Avrupa, halihazırda içinde yaşadığımız dünyanın değerlerini ve hakim anlayışını belirleyen en önemli kıta durumunda… Ancak bu kıtanın geçmişi hakkında yazılmış Türkçe kitap sayısı oldukça az… Elinizdeki kitap bu amaçla, İlkçağdan 20. Yüzyıl’a kadar uzanan süreçte Avrupanın yaşadığı bazı önemli olaylar incelenerek hazırlandı. Dünyanın en görkemli imparatorluklarından biri olan Romanın kuruluşu ve düşmanlarına karşı elde ettiği zaferler, filmlere konu olan 300 Spartalı’nın ilginç hikayesi ve yaşantılarından çarpıcı örnekler, Roma’ya kök söktüren Kartaca’ya dair detaylı bilgiler, kendisini suyun kaldırma kuvvetini bulduğu için tanıdığımız Arşimedin Romaya karşı uyguladığı kuşatma taktikleri, Ortaçağ’da çocuklardan oluşan ordunun kuruluş hikayesi, Habsburg Hanedanı’nın tarihi, Amerika kıtasının ilk kaşifleri Vikingler, Akdeniz’i paylaşmak için karşı karşıya gelen iki büyük amiral; Barbaros ve Andrea Doria’nın hesaplaşması, Avrupa Tarihi’nde İnebahtı Savaşı, Osmanlılar ve Avrupa mizahı, Almanya’nın kuruluş hikayesi ve Hitler Almanyası’nın bilinmeyen yönleri… Birçok çarpıcı başlıkta Avrupa tarihini resimler, fotoğraflar eşliğinde okumak isteyenlerin kaçırmaması gereken bir kitap…
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ…………………………………………………………………………………………7
1 ROMA’NIN BELALISI PYROS…………………………………………..11
2 HOLLYWOOD’UN 300 SPARTALISI………………………………..19
3 ROMA’YA KÖK SÖKTÜREN ŞEHİR KARTACA……………..31
4 GÖKSU NEHRİ’NDE BOĞULAN ALMAN İMPARATORU 43
5 ÇOCUKLARIN KATILDIĞI HAÇLI SEFERİ……………………..57
6 İSLAM MEDENİYETİ HAYRANI
BİR İMPARATORUN HAÇLI SEFERİ ………………………………65
7 EVLİLİK YOLUYLA BÜYÜYEN AİLE: HABSBURGLAR……79
8 TUZLADAN, ADRİYATİK’İN İNCİSİNE VENEDİK…………..95
9 BARBAROS VE ANDREA DORİA HESAPLAŞMASI………113
10 ÖNCESİ VE SONRASI İLE İNEBAHTI SAVAŞI……………..131
11 AMERİKA KITASININ İLK KAŞİFİ BİR VİKİNG:
KIZIL ERİK………………………………………………………………………145
12 İSPANYOLLARIN FATİHİ, AZTEKLERİN KASABI………..153
13 YİRMİSEKİZ MEHMED ÇELEBİ VE
İLGİNÇ FRANSA İZLENİMLERİ…………………………………….175
14 II. FRIEDRICH VE KOCA RAGIB PAŞA…………………………181
15 TARİHÇİ HAMMER JOSEPH OLARAK DOĞDU, YUSUF
OLARAK ÖLDÜ……………………………………………………………..199
16 KAN VE DEMİR ÜZERİNE İNŞA EDİLEN ÜLKE:
ALMANYA……………………………………………………………………..217
17 AVRUPA MİZAHI VE OSMANLILAR…………………………….235
18 II. ABDÜLHAMİD ZAMANINDA
ÇİN’E GÖNDERİLEN HEYET-İ NASİHA…………………………249
19 BAĞIMSIZ BİR DİN CUMHURİYETİ: AYNAROZ…………..263
20 YUNANLILARIN OTTO BEREKETİ………………………………..275
21 BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NI KAYBETTİK,
OLİMPİYATLARDAN OLDUK………………………………………..287
22 HİTLER’DEN ÇİNGENELER DE NASİBİNİ ALMIŞTI……..299
23 PARADAN SIFIRI ÖNCE ALMANLAR ATTI…………………313
GİRİŞ
