Deneme

Montaigne – Denemeler

Montaigne ülkemizde pek tanınmış olmamakla birlikte bu çevirileri uzun bir önsözle vermeye cesaret edemedim, bunu gerekli görmedim. Çünkü Montaigne eserini zaten kendisini tanıtmak için yazmış. Onunla okuyucu arasına girecek olan herkes boş sözler söylemek tehlikesine düşer.

Üstelik de Montaigne’in Türk okurlarına hiç de yabancı gelmeyeceğini sanıyorum: Çünkü yeni Avrupa’nın ana kaynaklarından biri olan bu büyük düşünce kaynağının bize Avrupa’dan gelen her kitapta biraz payı vardır. Yeni düşünce, insan bilincinin insanı ve doğayı serbestçe tanımak çabası ise, Montaigne bu çabanın ilk büyük hamlesidir.

Bugün bizim de kavuştuğumuz serbest düşünceye o, dört yüzyıl önce ve bizim uyanış devremize birçok bakımlardan benzeyen coşkun bir dönemde kavuşmuştur. Bugünkü Türkçe gibi değişen kıvrak ve başıboş bir dille; şimdi anlamları çok değişmiş taze Fransızca sözcüklerle, halk deyimleriyle yazılmış olan Denemeler, çeviriye en az elverişli kitaplardan biridir.

Bu çevirileri iddialı birer örnek olarak değil, birer deneme olarak veriyorum. Parçaların seçilmesi de daha çok gelişigüzeldir. Montaigne’den yapılacak her seçme, ister istemez, keyfi ve eksik olacaktır. Bunlar, Denemeler’in ötesinden berisinden koparılmış düşüncelerdir. Montaigne’in bahçesinden her geçişte insan çok değişik demetler yapabilir. (1940)

Tercüme Dergisi’nde başlanmış olan bu çevirilere, 1940’ta yazmış olduğum bu kısa önsözü uzatmak niyetinde değildim. Fakat Montaigne üstüne okuduğum bir yazı üzerine okurlara bir iki söz daha söylemek hevesine düştüm. «La Nouvelle Revue Critique»te Henri Gillemin, Montaigne’in Denemeler’de kendini tanıtmak gibi olanaksız, gereksiz bir işe giriştiğini, böyle yapmakla da işten kaçmış, kusurlarını düzeltecek yerde itiraf etmiş olduğunu söylüyor.

Denemeler onyedinci yüzyıldan beri buna benzer hücumlara uğrar. Fransa’nın başına gelen felaketlerin nedenini Montaigne ve benzeri yazarlarda bulanlar bile olur. Montaigne insanda iman bırakmazmış, okuyanı sistemli bir düşünceye gitmekten alıkoyarmış, hayattan uzaklaşıp, tembelliğe, uyuşukluğa götürürmüş.

Gerçekten Montaigne kent hayatından kaçmış, Denemeler’i keyfi için yazmış, onu okuyanların imanını sarsmıştır; fakat bunu öyle bir zamanda yapmıştır ki, insanın oturup serbestçe düşünmesi işlerin en gücü, kendi keyfi için yazı yazmak, gerçeği bulup göstermenin belki tek yolu; insanların ruhlarındaki iman da yıkılması, değişmesi gereken cinsten bir imandı.

Montaigne hep kendini anlatıyordu; ama kendini anlatırken insan düşüncesini yeni bir yola sokuyor, köhne inanışları, doğaya, akla aykırı alışkanlıkları, safsataları baltalıyor, dünya sevgisine, bilimsel düşünüşe, gerçekçi edebiyata yol açıyordu. Bir insanda bütün insanlığın sorunları bulunduğuna inandığı için kendini anlatırken, yalnız kendini düşünmüş olmuyordu.

Kendini değil de başkalarını anlatmış olsaydı, Denemeler’de yine aynı düşünceler aynı duygular olacaktı. Onun zamanında kendini, insanlığı ve doğayı keşfe çıkmak, cüret, iman ve çaba isteyen bir işti. Fransa böyle bir girişimden zarar görmüştü demek, tutucu, dindar, bir Fransa daha mutlu olacaktı, demeye varır.

Doğrusu böyle bir Fransa ve böyle bir dünya isteyenlere Montaigne’i beğendirmek güçtür. Gerçi Montaigne’de türlü türlü düşünceleri, ileri geri bütün siyasi inançları destekleyen, ya da öyle görünen düşünceler bulunabilir.

Onda bir taraflı, sistemli sürekli bir görüş olmadığı için bugün çeşitli yollara ayrılmış olan insan düşüncesi onu istediği yana çekebilir; ama hiçbir zaman çekilemeyeceği taraflar vardır: Bunlardan biri doğa ötesi, biri de bağnazlıktır. Denemeler’i okuyan şu iki dersi almamazlık edemez: Doğanın istediği gibi düşün ve yaşa; hiçbir kitabın, hiçbir doğanın kölesi olma.

Aldanmıyorsam Batı kültürünün Montaigne’den bugüne kadar ki gelişmesi genel olarak bu iki derse sadık kalmıştır. Ancak aşırı ideolojiler az çok bağnazlığa muhtaç oldukları için Montaigne pek işlerine gelmez. Tek taraflılığı küçümseyen bu adamın, halkta kendi doktrinlerine karşı kuşku uyandırmasından çekinirler.

Oysa Montaigne’den ders almamış, yani doğa ötesinden ve taassuptan kurtulamamış bir düşünce körükörüne bir partiye ancak kul olarak hizmet edebilir, yaratıcı, geliştirici güç olarak değil. Montaigne’in işi, diğer hümanistler gibi yeni düşüncenin ana yolunu açmak oldu; üst tarafını başkaları düşünecekti; düşündüler, daha da düşünecekler.

Şurası kesin ki Montaigne her zaman düşüncemizin çemberlerini kırmaya, kendi kendimizi eleştirip aşmaya yardım edecek. Gerçi Denemeler’de yeniliğe, yıkıcılığa, devrime karşı sözler vardır. Montaigne toplumun düzenini birdenbire değiştirmenin ortalığı tümüyle karıştıracağına inanır; fakat korktuğu şey yenilik değil, kargaşalıktır.

Bir de eski değerlerin büsbütün ortadan kalkmasına razı değildir. İnsanlığın vardığı olumlu sonuçların yeni hayata mal edilmesini ister. Krallığa ve kiliseye gösterdiği saygıya gelince, bu saygı içten de olsa her iki kurumun temellerini yıkmakta Denemeler’den daha iyi bir silah icat edilmemişti. Bütün sorun kralların ve papaların herkes gibi bir insan olduklarını, herkes gibi iyi ya da kötü olabileceklerini, insan aklının onları sorguya çekebileceğini insanlara anlatmaktı; üst tarafı kolaydı.

Montaigne’in içtenliği üstüne çok şey söylenebilir. Alçakgönüllülüğünün sahte, itiraflarının yapmacık olduğundan sözedilebilir: Ama hangi yazar ondan daha içten olabilmiştir? Aslında içtenliğin ne demek olduğu da pek belli değildir. İnsan ne yaparsa yapsın kendini tam olduğu gibi anlatamaz. O kadarını kendi de bilmez.

Montaigne bu konuda öncü olmak, elinden geleni yapmak ve herkesi olabileceği kadar içten olmaya çağırmakla görevini yapmıştır. Kendilerini anlatanlar arasında ondan daha ileri gitmiş yazar da hala pek yoktur. Denemeler’i tam olarak çevirebileceğimi sanmıyorum. Bunu daha sabırlı ve daha yetkili bir çevirici er geç yapacaktır.

Ben sadece derlemeler yapmak ve bundan sonra bir cilt daha vermek niyetindeyim. Latince sözleri Fransızca çevirilerinden çevirdim ve asıllarını merak eden olur diye metinden ayırmadım. Önsözlerden sonra Montaigne’in hayatına ait bilgiler bulacaksınız. Değişik tarihlerde yapılmış olan bu çevirilerdeki dil, deyim tutmazlıklarını okurların hoş görmesini dilerim. (1950)

Montaigne Avrupa’ya serbest düşünmesini öğretmiş olan adamdır, demek fazla büyük söylemektir, ama böyle bir söz olsa olsa Montaigne için söylenebilir. On altıncı yüzyılda serbest düşünmek, babadan kalma, donmuş, su götürmez düşünce kalıplarını zorlamak, başka türlüsünü düşünmeyi kimsenin göze alamadığı inanışların doğruluğundan kuşku duymak hastalıklardan dinlere, adetlerden kanunlara kadar insan hayatının her yönü üzerinde kendi aklının ışığıyla yeni baştan düşünce yürütmekti. Buysa o zaman tek başına Amerika’yı keşfe gitmek gibi bir işti.

Gerçi Rönesans Avrupası’nda bu iş artık olanaksızlıktan çıkmış, okur yazarlar bir yandan dünyanın, bir yandan da Yunan ve Latinlerin daha iyi tanınmasıyla insanoğlunun türlü türlü düşünmesi olanağı bulunduğunu öğrenmiş, yer yer, zaman zaman hocadan izinsiz düşünme denemelerine başlamışlardı.

Fakat bütün hayatını bu denemelere hasreden, kendini serbest düşüncenin deney tahtası haline getiren ilk adam Montaigne oldu. Gerçekten de Montaigne yalnız Denemeler’ini yazmak için yaşamış gibidir. Bundan başka kitabı olmadığı gibi hayatının da bu kitaptan başka serüveni yoktur. Ben kitabımı yaptığım kadar da kitabım beni yaptı der.

Denemeler’in yazıldığı yirmi yıl içinde (1572’den 1591’e yani ölümüne kadar) Montaigne kendini kitabına, kitabını kendine göre ayarlamakla uğraşır. 1581-1585 yılları arasındaki Bordeaux kentinin Belediye Başkanlığı onu kütüphanesine ve Denemeler’ine daha fazla bağlamaktan, kendi kendini işleyen ve geliştiren düşüncesine yeni ip uçları getirmekten başka bir işe yaramamıştır.

Özellikle son yedi yıl içinde Montaigne Perigord’daki küçük şatosunun kulesine öyle kapanmıştır ki ülkesini kasıp kavuran en kanlı din kavgaları, evine kadar sokulan eli bıçaklı insanlar bile onu telaşa düşürmemiş, köşesinden ve kitabından ayırmamıştır.

Daha önceki hayatı da çok sevdiği ve saydığı bir babanın akıllıca yönetimi altında Denemeler’in hamurunu yoğurmakla geçmiştir. Doğar doğmaz özellikle köylüler arasına gönderilen, gözlerini, Rönesans gibi Denemeler’in de anası olan doğanın şımartılmaz şefkati içinde açan Montaigne o zaman insan düşüncesini besleyen bilgileri en sağlam, en köklü bir şekilde veren düzenli, özenli bir öğretim gördü.

Babası kendisine Latince’yi ana dilinden önce öğretecek kadar ileri gitmişti. Denemeler’de Montaigne’in Eskiler’le o kadar senli benli olması bu hazırlık sayesindedir. Montaigne’in gençliğinde öğrenme hazzının dışında bulduğu en büyük sevinç kaynağı Etienne de la Boetie ile olmuş. Kaldı ki düşüncesinin bereketini artıran bu dostluk da, La Boetie’nin genç yaşta ölümünden sonra Denemeler’in duygu ve düşünce kaynaklarından biri olmaya yaramıştır.

Montaigne bütün Fransızlar gibi yerine yurduna bağlı olmakla, dönüp dolaşıp doğduğu yere dönmekle ve orada ölmekle birlikte, peteğine çok uzaklardan, bütün dünyadan bal taşıyan bir düşünce arısıydı. Yeni keşfedilen Amerika’dan Türk padişahının sarayına kadar her yerde olup bitenlerin meraklısıydı. Önsözünde yalnız ailesi için yazdığını söylediği kitabında, karısından, doğup doğup ölen kızlarından hemen hiç sözetmeyen Montaigne, bu içine kapanmayı herkesten iyi bilen adam, hep dışarıyla, başkalarıyla uğraşır.

Kendini dünyadan koparıp tek başına kalmayı bilen de o, Avrupa’da dünya vatandaşlığının ilk ve en açık sözcüsü de odur. Bakın ne diyor: «Bütün insanları hemşerim sayıyorum. Bir Polonyalı’yı tıpkı bir Fransız gibi kucaklıyorum. Dünya ile akrabalığımı kendi milletimle akrabalığımdan üstün tutuyorum. Doğduğum yerin pek o kadar heveslisi değilim. Kendi düşüncemle vardığım yeni bilgiler bana, sırf raslantılarla edindiğim hazır ve gelişigüzel bilgilerden daha değerli gelir.

