“Bir çağın vicdanı olmak isterdim; bir çağın, daha doğrusu bir ülkenin. İdrakimize vurulan zincirleri kırmak, yalanları yok etmek, Türk insanını Türk insanından ayıran bütün duvarları yıkmak isterdim. Muhteşem bir maziyi daha muhteşem bir istikbale bağlayacak köprü olmak isterdim; kelimeden, sevgiden bir köprü… Ben bu mazlum medeniyetin sesi olmak istiyorum… En büyük tehlike, uzun zamandır müptela olduğumuz yobazlık. Bize düşen, dertlerimizi ömür boyu gönüllerinde taşıyan insanlara sevgiyle eğilmek ve “hödük” idrakimize hata gibi kusurları cımbızla ayıklamaya kalkışmamak. Türk insanı irfandan önce sevgiye ve anlayışa muhtaçtır.”
Cemil Meriç
Sunuş: Cemil Meriç’e davet
Cemil Meriç’in basılmış eserlerinden bir seçmeler kitabı hazırlamak daha önce aklımdan geçmiş miydi, bilmiyorum. Ne yalan söyleyeyim, benim gözüm, Ahmet HamdiTanpınar’daydı. Ta ki bir yayın kurulu toplantısında kendisine “tabiî olarak” babası Cemil Meriç’ten bir seçmeler kitabını hazırlamasını teklif ettiğim kızı Ümit Meriç hanımefendi teklifimi nazikçe reddedinceye kadar. Gerekçesi de, çocukluğundan beri iliğine kemiğine işlemiş bulunan ve içinde haşir neşir olduğu babasının metinlerinden bir seçme yapmasının, onları şu iyi, bu iyi değil diye ayırmasının mümkün olamayacağıydı. Bu yüzden bir başka yazara, benim gözdem olan Ahmet Hamdi Tanpınar’a talip olduğunu beyan etti. Nitekim Selma Ümit Karışman’la birlikte hazırladıkları Ebediyetin Huzurunda Ahmet Hamdi Tanpnar adlı kitap 2000 yılında basıldı.
Benîm için bu haklı gerekçeye karşı çıkmak, takdir edersiniz ki, pek kolay değildi. Bunun üzerine bir tür “becayiş” yapmaya karar verdik: Ben Tanpınar’ı kendisinin mahir ellerine teslim edecektim, Ümit Hanım da, babası hakkında bir seçme hazırlama görevini fakirin ellerine tevdi edecekti. Böylece 1982 yılının başlarında Cemil Meriç’in Göztepe Tütüncü Mehmet Efendi Sokağı’ndaki evinde başlayan dostluğumuz, bu defa babası hakkında yapacağım bir çalışma ile yeni bir boyut kazanmış olacaktı, iste ilk baskısı 2001 yılında yapılan Düşüncenin Gökkuşağı’nın ardından 2004 yılında Sezai Coşkun ile birlikte yayınlayacağımız Bulutları Delen Kartal: Cemil Meriç İle Söyleşiler adlı kitap da, o gün Ümit Hanım tarafından ellerime uzatılan bu emanetin müteakip adımı olacaktı.
Cemil Meriç’in zaten yıllardır okumakta olduğum külliyatını elinizdeki çalışma için bir daha okurken ilginç tecrübeler yaşamadım değil. Bugün dillendirdiğim pek çok iddianın arkasında onun ateşten cümlelerini bulmak şaşırtıcı ve aynı zamanda keyifli bir keşif yolculuğuna dönüştürdü çalışmamı. Üstelik kitaplarında sözünü ettiği yazarların bir kısmını, yeri geldikçe bulup okuduğumu söylemeliyim. Bu çalışma sırasında Belinski’yi, Voltaire’i, Maxime Rodinson’u, Edward Said’i, sekreteri sayın İzzet Tanju’nun ikazıyla bir başka ama yazar olan Mısırlı Tana Hüseyin’i, hatta kendisinin adını pek fazla zikretmediği ama yakın düştüğü Rene Guenou’un Hindu Öğretilerine Giriş’ini, Cevdet Paşa’yı, Tunuslu Hayreddin Paşa’nın En Emin Yolunu, Namık Kemal’i vs. yeniden tanıma fırsatını bulduğumu söylemeliyim.
Böylece bu kitabı hazırlarken Cemil Meriç’in yıldızlarla dolu bir kadroya sahip o ışıklı dünyasını yeniden keşfe çıktım. Umarım o dünyadan adına layık bir ışık demeti sunabilmişimdir sizlere.