“Tarihi kazananlar yazar” sözünün bir gereği olarak Avrupa ya da nam-ı diğer “Batı”nın bakış açısını bilmek, Batı’nın yaşadığı tarihsel süreç hakkında bilgi sahibi olmak günümüzde her zamankinden daha da önemli hale gelmiştir. Zira hâlihazırda baskın olan dinsel, kültürel, siyasal eğilimler büyük ölçüde bu küçük kıtanın şekillendirdiği değerlerdir. Çağımızda bu denli etkin olan Avrupa’nın, mekan ve kültür olarak nerede başlayıp nerede bittiği konusu da ayrı bir muammadır. Bu durumdan yola çıkarak bazı araştırmacılar Avrupa’nın özgün bir kıta dahi olmadığını, Asya’nın coğrafi bir uzantısı olarak kabul edilmesi gerektiğini dile getirirler. Yine coğrafi olarak bu kıtayla uzaktan yakından alakası olmayan Japonya, Avustralya, Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada gibi devletler Batı uygarlığının bir parçası olarak kabul edilirken; topraklarının bir kısmı Ural Dağları’nın batısında bulunduğu için coğrafi anlamda Avrupa’nın bir uzantısı olan Rusya, Batı dünyasının uzun bir süre dışında sayılmıştır. Hatta denilebilir ki mensup oldukları Ortodoks mezhebi ve yaşadıkları tarihsel süreç farklı olduğu için Bulgar, Sırp, Arnavut gibi topluluklar da uzun bir müddet “Avrupalı” tanımının dışında tutulmuşlardır. Buna karşılık Balkan toplulukları içinde yer alan Yunanlara ise Yeniçağ’dan itibaren Avrupa kültürünün oluşumuna önemli bir zemin hazırladıkları düşünüldüğü için ayrı bir önem atfedilmiştir.
Avrupa kültürü kendini, “öteki” olarak tanımladığı bazı uygarlıkların zıddı olarak takdim etmiştir. Hatta belki de bu takdimin köklerini Eski Yunan ve Roma kültürlerine kadar taşımak mümkündür. Bu bağlamda Yunanların, eski çağlarda “barbar” olarak tanımladıkları Makedonların lideri İskender’e günümüzde sahip çıkması trajikomik bir durumdur. Yeniçağ düşünürlerinden bazıları Avrupalılık kavramını tanımlarken Doğu toplumlarına özellikle gönderme yapmak istemiş; Batı’yı “aklın egemenliği, bireyin özgürlüğü, liberal ve demokratik değerlerin geçerli olduğu bir toplum” olarak betimlerken, Doğuyu da tam tersine “geleneksel, muhafazakâr, kültürel bir kısır döngü içinde bocalayan, despotik bir toplum” olarak tanımlamıştır. Bu yaklaşımla birlikte, doğal olarak, daha ilkçağlardan itibaren önce Yunan, sonra Helenistik ve ardından da Roma uygarlıklarını besleyen Mısır, Mezopotamya, İran ve Anadolu coğrafyalarında yaşayan farklı kültürler görmezden gelinmiştir. Yine Ortaçağ’da yaşanan Haçlı seferleri süreci, sonrasında Yeniçağ başlarında tüm Akdeniz’e damgasını vuran Osmanlı varlığı aynı akıbete uğramış, Avrupa kendi kendini yaratan bir toplum olarak takdim edilmiştir. Osmanlı fetihleri Şark despotizminin Batıya sızma teşebbüsleri olarak lanetlenirken, Batı’nın emperyalist emellerle Doğuya hâkim olma girişimleri, medeni değerlerin taşınması, Doğu halklarının uyanışına ortam hazırlaması olarak sunulmuştur. Avrupa’nın doğusunda yer alan farklı toplulukların farklı tarihsel süreçlerden geçtikleri, bunun neticesinde farklı değerler silsilesi oluşturdukları görmezden gelinmiş, tek doğrunun Avrupa merkezli fikirler olduğu dikte edilerek kültürel sömürgeciliğin tohumları atılmıştır.