Kendi kazandığımız temiz dostluklar nerde, iklim ve kan dolayısıyla bağlı olduğumuz dostluklar nerde! Denemeler KENDİNİ TANI ilkesinin bütün bir ömre uygulanmasıdır. Bu bakımdan Montaigne, Sokrates’i Platon’dan çok daha iyi anlamış sayılabilir. Hiç kimse kendi kendini onun kadar sabırla, inatla, dikkatle gözetlememiş, en gizli, en ele avuca sığmaz hallerini yakalamakta onun kadar tetik davranmamıştır.

Hayatın bütün hazları gibi uykusuna da pek düşkün olan bu adam, kendi kendini uyur ve rüya görür halde yakalayıvermek için uşaklarına gece onu birdenbire uyandırmalarını tembih edermiş. Bizim şeyh Galib’in: Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen sözünü mistik anlamından soyarsanız tam Montaigne’in kendi kendine söyleyeceği şey olur. Her insanda bütün insan halleri vardır, diyor kendisi de.

Bununla birlikte aynı Montaigne kendi dışına çıkmak demek olan okumayı ve gezmeyi bir aşk haline getirmiş. Gezilerde en çok sevdiği şey, yabancı bir yerde uyandığı sabahlar, yepyeni şeyler göreceğini düşünüp sevindiği an olurmuş. Bildiği yerlere pencereden bakmak bile ona sıkıntı verirmiş. Kitaplarını da tıpkı gezer gibi okurmuş:

Okumuş olmak için değil, yeni ufuklar, yeni lezzetler, yeni düşünceler bulmak için. Tekrar tekrar okuduğu kitaplarda, her kez yeni yeni bir şeyler bulması, onları dilediği zaman dilediği bir yerinden açıp okumasından ileri geliyor. Ondan çok kitap okuyan olmasın; buna karşın düşünürken duyarken kim onun kadar kitaplardan sıyrılmasını bilmiştir. Gerçi Denemeler adım başında başkalarından alınmış sözlerle doludur.

Fakat bu sözlerin ne kadar benimsenmiş, ne kadar yaşanmış olduğunu göreceksiniz. Bilgiçlik taslayanlar bile başkalarından bu kadar bol alıntı yapmadıkları halde, Montaigne’in bilgiçlik tasladığı hiçbir okurun aklından geçmez. Bilgiçlerin ilk ve amansız düşmanı da o değil mi zaten? Montaigne’in Avrupalılara öğrettiği en önemli yollardan biri de kendi düşüncemizi başkalarının düşüncesiyle zenginleştirmesini bilme yoludur.

İnsan Denemeler’i okurken derelerin ırmakta, çiçeklerin balda erimesine benzer bir düşünce kaynaşması, yoğrulması görür gibi olur. Montaigne’in bir tek insanda bütün insanlığı dile getirmesi, kimseye benzemeden herkes olması, dünya ile bağdaşıp kendine özgü kalması kuşkusuz biraz da, hatta çokluk da, eşsiz, diri, kıvrak, tadına doyulmaz dili, düşüncesiyle, teklifsizce sarmaş dolaş olan söyleyişidir.

Aslında Dante’nin İtalyanca’da, Cervantes’in İspanyolca’da, Shakespeare’in İngilizcede yaptığını Fransızca’da yapmış, halkın, sokağın diliyle her düşüncenin, ne kadar derin, ne kadar ince olursa olsun pekala söylenebileceğini kanıtlamıştır. «Ah, keşke Paris’in sebze pazarında kullanılan sözcüklerle konuşabilsem der Montaigne ve Platon’un düşüncesini anlatırken o sözcükleri kullanmaktan çekinmez.

Bütün yaşanmış, gerçek düşünceler gibi Montaigne’in düşüncesi de çokluğun kullandığı dile başvurmuş, herkesin konuşmasına uymakla kendi rengini yitirmemiş, tersine daha fazla bulmuştur. Denemeler’in her satırında Montaigne babacan bir eda ile hep SERBEST DÜŞÜN, RAHAT SÖYLE der gibidir.

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Asaf Halet Çelebi – Bütün Yazıları

Editor

Tzvetan Todorov – Edebiyat Kavramı ve öteki denemeler

Editor

İnci Aral – Yazma Büyüsü

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası