarını mükemmel biçimde tamamlıyordu. Boyu 1.86 santimdi, uzun, kaslı kollan, 78 santimetre genişliğindeki beli ve konik şekilde uzanan V biçimli gövdesiyle, iri yapılı bir vücudu vardı. Uylukları kaya kadar sertti ve bir dağcının baldırlarına sahipti. Tüm bu özelliklerine rağmen, kadınlar ilk olarak elleri hakkında yorum yaparlardı. Bronz ve yumuşak cildi, parmak boğumlarından el bileklerine kadar mükemmel biçimde yayılan tendonların’ üzerini kaplıyordu. Elinin üzerindeki damarları, fiziksel gücü hakkında bir fikir verebilecek kadar görünebiliyordu, yine de karşısındakine bir yıkıcılık hissi verecek kadar kabarık değillerdi. Uzun ve zarif parmaklan, her sabah cilalayarak parlattığı, pürüzsüz tırnaklarına doğru giderek inceliyordu. Bir piyanistin elleri gibi derdi, bazı kadınlar. Diğerleri bir cerrahınkine benzediklerini söylerdi.
“Bir meleğin ellerine sahipsin,” demişti bir sevgilisi, nefes nefese Jonah’ın parmağım ağzının içine kaydınrken.
Bir meleğin elleri. Jonah, bembeyaz kesilmiş boğumlanyla, sıkıca direksiyonu kavrayan ellerine bakb. Önündeki arabayla arasında 50 metre kadar kalmıştı, ama şeytana karşı giriştiği mücadelede, gücünü gittikçe kaybettiğini hissediyordu. Üst dudağı seğirmeye başlamış, boynu ve omuzlan ter içinde kalmıştı,
Jonah gözlerini ardına kadar açtı ve son kurbanının, o genç adamın son dakikaları içindeki yüz ifadesini aklına getirdi, bu görüntünün kendisini avutacağına umuyordu, bu tıpkı mide bulantısı ve kusma anılarının bir alkoliği ayıltacağı, ona yardım ve özgürlük vaat ederek, kışkırtıcı şekilde bağımlıyı kendine çağıran şişenin, artık ona tiksindirici görünmesini sağlamasını ummaktan f.ırksızdı
Aradan neredeyse ıkı av geçmişti ama )onah halen, Scott Carmady’nın ağzının şaşkınlıktan nasıl apaçık kaldığını, mutlak bir inanamayış halının gözlerini nasıl doldurduğunu gorebilivordu /ıra, Kentucky otoyolunun ıssız bir bölgesinde Chevy’ marka bozuk bir arabayla ıssız bir yolda mahsur kalmışken, yardım bulduğu için sevinen yorgun bir yolcu, kesilmiş boğazının taze acısına veya tişörtünü ıslatanın, akan sıcak kanı olduğuna nasıl İnanabilirdi? Yirmili yaşlarını sürdürdüğü hayatının, tüm umut ve hayallerinin, sahip olduğu momenrumla” beraber ince ve acı bir feryatla son bulacağı gerçeğinde nasıl bir manhk bulabilirdi? Onu öldürücü biçimde yaralayan iyi giyimli adamın, sadece arabasının akümülatörünü doldurmakla yetinmeyip, motorunun tekrar bozulmayacağına emin olmak için kendisiyle on beş dakika bekleyen adamla aynı kişi olduğu gerçeğine nasıl inanabilirdi?
Jonah’la beraber lafladığı dakikalar, ne kadar da güzel geçmişti! Carmady daha önce kimseye bahsetmediği şeyleri Jonah’a anlatmıştı, sadist patronuna içinde ateşlediği çaresizlik hissini ve kendisini aldatan karısına bağlanıp kaldığı için, yine kendisine karşı duyduğu öfkeyi, Jonah’a açmışta. İçinde tuttuğu bu duyguları birine anlatmak, onu çok uzun zamandır hissetmediği kadar iyi hissettirmişti. Sanki, ne zamandır taşımakta olduğu ağır bir yükten kurtulmuş gibiydi.
Jonah, ölmek üzere olan genç adamın gözlerindeki inanamayış görüntüsünün yerini nasıl bir yalvarma haline bıraktığını hatırlıyordu. Bu, yüce var oluşla ilgili bazı cevaplar almak için yapılan bir yalvarış değildi, neden? Olanlar, filmlerin klişeleşmiş son sahnelerine hiç benzemiyordu. Öyle ki, Carmady, Jonah’a doğru uzanırken bunun sebebi ne ona saldırmak, ne de kendini korumaktı, sadece yere yi kıl mamaya çalışıyordu.
Jonah, kurbanından uzaklaşmamış, tersine iyice yakınına gelerek, onu kucaklamıştı Carmady’nin genç canı vücudundan süzülüp giderken, Jonah’ın duyduğu büyük öfke de vücudunu terk etmekteydi, şimdi içini muhteşem bir huzur kaplamıştı, Jonah, kendisi ve evren arasında bir birliğin oluşmaya başladığını hissediyordu. Son olarak özrünü, ölmekte olan kurbanının kulağına fısıldadı: “Lütfen beni affet.”
Jonah’ın gözleri yaşlarla doldu. Gittiği yol sanki önünde dalgalanıyordu. Keşke Carmady, iç dünyası hakkında daha çok şey anlatmaya gönüllü olsaydı, Jonah onun duygusal direncinden geriye kalan son kabukları da soymalı, patronu ve kansı tarafından kurban edilişinin olası nedenlerini dinlemeli, ne tür bir travmanın onu zayıf düşürmüş olabileceğini anlatmalıydı, işte o zaman Carmady halen hayatta olabilirdi. Ama o çocukluk yıllan hakkında konuşmayı tamamen reddetmişti, sanki koca bir dolap dolusu eti sadece kendine saklıyor— onlan, açlıktan ölmek üzere olan Jonah’dan uzak tutuyordu.