Diğer yandan Avrupa da bir yerde Doğu dünyası ve Türk toplumunun “öteki”sidir. Zira Türk tarihi kendi mazisini aktarırken sıklıkla Avrupa tarihine göndermeler yapar. Osmanlı tarihinin parlak evreleri, Avrupa’nın ahlaki ve kültürel açıdan iflasıyla bir arada sunulurken, aynı devletin çöküş evreleri de acımasız Avrupa kapitalizminin vahşiliğine mâl edilir. Öte yandan “Milli Tarih” yazımı içinde Avrupa’nın öykünülen bazı özelliklerinin kökleri İslam öncesi Türk tarihinin çok eski devirlerinde aranır. Örneğin Orta Asya’da yaşayan Türkler köleci toplum yapısına karşı iken, Avrupa tarihi 18. yüzyıla kadar köle emeği sayesinde yükselir. Romalılarda kadın tümüyle kocasına tabii iken, Orta Asya’da yaşayan Türk kadını kocası ile eşit seviyededir. Ya da Avrupa laisizm ile ancak Fransız İhtilali ile tanışırken, Türk toplumu bu kavramla Tuğrul Bey’in 1055 Bağdat Seferi sırasında çoktan tanışmıştır. Resmî söylemde ve ders kitaplarında da yer alan bu anlatıya göre Bağdat’a giren Tuğrul Bey, halifenin dinî liderliğini tanırken, kendisi de dünyevi iktidarı üstlenmiştir. Dolayısıyla mevcut gelişmeler ya da toplumların sosyal yaşam tarzı, yaşadıkları bölgenin iklimi, temel geçim kaynağı göz önüne alınmadan yapılan bu karşılaştırmalar afaki olmakla birlikte, Batıya ve Batılı değerlere duyulan hayranlığın da açık bir örneğidir. Bu tür yorumlar yaparken İlkçağ Avrupa topluluklarının tarımla uğraştıkları için köle gücüne ihtiyaç duydukları, daha ziyade yarı göçebe yaşam tarzını ve hayvancılığı benimsemiş
Orta Asya boylarının ise doğal olarak köleciliğe yabancı kalacakları unutulmamalıdır. Yine zorlu yaşam koşullarından dolayı kadın-erkek-çocuk demeden her an savaşa hazır olmayı mecbur kılan yarı göçebe yaşam şekli ile, üretim ve tüketim ilişkilerinin belli bir düzende seyrettiği şehir yaşamını karşılaştırmak da pek akıl kârı değildir.
Tüm bu yönelimler Avrupa tarihinin ve bu anlamda Avrupa’nın farklı dünyalarla olan tarihsel ilişkilerinin bilinmesini zorunlu kılıyor. Ülkemizde Avrupa tarihini konu alan sınırlı sayıdaki kitabın önemli bir bölümü, maalesef genel okur kitlesi ile buluşamamaktadır. Bu sebeple Avrupa’nın tarihsel süreçte “ötekisi” konumundaki Doğu toplumları ile olan ilişkileri üzerine yoğunlaşan makalelerden meydana gelen bu kitap, genel okur kitlesi göz önüne alınarak hazırlanmıştır. Makale konuları incelendiğinde yazıların ilkçağlardan yakın zamanlara kadar Batı uygarlığının İslam dünyası, Çin, Amerika kıtası gibi farklı coğrafyalarla olan münasebetleri konusuna odaklandığı hemen fark edilecektir. Ya da Avrupa etkisiyle genel kabul gören şekli ile ifade edecek olursak yazılar daha ziyade Avrupa’nın Yakındoğu, Ortadoğu ve Uzakdoğu coğrafyaları ile olan temasları üzerine yoğunlaşmıştır. Buradaki uzaklık kavramlarının da Avrupa merkeze alınarak oluşturulduğu pek çoğumuzun malumudur.
Bu çalışmanın ortaya çıkmasında pek çok kişi ve kurumun desteği vardır. Bu anlamda özellikle ISAM, Bayezid Devlet, Robert Koleji, Fransız Anadolu Araştırmaları, İstanbul Araştırmaları Enstitüsü kütüphanelerinin çalışanlarına verdikleri destek için teşekkür ederim. Her çalışmamda görsel malzeme konusunda ellerindeki koleksiyonu istifademe sunan Nasen Can, Levent Safran ve Halit Ömer Camcı’ya da sonsuz teşekkürler. Sevgili öğrencilerimin derslerde sorduğu sorular ve meraklarının yoğunlaştığı konular da yazı konularının belirlenmesinde önemli ölçüde etkili oldu. Son olarak okul ile kütüphane arasındaki yoğun tempom nedeniyle birlikte geçirdiğimiz vakitlerden çalarak bu eseri hazırladığım çok sevgili eşim Nejla ve oğlum Erdem’e içten sevgi ve minnet duygularımla…
Aksaray / İSTANBUL Ekim 2011
ROMA’NIN BELALISI PYROS
Dünyanın en görkemli imparatorluklarından biri olan Roma’nın temelleri M.O. VII. yüzyılda atılmıştı. Latium bölgesinin en önemli şehirlerinden biri olan Roma, ilk zamanlar Etrüsk kökenli krallar tarafından idare edilmişse de, sonradan bu krallar “patrici” adı verilen aristokratların liderliğinde şehirden kovulmuşlardı. Böylelikle monarşi devrilerek cumhuriyet idaresine geçilmişti. Cumhuriyet döneminin başlarında güç, üyeleri patrici sınıfına mensup ailelerden seçilen “senatus” adlı meclisin elindeydi. Meclis, ülkeyi “konsül” adı verilen ve bir yıllığına seçilen üst düzey memurlar vasıtasıyla idare ederdi. Bu dönemde Roma, Latin kökenli toplulukların yaşadıkları Latium bölgesinde giriştiği bir dizi mücadele sonrasında üstünlük temin etmeyi bilmişti. Özellikle Etrüsk şehirleri sindirilmiş, eski efendiler üzerinde bu suretle nüfuz tesis edilmişti.
