Editörün Notu: Matbaada 10.000 kitabımıza el konduğunda, toplumumuzda ar ve haya duygularını incitenlerin içinde, yazar ve sanatçıların bulunmadığını belirtmiştim. Siyaseti ve iş dünyasını kirletenleri, “ar ve haya duygularını” incitenleri ahlâk ve etik felsefe perspektifinden resmetmenin suç olmadığına olan inancımı tekrar tekrar belirtmek istiyorum.
Kitabımız kimlerden övgü alıyor? Demokrasi kültürünü hazmetmiş iş çevrelerinden övgü alıyor, aydınlardan övgü alıyor. Kimler rahatsız? Siyaset ve iş çevrelerinde maddi ve manevi kirlenmeyi yaratanlar rahatsız. Paralı ve lüks bir hayat uğruna her şeyin alınıp satılabildiğine inananlar rahatsız.
Bütün bu maddi ve manevi kirlenmeyi yaratanlar ar ve haya duygularını zedelemiyor da; bütün bu olup bitenleri yepyeni prizmadan geçirerek resmeden bizler mi ar ve haya duygularını zedeliyoruz? Edebe davet ederken, “edepsiz olmak” bir yayıncı olarak ülkem adına incitiyor beni.
Kitabın toplatılmasını, düşüncenin özgürce ifade edilmesinin engellenmesi olarak gördüğümü, bir önceki baskıda ifade etmiştim. Kitabı, orijinal ve sansürsüz haliyle okuyucuya iletme kararlılığımı bilmenizi istiyorum demiştim. Şimdi hukuki zeminde de kitabımız özgür.
Mahkeme kararıyla bir sanat eserinin özgür kalmasını buruk bir sevinçle karşılıyor, değerlendirmenize sunuyorum. Düşüncenin özgürce ifade edilmesinin önündeki engellerin hiç varolmadığı Türkiye özlemimi ortak talebimiz olarak belirtiyorum.
Kendimi kendim kaybettim
Kendim ister kendimi
Kendime kendim gerekse
Bula kendim kendimi1
* * *
Ruhunu sat.
Hemen, bir an önce sat ve kurtul.
Nerede ve nasıl mı satmalısın?
Piyasa seni bulacak merak etme!
Ondan sonrası daha kolaydır.
Ruhunu sattığın anı unut. Büyük işadamları ilk gecelerini asla hatırlamazlar. Doğuştan işadamıysan zaten farkına bile varmazsın. Eğer zorlanırsan en kolay yol, o anı başarıdan başarıya koşacağın hayatının sevimsiz ama gerekli bir rastlantısı gibi görmendir. Zaman herşeyi değiştirdiği gibi o anın da manasını vicdanında değiştirecek.
“İyi bir tecrübe oldu”, diyeceksin.
“Gençlikti, geldi geçti”, diyeceksin.
“Neler gördüm, o acı yanında hiç kalır”, diyeceksin.
* * *
Sattığını çok ama çok zor geri alırsın. İhtiyacını bilirler, hissederler, sezerler. Üçe sattığını üçyüze vermezler adama. Saf ve temiz bir ruh. Parayla ölçülemeyecek kadar kıymetli. Ucuza kapatmışlar bir kere. Verirler mi? Unutma, alan da kurt bir işadamıdır. Belki o da kendi kaybettiğinin acısını çıkartıyordur.
İntikam mı? Sapıkça tatmin mi?
Malın kıymetini çok iyi bilirler. Asla konuşmazlar. Bu yaşlı iş adamlarının iç dünyaları; birbirinin üstüne devrilmiş ağaçlar, sarmaşıklar ve dikenlerle örülmüş karanlıklar, çığlıklarla dolu yağmur ormanları gibidir. Yabani. Girilmez. Anlaşılmaz.
* * *
Sattığını geri alamayacaksın. Almak istersen, herşeyini, ruhunu satarak elde ettiğin her şeyini, vermelisin. Büyük bir ihtimalle yine de geri alamayacaksın. Hoş, alsan da satılan mal gittiği gibi geri gelmez ki…
Sat ve kurtul. Bir daha geriye bakma.
Kaybedersin.
Böylesi bir geriye dönüş yoluna girmek yürek ister. Bu meydan iş dünyasına benzemez. Çok daha zorlu, acımasız ve kanlıdır. İş dünyasında aştığın zorluklar ve engeller, bu yolda vereceğin savaşın yanında hiç kalır.
Kaybedersin.
