İnsanlar da kediler gibidir, evlerine bağlanırlar. Ama hayat çoğunlukla bu bağlanmaya izin vermez. Üstelik insan ömrü, kedi ömründen çok uzundur. Bir eve taşıdığınızda, hemen yerleşmeye girişirsiniz, sanki bir daha hiç taşmmayacakmış gibi.
Sonra “göç” gelip yine kapınıza dayanır. Üzüntüyle toplanmaya başlarsınız. Ayrıldığınız, basit bir mekân değildir. Ömrünüzden bir şeyler bırakırsınız o evde. Filistinli Ebu Suut el Haravi, “evinden kaçmaya zorlandığın için utanma” diyor.
Türkçede tam öyle değil ama birçok dilde “ev”, yaşanan yurdu da temsil ediyor. Gittikçe azalan aile fertlerinin birlikte yaşadığı aile ocağını terk edeli yaklaşık otuz beş yıl oluyor. Neredeyse on beş yıl geçecek, “yurt” anlamındaki “ev”den kaçmak zorunda kalışımın üzerinden. Utanmıyorum. Kader de utanmasın. Utanması gereken başkaları var.
Yıllar sonra, 2002’de, “ev” e döndüğümde artık ana evi yoktu. Buna rağmen, başımı yastığa huzurla koyabildiğim, insan sıcaklığındaki çok sayıda ev karşıladı beni. Necmiye’nin, Orhan’ın, Hasan’ın, Sarı Murat’ın, burada adlarını anmadığım diğer arkadaş ve yakınlarımın evleri ana ocağımı aratmadı.
Belki diyorum, bu evlerdeki kısa konukluğum sırasında doğdu bu kitabı yazma fikri. “Ev”e dönmüş, ruhsal akrabalarıma tek tek ulaşmaya başlamıştım. Sesleri kulaklarımda, kokuları ve anıları belleğimdeki o eski evlere, bir zamanlar birlikte yaşadığım, çoğu artık hayatta olmayan yakınlarıma dönmenin de zamanı değil miydi?
Daha sonraları annemden (Nihal Zileli) dinlediğime göre, beni doğurmamak için o zamanın olanakları içinde epeyce direnmiş. Birtakım iğneler yaptırmış, eşin dostun tavsiyesiyle bazı kocakarı ilâçları bile denemiş. Ama ben, Nuh demiş, peygamber dememişim.
Ne varsa burada, dünyaya gelmek için olağanüstü direnç göstermişim. Annem, “katır inadımın”, dünyaya gelmek konusundaki bu direncimle bağlantılı olduğunu söylerdi. Aslında, o zamanın modem, kentli, çekirdek ailesi için ben gerçekten de biraz fazla kaçmıştım.
Üstelik ağabeylerimle aramda epeyce yaş farkı vardı. Babamın ilk çocuğu, 1930 doğumlu Nejat (Zileli) ağabeyimi söz konusu bile etmiyorum, Turgay (Zileli) ağabeyim benden tam on üç, Can (Zileli) ise dört yaş büyüktü.
Çan’la aramızdaki yaş farkı neyse de, Turgay ağabeyimle olan fark hayliceydi, bir iki yıl daha eklense ve köy yeri olsa, benim yaşımda bir çocuğu bile olabilirdi. Bu yaş farkına rağmen, daha sonraki yıllarda onunla çok iyi arkadaş olabilmemiz, ruhsal yapılarımızdaki benzerlikle ilgiliydi.