Kitabın yazarı olan Amin Maalouf, Lübnan’da doğmuş ama hayatını Fransa’da geçirmiş Hıristiyan bir aileye mensup olduğunu belirtir ve kendi kimliğini şu cümleyle tanımlar: “Beni bir başkası değil de ben yapan şey, bu şekilde iki ülkenin, iki üç dilin, pek çok kültür geleneğinin sınırında bulunuşumdur.”
Yazar bu şekilde belirtmesine rağmen kendisine insanlardan pek yaygın olarak gelen; “Peki, içinin derinliği sana nereye ait olduğunu söylüyor?” sorusuna kitapta şöyle bir yorum getiriyor: “Daha karmaşık bir kimlik talep eden herkes toplum dışına itilmiş bulur kendini ve insanlar çok yönlü aidiyetlerini üstlenemiyorlarsa, sürekli olarak saflarını seçmek durumunda bırakılıyorlarsa, kabilelerinin safları arasına dönmeye zorlanıyorlarsa, o halde dünyanın gidişatı hakkında endişelenmekte haklıyız demektir.”
Yazarın kitabında çok yönlü ve saydam bir kimlik sorgulamasının eşliğinde Doğu, Batı, Hıristiyanlık, Müslümanlık ve bunların hepsini kapsayan insanlık ve evrensellik kavramlarına değiniyor. Yazar kitabında konuyla ilgili olarak “Benim bu kitabı ele almada giriştiğim çaba ‘neden bugün bunca insanın dinsel, etnik, ulusal ya da başka kimlikleri adına cinayetler işlediğini anlamak…” diye devam eden yazısında kimlik kavramını; “Kimlik sözcüğü göreli olarak net ve karışıklığa yol açmaması gereken bir kavram. Birbirinin eşi iki varlık olmadığını ve olamayacağını ortaya koymak için uzun kanıtlara gerek yoktur ve çoğu zaman ileri sürülen kimlik, hasmının üzerine ters yönde inşa edilir” şeklinde açıklıyor.
Yazarın bu bahsi “kimlik” ve “göçmenlik” alakası ile açıklıyor. Yazara göre bu alandaki kimlik gerilimleri başka alanlardakinden daha çok ölümcül sapmalara yol açar. Amin Maalouf bu tahlilini “Çünkü çağımızın en ağır basan özelliği, tüm insanları bir bakıma göçmen ya da azınlık haline getirmek değil mi?” diye sorgulayıp “İnsan sığınmacı olmadan önce göçmen olur; bir ülkeye gelmeden önce başka bir ülkeyi terk etmek zorunda kalmışsınızdır. Oraya gelmenizin nedeni kendiniz ve yakınlarınız için daha iyi bir hayat umut etmektir. Bu beklentiye –güçler dengesinin aleyhte olmasını da düşünürsek- reddedilmek, küçümseme, alay ifade eden her davranışa karşı tetiktesinizdir” diyerek sorusuna cevap aramaya çalışır. Göçmenlikle alakalı “Göçmenlik konusunda uç kavramlardan ilki, sizi kabul eden herkesin canının istediği gibi yazıp çizeceği boş bir sayfa görmektir. Öteki uç kavramsa, gelinen ülkeyi çoktan yazılıp basılmış bir kâğıt, yasaları, değerleri, inançları, kültürel ve insani özellikleri bir kereliğine sonsuza kadar sabitlendiğinden, göçmenlerin buna uymaktan başka çareleri olmadığı bir toprak gibi gören kavramdır.” yorumu dikkate değerdir.
Yazar göçmen sorunu hakkındaki “Bir göçmen kendi kültürünün saygı gördüğünü ne kadar hissederse, geldiği ülke kültürüne de o kadar alışacaktır” sözüyle meseleye çözüm üretiyor ve ekliyor:
“Başkalarını çoğu zaman en dar aidiyetlerin içine sıkıştıran bizim bakışımız ve onları özgür kılacak da gene bizim bakışımızdır. Şöyle ki kolaya kaçıp farklı insanları aynı kefeye koyuyoruz gene kolaylık olsun diye onlara cinayetler, toplu eylem, ortak görüş yüklüyoruz – Araplar reddediyor, Türkler barbar, Sırplar katlediyor, Siyahlar ateşe verdi… Filan ya da falan halk hakkında tembel, kuşku verici, inatçı, kibirli diyerek duygusuzca yargılarda bulunuyoruz ve bu da kimi zaman kanla sona eriyor. Ötekilere gelince, karşı kıyıdakilere gelince, kendimizi asla onların yerine koymaya çalışmayız, kurbanı oldukları haksızlıklar karşısında yumuşamaktan kaçınırız.”
“Sadece çoğu zaman topluluğun en militan, en lafebesi, en aşırı kesiminin bakış açısı olan “bizimkilerin” bakış açısı önemlidir. Bunu tarihi değerler bakımından aktaracak olursam; tarihe saygı gösterilmeli ama bir ülkenin geleceğinin tarihinin basit bir uzantısı olamayacağını kabul edecektir. Hangi halk olursa olsun geleceğinden çok geçmişine hayranlık duyması üzücü bile sayılabilir; geçmişin parlak çağlarında olduğu gibi, belli bir süreklilik ruhu içinde ama köklü dönüşümlerle ve anlamlı dış katkılarla oluşturulacak bir gelecek.”
İslam dini yönünden yazar konuyu ele aldığında “Dinamik toplumlar, yenilikçi, yaratıcı, bir İslam’da yansırlar; oldukları yerde kalan toplumlar durağan, en küçük değişime bile isyan eden bir İslam’da yansırlar” diyor ve ilave ediyor:
“Çoğu insan bunu fark edemediği için kendini boşluğa kaptırıp ne olup bittiğini anlamaktan vazgeçmiştir. Bunların kimisi haksızlığa uğramış hissettiklerini ve bu yüzden acı çektiklerini söylerler bunu inkar da edemeyiz lakin bana talihsiz gelen yaşadıklarından çok onların bu tepkisi. Ve bu dünya birine ait değil, kendine bir yer açmayı isteyen herkese ait. Ayrıca inançlı bir insan sadece bazı değerlere inanan kişidir ve ben bunları tek bir değerde özetlerdim: insanoğlunun onuru..”
Nida Nur OTCU – SASAM Stajyeri
Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi 2. Sınıf Öğrencisi
Sahipkıran Akademi Hakkında
Sahipkıran AKADEMİ; üniversite öğrencilerine çalışmalarını yayınlayabilecekleri bir platform sağlamak ve öğrencilerin kendilerini geliştirmelerine katkı sağlamak üzere, Merkezimiz çatısı altında yeni oluşturulmuş bir yapıdır.
“Türkiye’nin geleceğinin mimarları, Sahipkıran’da buluşuyor!” sloganı ile gayretli ve üretken üniversitelileri, çalışmalarını bu platformda paylaşmaya ve SASAM’ın etkinliklerine katılmaya davet ediyoruz. Sahipkıran AKADEMİ üyeliği, tamamen gönüllülük esasına dayanmaktadır. Üye olan öğrenciler, istedikleri zaman üyelikten çıkabilmektedirler. Üye olmak veya üyelikten çıkmak için bilgi@sahipkiran.org adresine, talebinize ilişkin e-posta göndermeniz yeterlidir. Talebiniz, en geç 3 iş günü içinde sonuçlandırılacaktır.