Her şeyini kaybedip ruhunu geri alamamak ise acıların en büyüğüdür.
Oysa ruhunu satmışların dünyasında kazanmak ne kolaydır! Herkese bir ödül vardır- bazen gerçek, bazen kandırmaca- yine de bir ödül, en azından bir teselli armağanı… Holding sahibi olamamışsan da, ufak, bir şirketle kendine toplumda saygıdeğer bir yer edinebilirsin, demek başkanlıkları yapabilirsin, sağda solda fikrin sorulur, bir iki defa yazıların çıkar. Ancak ruhunu alamadan döndüğünde, en ufak en mütevazı ödül bile, iş dünyasında yiyeceğin “başarısız” damgasına yeğdir.
* * *
Genç işadamı; ruhunu sattıktan sonra ruhlar pazarına asla geri dönme. Sana ilk ve belki de en önemli tavsiyem budur.
Kaybedersin.
* * *
Onyedi yaşımda Amerika’daydım. Bir hafta sonu, Libya’da büyük inşaatlar yapan S… Bey beni evine öğle yemeğine davet etti. New York siluetine hakim pencereler, şampanya rengi duvarlar… resimlerin üstünde spotlar… herkese ismiyle hitap eden beyaz garson… uzun boylu, omuzları açık elbiseler içinde kızlar…
Yemekte evin hanımı beni P… Üniversitesi’ne kabul edildiğim için tebrik etti. Herkes uzun bir “ooo” çekti ve bana gibi gözükse de aslında P… Üniversitesi’nin görkemine kadeh kaldırıldı. Ve evin hanımı dönüp ne okuyacağımı sordu:
“Ekonomi” dedim…
“Ve tarih”.
-Tarih mi! Bir erkek için zayıf değil mi?
O anda kalkıp masanın üstüne çıkmalıydım. Karşımda oturan büyük kızının önüne çömelip ağzına ….. Omuzları açık elbisenin içine üstten elimi……Döndürüp oracıkta…….
Kulaklarıma kadar kızardığımı hatırlıyorum.
Ne dediğimi ise hiç hatırlamıyorum.
Sonra P… Üniversitesi’nde tarih okudum. Ama ilk defa o yemekte cinsel tacize uğradım.
Ruhumu ise çok sonraları sattım.
Bugünün Kahramanları
Her devrin en cazip kadınları kimlerle çiftleşmek istiyorlarsa, o günün kahramanları o erkeklerdir. Kadın, on milyon yıllık bilinçaltıyla, çocuklarının babasını toplumun en güçlü erkekleri arasından seçer.
* * *
Neanderthal kadını için en çekici erkek, mağaraya en çok et getiren genç avcıydı. Ortaçağda zırhlar içinde kaba saba, iriyarı şövalyeler; Rönesans Kalyasında ise zırhından sıyrılmış zarif, ince yapılı saray prensleri gözdeydi. Onsekizinci yüzyıl Fransız şatolarında, soylu olmayan burjuva şairler; ondokuzuncu yüzyılda müzisyenler; yirminci yüzyıl başlarında ise Paris ressamları bütün kadınları götürürken; bize daha yakın altmışlı ve yetmişli yıllarda en yatağa atılır erkekler Marksistler arasından çıkardı. Üniversiteden sonra babamın işlerine devam edeceğim diyen genç adam abazanlıktan kıvranırdı. Peki, bugünün en cazip kadınları; mankenler, modeller, güzellik kraliçeleri, TV sunucuları, radyo DJ’leri, sosyete dergilerinin kızları kimlerle beraber oluyorlar?
Evet genç işadamı; mesleğinin en çekici yanlarından biri de budur. Ve herkes biraz da bu yüzden sana benzemeye çalışıyor. O herşeyi bilen köşe yazarları, doğal hayatı koruma dernekleri başkanları, sendikacılar, mimarlar, ressamlar, besteciler herkes ama herkes sana imreniyor. Senin kızlarınla yatmak, senin çıktığın Atlas Dergisi seyahatlerine çıkmak, senin gibi her akşam bir yerlere davetli olmak istiyorlar. “Şişmanım, kısa boyluyum, kültürsüzüm, sadece param var, herşeyi yüzeysel biliyorum” diye komplekslere kapılma. Günümüzün kahramanı sensin.
Sen… Sen… Sen.
Atlar, mankenler, Fransız şarapları, Havana puroları, iş yemekleri, siyasi sohbetler, resim koleksiyonları, deniz, kum, kar her şey senin için. Olumlu, çağdaş, avant-garde ne yapılıyorsa sen başlattın. Seni en itici bulanlar dahi, hem senden nefret ediyorlar hem de seni istiyorlar.