VAE VİCTİS
Ancak Roma, M.O. 387’de tarihinin en büyük felaketlerinden birini yaşadı. Britanya’da Kelt, Anadolu’da Galat diye bilinen Galyalılar, bu tarihte İtalya’yı kuzeyden itibaren istila etmeye başladılar. Roma, Galyalıları şehre on beş kilometre mesafedeki Allia Irmağı kıyısında karşıladıysa da, büyük bir mağlubiyete uğradı. Ülke gençlerinin çoğu savaş alanında hayatını kaybetti. Sonrasında Galyalılar, Roma’nın dış duvarlarını aşarak şehri işgal edip ateşe verdiler. Lâkin kuşatma taktiklerini bilmemeleri, Roma’yı mutlak bir felaketten kurtaracaktır. Galyalılar, bir müddet şehir önlerinde kaldılar. Ancak kuzeydeki hareket üslerinden gelen karışıklık haberleri üzerine, Roma ile uzlaşmaya razı oldular. Roma, yüklü bir tazminat karşılığında Galyalıları şehir surları önünden uzaklaştırmayı başardı. Yaşanan bu olay sonrasında Galyalıların şefi konumundaki Brennus’un ağzından çıkan “Vae Victis” yani “Veyl mağluplara” sözü, Batı’da darb-ı mesel olacaktır. Brennus, haracın tartılması sırasında hile yaptığını öne süren Romalı bir senatör için bu sözleri sarf etmiş ve sonrasında da kılıcını ağırlık birimlerinin olduğu kefeye koyarak Romalılara gözdağı vermişti.
Her ne kadar şehir kurtarılmış olsa da kayıp büyüktü. Evvela Roma, savaşabilecek durumda olan nüfusunun büyük bir bölümünü muharebe alanında bırakmıştı. Dahası, şehir ateşe verilmiş, Latium bölgesinde diğer kentler üzerinde tesis edilen nüfuz sona ermişti. Başta Etrüskler olmak üzere Roma’nm düşmanları tekrar harekete geçmişlerdi. Roma, tıpkı gelecekteki Hannibal ve bu yazıya konu olan Pyros felaketlerinde de tekrarlanacağı üzere, bu sıkıntıları atlatmasını bildi. Nitekim yaşadıkları, Roma’yı sindirmek bir yana daha da agresifleştirecektir. Roma, “Yutulmadan yutma” politikasını uygulamaya başlayacaktır. Ancak bundan önce, benzeri bir istilanın yaşanmaması için şehir surlarının tahkimi yoluna gidilir. Sonrasında ordu yeniden düzenlenir. Böylelikle olası bir saldırıya karşı en temel tedbirler alınmış olur. Bu tedbirler, kısa bir süre sonra sınanacaktır da. Öncelikle Tiber Nehri kenarına kadar sokulmuş olan Etrüskler püskürtülür. Roma surları, sonraki yıllarda yapılan Galya akınlarını da başarı ile durdurur. Diğer Latin kentleri üzerinde de zaman içinde yeniden üstünlük tesis edilerek, Roma önderliğinde bir Latin birliğinin temelleri atılır. Romalılar, Galya istilasının izlerini aradan yarım asır geçmeden tümüyle sileceklerdir.