Jonah gerçekten de açlıktan ölmek üzereydi, tıpkı şimdiki gibi.
Jonah’ın stratejisi, işleri geriden almaktı. Son cinayetinden kalan hatıralar! gözünün önüne getirerek, içindeki canavarı bir kenarda tutabileceğine gerçekten inanıyordu, ama gerçekler her zaman bunun tam tersi olarak gelişiyordu. İçindeki canavar ona yine oyun oynamıştı. Genç adamın cesedini kollan arasında tutup, başka birinin hayat hikâyesini tüm kalbiyle hissederken, ne kadar büyük bir huzura kavuştuğunu hatırlamak, neredeyse kaynamakta olan beyninin her hücresiyle, o sakinlik durumunu şiddetle arzulamasına yol açıyordu. Bir vampir gibi, her zaman geceleri beslenirdi ve güneşin doğmasına sadece üç saat kalmıştı. Jonah 90. karayolundan, bir mola sahasına doğru saptı. Burada, iç ışıklan yanmakta olan, metalik mavi renkli, eski model bir Saab duruyordu. Jonah arabanın üç sıra uzağına park etti. ‘Neden on sıra uzağına park etmedim ki’ diye kızdı kendine sonradan. Canavan kışkırtmak niye? Direksiyonu daha da sıkı kavradı, tırnaklan ellerinin arka kısmına saplanmıştı ve neredeyse tenini parçalayacaklardı. Yüksek ateşi dolayısıyla meydana gelen iç ürpertisi, boynundan yukarı çıkarak, tüm kafa derisinin üzerini kaplamıştı. Göğüs kafesi, Jonah’a büyük bir acı vererek, şişkin ciğerlerine doğru basınç uyguluyordu.
İradesine yarı karşı çıkarak, başını çevirdi ve Saab marka arabanın sürücü koltuğunda oturan bir kadın gördü, direksiyonun üzerine yayılmış büyük bir haritayı inceliyordu. Yaklaşık kırk beş yaşlanndaydı. Siluetine göre güzelliği kıl payı kaçırmış gibi görünüyordu, burnu biraz geniş ve çenesi de fazla dardı. Göz kenarlarında oluşmuş kırışıklar, endişeli biri olduğunu ortaya koyuyordu. Kahverengi saçları, kısa ve zarif biçimde kesilmişti. Üzerinde siyah deriden yapılmış bir ceket vardı. Önündeki kontrol paneli üzerinde, bir cep telefonu durmaktaydı.
Sadece kadına bakmak bile Jonah’ı acıktı rmışb. Canavarca bir iştah. Etrafında yaşayan, nefes alan ve benzersiz bir geçmişle geleceğe sahip bir kadın vardı ve ancak altı metre kadar uzağındaydı. O kadından başka hiç kimse, tam olarak onunla aynı olaylan tecrübe etmiş veya tamamen aynı şeyleri düşünmüş olamazdı. Görünmeyen bağlar onu annebabasıyla, dedesi ve ninesiyle belki kardeşleriyle, bir koca veya sevgiliyle, her ikisi birden de olabilir yahut çocuklarıyla birleştiriyordu. Ve arkadaşlarla.
Kadının beyni, topladığı bilgileri muhafaza ediyor, İlgi alanları ve yeteneklerine göre, neleri okuyacağını, neleri dinleyip, nerelere gideceğini seçiyordu ki bu yetenekler ona verilmiş, gizemli ve sınırsız değerlerdi ve tüm bu parçalar onun kişiliğini oluşturmaktaydı O, yalnızca kendine özgü, başka kimseyle benzeşmeyen bir varlıktı. İçinde sevdiği ve beğenmediği şeyleri, korkularım, hayallerini ve (bu, hepsinden daha önemliydi) sadece ve sadece kendine ait olan, geçirdiği travmaları barındırıyordu, elbette başka biri tatlı diliyle, tüm bunları kendisiyle paylaşmasına ikna ederse, durum değişirdi.
Acı, Jonah’ın gözlerinin içinde, tıpkı yıldırım toplan gibi infilak ediyordu. Bir dakika kadar uzaklara, otobana doğru bakarak başka bir arabanın yavaşlayarak, mola sahasına gelmesini umdu. Kimse gelmedi.
Neden her zaman bu kadar kolay görünüyordu? Neredeyse önceden düzenlenmiş gibiydi. Hatta önceden yönetilmiş bir olaya benziyordu. Kurbanlarını asla önceden izlemezdi, her zaman onlarla karşılaşarak tanışmıştı. Evren onun, diğer insanların yaşam gücüyle beslenmesi için örgütlenmiş miydi? Yolları onunkiyle kesişen insanlar, bir şekilde, zaten onu bulmaya mı çalışıyorlardı? Kendisinin öldürmeye ihtiyacı olduğu kadar, o insanların da bilinçsiz bir şekilde ölmeye ihtiyacı olabilir miydi? Tanrı onları cennetine mi çağırmıştı? Jonah bir çeşit melek miydi? Bir ölüm meleği? Jonah, daha fazla tükürük salgılamaya başladığını
…..

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Çınaraltı Kitap Sohbetleri

Editor

Bir Mabed İşçisi

Editor

Kristal Kan

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası