Tüm çocuklarına dünyanın
Babalı çocuklar dilerim,
Doyasıya yaşayabilsinler diye
Çocukluklarını.
Doyasıya efelensinler diye
Komşu çocuklarına.
Değil mi ki
Benim babam senin baban döver
Eve gelince,
Varsın sapanla kırılsın camlar
Tırmansınlar elma dallarına
Gönüllerince.
Ayşe Kulin’den babasına 80. yaş günü armağanı..
İÇİNDEKİLER
Suların Pekinde
Yorgun Akıyor Sular
Sular Küskün
“Baba” Nasıl Bir Sözcükse Sihirli
Ben de!
1983 yılındaydık. Babam bir ay sonra seksen yaşına basacaktı. Hayatında ilk kez tam anlamıyla emekli olmuştu. Artık yapı ve hidrolik tekniği dersleri verdiği üniversiteye de gitmiyordu, Evde, öğrencileri için geliştirilmiş teknikleri içeren mühendislik kitapları yazmak, çeviri yapmak ve kitap okumakla geçiriyordu günlerini. Mutlu olmadığını görebiliyordum. Mutsuzluğu hocalıktan ayrılmasından kaynaklanmıyordu. O, yıllarını bu ülkenin aydınlığa çıkmasına adamış ilk cumhuriyet kuşağının hüsranını paylaşıyordu sadece. Çünkü, ülkenin hedeflenen menzili değişmişti bir süredir.
Emekli olduktan sonra, yetmişli yıllarda yüksek okullarda ders verdiği için, gençlerin çatışmalarını çok yakından görmüştü. Eğitimin giderek seviye kaybettiğini de… Osmanlı’yı eriten irticanın, rüşvetin, yolsuzluğun hortladığına tanık olmuştu. Yepyeni bir Türkiye yaratmak üzere yok çıkmış insanların hayal kırıklığı gerçekten İç paralayıcıydı. Oturtmaya çalıştıkları tüm değerler altüsttü. 12 Eylül sonrasının ilk seçimlerine yaklaşıyorduk. Babamın neşesizliğini endişeyle izliyordum.
Ben şair değildim ama, o günlerde babamı özellikle mutlu etmek istediğimden, sekseninci doğum günü için ona bir şiir yazdım ve şiirimi aylık sanat dergilerinden birine götürdüm.
Yöneticiler bana, şiiri basacaklarını söylediler. Babamın doğum günü 1 Nisan’a rastlıyordu. Her ayın birinde satışa çıkan dergiyi, edebiyat sayfasında kızı tarafından kendi için yazılmış şiirle babama vererek, ona hoş bir sürpriz yapmayı düşünmüştüm.
1 Nisan sabahı erkenden koşup dergiyi satın aldim. Şiir basılmamıştı. Telefonla dergiyi arayıp sordum. O ay, araya ‘Anadolu Medeniyetleri Sergisi’ girdiği için şiire yer kalmamıştı. Bir sonraki ay basılacağına söz verdiler. Neyse ki şiirimi kaligraf dostum Yılmaz Özbek’e kocaman bir karton üzerine yazdırıp çerçeveletmiştim. Babama şiirini, önümüzdeki ayın sanat dergisinde de yer alacağı müjdesiyle birlikte verdim.
Şiir mayıs ayında da basılmadı. Keşke bana söz vermeselerdi de babama mahcup olmasaydım, diye düşündüm.
Babam mayıs sonunda hastalandı. Amansız bir yaşam mücadelesine girişti. Bilincinin yerinde olduğu ender zamanlarda, şiirin basılıp basılmadığını soruyordu. Ben de hep, “Söz baba, önümüzdeki ay dergide çıkacak şiir,” diyordum.
Ağustos ayında, yüzümü kızdırıp dergiyi bir kez daha aradım. Babamın çok hasta olduğunu, ona ithaf edilen bu şiirin, bu son armağanın, sayılı kalan günlerinde onu çok mutlu edeceğini sesim titreyerek anlattım.
Babam 30 Ağustos sabahı öldü. 1 Eylülde dergiyi aldım, şiir yine yoktu, iyi ki yoktu, çünkü babam da yoktu artık.
Kızının kendine yazdığı şiiri basılı görebilmek için, babamın üç ay boşuna beklemesi içimde hep ukde kaldı.
Onun hasta yattığı günlerde ve ölümünün hemen ertesinde, yüreğimden taşan duyguları yazıya aktarmıştım. Ama bu kez, sür forma tında. Çünkü, düz yazının tarife yermediği içsel coşkuları, şiir daha iyi dillendirebiliyordu sanki…
Bu kitapta okuyacağınız satırlar, ;iir niteliği taşımaktan çok, cumhuriyet dönemini coşkuyla yaşamı; bir babaya, kızının sevgisini ve saygısını içeriyor.
Kitabın basımının ‘Babalar Günü’nc denk gelmesi hoş bir rastlantı oldu.
On dokuz yıl sonra da olsa, bana, babama verdiğim sözü yerine getitme fırsatını tanıyan yayımcıma içten teşekkürlerimi sunuyor, kitabımı, çocuklarının sevgisini olduğu kadar saygısını da hak eden tüm babalara armağan ediyorum.
Kartpostallar gelirdi Anadolu’dan “Sana fındık aldım Ordu’dan, kekik kokuyor Yeşilırmak boyları. Müjde! Baraj bitmek üzere kızım…”
Can nasıl koştuysa peşinde bîr devin.
Ben de aynı duygular içinde
Saçları örgülü çocuk,
Kartpostal kartpostal peşinde mühendisin.
Bir kart daha:
“Küçük Menderes’in ordaki
Cennet bataktık
sulandığında, diz boyu ekin;
başak ve tütün
fışkıracak…” Başka kanlar…
“Sakarya üstünde Sarıyar Barajı” “Gediz”, “Demirköprü”, “Dicle” Yıl, bin dokuz yüz kırk altı Babam, dağ, taş ve nehirlerinde ‘Cumhuriyet’in.
Adı böyle geçerdi evimizde, onun elinde inşa edilen memleketin.
Hiç düşünmemişim etten, kemikten
bir canlı gibi babamı.
İnsanoğlu değil de
mavi gözlü bir dağ delme makinesi
coşku ve umuttan ibaret
bir alet sanki.
Küçücük bir çocukken
Nasıl betimlemişsem ülkemi
Bekçileri babam ve ben Anadolu’nun
Biz sorumluyuz korumakla Cumhuriyet’imi.
Böyle bir oyundayken baba-kız, umutlu, coşkun
Birden düşü verdik bozguna Başladı korkunç yalnızlığımız.
….