Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin önemli adlarından Asaf Hâlet Çelebi (1907-1958), otuzlu yılların sonundan ölümüne kadar geçen süre içinde yazdığı şiirleriyle geniş bir ilgi alanı yaratmıştır.
Bu ilgi alanı, farklı yaklaşımları, beğeniyi ve eleştiriyi birlikte içerir. Özellikle, Türk şiirinde köklü değişiklikleri gerçekleştiren yeni oluşumların görüldüğü kırklı yıllarda daha çok eleştirel değerlendirmelerle karşılaşmıştır onun şiirleri.
Öyle ki, yine aynı dönemde oluşan Garip hareketinin üyesi Orhan Veli Kanık ile birlikte, eski kuşakların en çok alay ettiği iki şairden birisi olur.
Bu alaylarda, onun şiirlerindeki, anlamsız ve saçma olarak nitelenen kimi sözlerin varlığı önemli rol oynamıştır. Arap, Fars ve Hint kültürlerinden kaynaklanan bu sözler, aslında Çelebi’nin şiirlerinin karakteristik özelliğini sağlayan, onun doğulu kimliğini belirginleştiren temel ögelerdir.
Asaf Hâlet Çelebi’nin şiiri büyük ölçüde doğu mistisizminden beslenmiştir. Fransızcayı da çok iyi bilen şair, doğulu bir aile ve kültür çevresinin içinde yetişmiş olmasının da etkisiyle Arapça, Farsça, Hintçe ve Sanskritçe gibi doğu dillerine geniş ilgi duymuş, bu dillerde yazılmış olan önemli eserleri özgün metinlerinden okuyup anlayabilecek bir düzeye ulaşmıştır.
Beslendiği bu kültür evreni, Asaf Hâlet Çelebi’nin salt şiirlerine yansımakla kalmamıştır. O, poetik yazılarını ve çok çeşitli konuları kapsayan makalelerini de bu temel üzerine kurmuştur.
Çelebi’nin ilk yazıları 1938 yılında Ses dergisinde yayımlanmıştır. Bu yazıların belirgin özelliği, mensur şiir ya da şiirsel metin tarzında olması ve şairin hayal dünyasındaki mistik, olağanüstü evreni önceleyen yapıyı yansıtmasıdır.
Şair, doğu kültürü üzerindeki birikimini kaleme almaya da yine bu sırada yönelir. Sayıca az olmakla birlikte, doğulu sanatçılara yönelik incelemeleri ve kitap tanıtma yazıları otuzlu yılların sonunda görünmeye başlamıştır.