Odi et Amo
(Hem nefret ediyorum, hem seviyorum.) 2
Evet, nefret ediliyorsun ama yine de herkes seni seyretmeyi tercih ediyor. Kuyruklu bir yıldız gibisin. Yaşlı teyzeler, Kore Harbi gazileri, Doğu Anadolu köylüleri bile sana hayran.
Yeni yüzyıl kahramanı sensin.
* * *
Yeni Yüzyıl Kahramanı!
Zannetme ki, sadece senin zenginliğine ve parana imreniliyor. Zenginin sadece parasına ve servetine imrenilip, şahsiyetini küçümseme devirleri geride kaldı. Eskiden bir insan, özellikle kendi “sözde”, emeği ile zengin olmuşsa, şahsiyeti alabildiğine aşağılanırdı. Şimdi ise gıpta edilen şey yalnızca senin paran değildir. Senin işadamı şahsiyetine de imreniliyor.
Yeni Yüzyıl Kahramanı!
Gençlerin modeli ve toplumumuzun örnek kişiliği artık sensin.
Yalana Giriş
En büyük hile dürüstlüktür.
* * *
En büyük yalanını, “Ne kadar doğru konuşuyor, ne kadar dürüst ve açık bir adam” dedikleri zaman söylemelisin.
* * *
Yalancı ve ikiyüzlü olmalısın. Böyle olmadığına herkesi inandırabilmenin yolu ilk önce kendini inandırmaktan geçer. Bunu başaramayıp, yalan söylediklerinin farkına varanlar “dürüst adam” olarak tanınamazlar. “Rolünü yaşamalısın.” Asla, ama asla “rol yapmamalısın.” İşte dünyanın en usta yalancıları.
* * *
En iyi aktörler gibi en büyük işadamları da Allah vergisi bir yetenekle doğarlar. Bu doğuştan gelen hediyeyi yüksek bir eğitim ile birleştirebildikleri zaman, yalancılığın ve ikiyüzlülüğün maestroları, virtüözleri ortaya çıkar. Usta işi bir yalancılık; yıllar sürecek bir özüne yabancılaşma ve kendini kendine unutturacak derecede dehşetli bir nefis terbiyesidir.
Genç işadamı; sen buna hazır mısın? Dikkat et, aktörlükten de zordur bu iş. İyi aktörler ancak bir film çekimi müddetince kendi benliklerinden uzaklaşırlar. Bir işadamı, hele en tepelere oynayan bir işadamı, ruhunu bir ömür boyu geri almamacasına terkeder. Bir gün “bu filmde artık oynamak istemiyorum” dersen rezil olursun.
“Peki, diyelim ben kendimi kendime unutturdum. Ya seyirciler?”
Merak etme genç dostum, onlar iş dünyasını halen hayatın kendisi zannediyorlar. Filmi senden daha fazla ciddiye alıyorlar.
* * *
İşadamlığını üçten alıp beşe satmak zannetme. Onu yapan adama tüccar denir. Her tüccar ise işadamı değildir. Fabrika yöneticiliği, banka müdürlüğü de işadamlığı değildir.
İşadamlığı bir meslek değildir. Bir tavırdır. Şahsiyettir.
* * *
Genç işadamı; sen bir sanat danışmanı, reklamcı, mimar hatta gazeteci veya köşe yazarı olmak isteyebilirsin. Ancak seçtiğin kariyerde yükselmek, herkesin taptığı “başarı ve şöhrete” ulaşmak istersen, bir işadamına verilebilecek öğütlerle sana verilecek öğütler arasında bir fark olamaz. Çünkü bugün bütün meslekler ve hünerler bir tek ahlâki standart altında toplanmıştır -işadamlığı. Önce işadamı olmalısın ki; şöhretli, başarılı ve “kendini gerçekleştirmiş” bir köşe yazarı olabilesin. Mesela:
“Kalemini kır ama satma”, derler.
İşadamlarının çok iyi bildikleri gibi satmanın ve satın almanın kırk türlü şekli vardır. En usta işi satın almalarda paranın lafı bile edilmez.
“Al şu yüz lirayı ve kes sesini”
Bu devirler geçti artık.
* * *
Yalan söylerken korkma. Yalanma inanmamaktan kork.
* * *
Tekrar ediyorum. En büyük hile dürüstlüktür.