Roma, M.Ö. IV. yüzyıl ortalarından itibaren Orta İtalya’nın egemenliği için Samnitlerle mücadele etti. Fasılalarla devam eden üç büyük savaşın ardından, Samnitleri de kontrol altına alarak bu bölgenin mutlak hâkimi oldu. Böylelikle sıra İtalya’nın güneyine gelmiş oldu. Bölgenin güney kısmı Helen kolonileri tarafından çevrelenmişti. Roma, bu Helen kentlerinden bazılarını da himayesi altına aldı. Bölgedeki bu genişlemeden rahatsız olan devletlerin başında ise yine bir Helen kenti olan Tarentum gelmekteydi.
Esasen İtalya’nın güneyi daha M.O. VIII. yüzyıldaki Helen kolonizasyonu devresinden itibaren Yunanistan’daki topluluklarca iskan edilmişti. Bu sebepledir ki bölge, “Büyük Hellas” adı ile anılır olmuştur. Ancak zaman içinde bu Helen kentleri zayıflamış ve dışarıdan gelen istilacılara karşı kendilerini koruyamaz hale gelmişlerdi. Bunun neticesinde ellerinde bulunan zenginlik kaynaklarını devreye sokmak ve kendi emniyetlerini bu suretle yabancı ülkelerden davet ettikleri kral ya da paralı askerlere teslim etmek yöntemini benimsediler. İşte Roma’nın M.Ö. IV. yüzyılda Güney İtalya’ya sarkmaya başlaması, doğal olarak bölgede benzer bir tutumu yeniden gündeme getirdi. Buradaki Helen kentlerinden birisi olan Thuru, bölgede yaşayan Lucanların saldırılarından korunmak için Romalıları davet etmişti. Roma, Güney İtalya’nın en güçlü şehirlerinden biri olan Tarentum’un tepki göstereceğini hesap etmesine rağmen, yardım çağrısına olumlu yanıt verir. Thuru kentine bir Roma garnizonu yerleştirilir. Aynı günlerde bir Roma filosu da çıkan fırtınadan korunmak için Tarent Körfezi’ne sığınmak zorunda kalır. Halbuki önceki yıllarda Tarentum ve Roma arasında varılan bir anlaşmaya göre, Roma gemilerinin her ne sebeple olursa olsun Tarent Körfezi’ne girmeleri yasaklanmıştı. Tarentum’un yaşanan gelişmelere tepkisi sert olacaktır. Önce limandaki Roma gemilerine saldırılır, ardından da Thurii kentine yürünerek buradaki Roma garnizonu bölgeyi terk etmeye zorlanır. Romalılar meseleyi diplomatik yöntemlerle çözmek için Tarentum’a elçi gönderirlerse de hakaret ile karşılaşırlar. Savaş kaçınılmaz bir hale gelince Tarentum, Epir kralı Pyros’u bölgeye davet eder. Esasen Tarentumlular, daha önceki yıllarda da bölgedeki yağmacı topluluklara karşı Sparta’dan, Syrakusa Krallığı’ndan ve Epir’den askerî yardımlar temin etmişlerdi.
ROMA, FİLLERLE KARŞILAŞIYOR
Pyros, Helen ülkesinin Adriyatik Denizi’ne bakan kıyısında ve Güney İtalya’nın tam karşısında bulunan Epir bölgesinin hâkimi idi. Büyük bir taktisyen ve başarılı bir asker olan Pyros, Helen coğrafyası ve İtalya’yı kontrolü altında tutan güçlü bir devlet kurmayı hedefliyordu. Dolayısıyla Tarentum’dan kendisine gelen daveti hiç tereddüt etmeden kabul etti. Pyros, İtalya coğrafyasında yaşayanların o vakte kadar bilmedikleri, ama Hindistan’a kadar uzanmış olan Büyük İskender sayesinde Helenistik krallıklarca bilinen ve orduda kullanılan filleri ile beraber İtalya’ya ulaştı. 20 filin yanı sıra falanks düzeninde savaşan güçlü bir ordu Tarentum önlerinde karaya çıkmış ve Tarentumlular, kentin anahtarlarını Pyros’a teslim ederek onu başkumandan olarak tanımışlardı. Bunun üzerine Pyros, vakit kaybeden Romalılara karşı harekete geçti. İlk olarak M.Ö. 280’de Romalıları, Tarent Körfezi’nin batısında bulunan Heraklia şehri önlerinde ağır bir mağlubiyete uğrattı. Bu zafer, Pyros’a Güney İtalya’da pek çok müttefik kazandırdı. Sonrasında Roma’nın kalbi olan Latium bölgesine girdi. Ancak burada, Roma’nın müttefiki olan şehirlerin Roma’ya sadık kaldıklarını görerek Tarentum’a geri çekildi. Kazandığı muhteşem zaferin meyvelerini toplayamamış, buna mukabil anakarasından çok uzakta olduğu için ordusu da epey yıpranmıştı.
Roma’nın işini kısa sürede bitiremediği takdirde Pyros’u büyük sıkıntılar beklemekteydi. Üstelik Helenler de güvenilir müttefikler değillerdi. Zira Pyros’un bölgede kazandığı saygınlıktan duydukları rahatsızlığı her fırsatta dillendirmekten geri kalmıyorlardı.
Pyros, ertesi yıl Romalıların Tarentum’un kuzeyindeki Apulia bölgesinde bulunan kuvvetlerine taarruz etti ve kesin bir zafer kazandı. Ancak kayıpları o kadar ağırdı ki, yanında bulunan adamlarına “Eğer Romalılara karşı bir zafer daha kazanırsam mahvolacağım” dediği rivayet olunur. Oysa Roma, Pyros’un tam tersine kendi anakarasında savaşıyor ve kayıplarını çok daha kolay giderebiliyordu. Bu nedenle Pyros, Roma ile barış yollarını aramaya başladı. Lâkin durumun farkında olan Roma senatosu, bu girişimlere olumlu cevap vermedi. Neyse ki zaman Roma’nın lehine işliyordu. Üstelik geçen süre içinde Roma’dan kopan pek çok müttefik de yeniden Roma’ya yanaşma yoluna gitmişti. Zira Pyros’un çekilip gitmesinden sonra, Roma’nın korkunç öfkesi ile karşı karşıya kalacaklarını biliyorlardı.
İtalya’ya yaptığı çıkartmanın üçüncü yılında, bu kez Sicilya’daki Helen kentleri kendisinden yardım talebinde bulundular. Fakat bu kez düşman Roma değil, Kuzey Afrika merkezli Kartaca idi. Pyros bu teklifi de kabul etti. Sicilya’ya geçerek Kartacalıları neredeyse tamamen bölgeden söküp attı. Kartacalılar adanın ancak bir iki noktasında tutunabilmişlerdi. Roma ile yaptığı mücadelelerin Pyros’a tecrübe kazandırdığı ortadaydı. Epir kralı, Sicilya’da vakit kaybederek ordusunu daha da zayıflatmak yerine kesin sonuca ulaşmak için doğrudan Kuzey
Afrika’da bulunan Kartaca’ya saldırmaya karar verdi. Böylece meseleyi kökten çözecekti. Lâkin devreye bir kez daha Helen devletleri girdi. Helenler, Kartacalıların bölgeden çıkarılmasının kendileri için yeterli olduğunu beyan ederek, Pyros’a Kartaca seferi için askerî ya da maddi konularda destek vermeyeceklerini açıkça ifade ettiler. Pyros, tıpkı kendisinden sonra İtalya’yı istila etmek isteyen Hannibal gibi bir açmazla karşı karşıya kalmıştı.
ROMA’YI KÜÇÜK HESAPLAR KURTARDI
Epir kralı en büyük darbeyi ise Romalılarla M.O. 275’te giriştiği Beneventum Savaşı’nda yedi. Bu savaşta artık kaynakları tükenme noktasına geldiği için ilk ve son kez mağlubiyete uğramıştı. Yenilgi sonrasında Pyros, İtalya’da daha fazla kalmanın bir anlamı olmadığına kanaat getirecek ve kumandanlarından Milon’u bir miktar kuvvetle birlikte Tarentum’da bırakarak ülkesine geri dönecektir. M.Ö. 272’deki ölümü sonrasında bu kuvvetler de memleketlerinin yolunu tutacak ve korumasız kalan Tarentum, kısa bir süre sonra Roma tarafından ilhak edilecektir. Böylelikle Roma, bir kez daha düşmanlarının küçük hesapları neticesinde kurtulacaktır. Yarım asır kadar sonra Hannibal da Roma’ya benzer nedenlerden dolayı ölümcül darbeyi indiremeyecektir. Zira Kartaca’daki muhalifleri, Hannibal’a beklediği destek kuvvetleri göndermeyecek ve toparlanan Roma, önce Hannibal’ın, arkasından da Kartaca’nın sonunu hazırlayacaktır.