Giriş kısmında da belirttiğim gibi, Cemil Meriç’in zengin birikiminin yaslandığı arkaplanı deşifre ederken o gizemli ‘Hatay gerçeği’ne eğilme fırsatını buldum. Bu fazla irdelenmemiş, bakir arkaplanın Cemil Meriç’i çağdaşları İçinde orijinal kılan renkli fikir dünyasının inşasına hangi yönlerden yardımcı olduğunu göstermeye çalıştım, Sanırım, elinizdeki kitabın Cemil Meriç araştırmalarına en önemli katkısı bu Hatay vurgusu olmalı. Ne var kî, onu bulunduğu fikrî ortama yabancılaştıran ve dolayısıyla farklılaştıran körlük faktörünü yeterince inceleme fırsatı bulamadığımı da belirtmeliyim.1
Dahası, bu “farklı” ve “aykırı” bakışlarıyla seçilen düşünürün hepimizin kanıksamış olduğu yığınla yanlışı nasıl yerle bir ettiğini, ezberleri usulünce bozduğunu da bu yeniden okuma sürecinde görmüş oldum. Mesela bizde “ilk tercüme roman” olduğu kanaati, Mustafa Nihat Özön’ün Türkçede Koman’ından beri sorgulanmadan tekrar edilegelen Fenelon’un Telemak adlı eserinin roman türüyle herhangi bir alâkası bulunmadığını, eserin aslında bir “nasihatnâme” metni olduğunu, Yusuf Kâmil Paşa’nın ise eseri Fransızcadan değil, Mısırlı Tahtavî’nin Arapça tercümesinden dilimize çevirdiğini… adeta bir cinayetin sırrını ortaya çıkaran dedektif gibi ilmek ilmek çözüşünü izledim soluk soluğa ve sizlere de onun bu sıradaki nefes alış verişlerini elimden geldiğince izletmeye çalıştım.
Tefekkür, yani sistemli ve derin düşünme genellikle soğuk, soluk ve heyecansız, hatta fuzuli bir iş gibi algılanır bizde. Oysa bir fikir adamının hakikate ulaşma çabasından daba heyecan verici pek az şey vardır dünyada. Balzac, Mutlak Peşinde’de bu temayı ustaca işlemiştir. Nitekim Balthazar’ı ölüm döşeğinden kaldıran haber, ömrü boyunca ulaşmak için çırpındığı mutlağın keşfedilmiş olduğu değil miydi?
Cemil Meriç, hakikatleri peşin olarak verilmiş kabul etmeyen, bir başka deyişle onlan çantada keklik olarak görmeyen ve ancak uzun ve sabırlı arayışlar sonucunda kendisine yaklaşabileceğimiz kısmî doğrular olarak gören, tarihi de, hayatı da, fikirleri de çizilecek bir ‘tablo’ gibi değil, çözülmesi gereken ‘problemler’ şeklinde yorumlayan nadir değerlerimizden biridir.
Cemil Meriç’le Tanışma ve Vedalaşma
16 Yaşında Bir Gencin Cemil Meriç’i Tanıması
O zamanlar kitaplarımın üzerine tarih atmakla ne iyi etmişim! Yoksa 12 Temmuz 1977 tarihinin 16 yaşındaki dünyama ne ağır büyük bir külfet yüklediğini, daha sonraki kültürel yönelişlerim açısından neredeyse bir “dönüm noktası” teşkil ettiğini nereden ve nasıl tespit edebilirdim bilmiyorum.
12 Temmuz 1977.., Bursa’nın o ağır ve rutubetli celâli sıcağının beynimizi rehavete gark ettiği günlerden biridir. Yıldırım Bayezid’in adını taşıyan camiye yakın bir yerde inşaatta marley döşemeciliği yapan çocuk, öğle arasında, Kurtuluş Caddesi’nde, öğretmen Hüseyin Kurt’un sahibi olduğu o dar ve karanlık Ülkü Kitabevİ’nde çay ve simitle Öğle yemeğini atıştırırken, dostu ve kitabevinin yöneticisi şair Nevzat Çalıkuşu ile şiirden memleket meselelerine kadar pek çok konuda tadına duyamadığı sohbetleri koyultmaktadır. Bir taraftan da gözleri raflarda gezinmekte, kendisine yeni avlar bulmaya çalışmaktadır.
Tam çıkıp gideceği gideceği sırada, Nevzat ağabeye, tavsiye edeceği kitaplar olup olmadığını sormak gelir aklına. Tabii ki birazdan veresiye alacağı iki kitabın, dünyasını ne kadar genişleteceğinden habersizdir. (Bu iki kitabı, yeni ve daha temiz baskılarını aldığı halde, hâlâ kütüphanesinin en mutena yerlerinde muhafaza etmektedir.) Kitaplardan birisi Necip Fazıl Kısakürek’in……………