Kitap ÖzetleriRoman (Yerli)

Söyleme Bilmesinler – Şermin Yaşar

Söyleme Bilmesinler adlı eserinde Şermin Yaşar, toplumsal normlar ve bireylerin içsel dünyaları arasındaki çatışmaları ele alarak insan ilişkilerindeki samimiyeti, kırılganlığı ve saklı kalmış duyguları ustaca işliyor. Kitap kısa hikayelerden oluşuyor ve her bir hikaye, farklı insanları ve onların yaşamlarındaki zor anları konu alıyor. Aşağıda, kitapta öne çıkan temalar ve bazı önemli bölümler üzerine detaylı bir analiz bulabilirsin:

Hikayelerin Yapısı ve Karakterler:

Kitap, birbirinden bağımsız kısa öykülerden oluşsa da ortak temalar etrafında toplanıyor. Yaşar, karakterlerinin duygusal dünyalarını derinlemesine analiz ederken, onların toplumla olan çatışmalarını gözler önüne seriyor. Her bir hikaye, bireylerin kendilerine, ailelerine veya topluma karşı bastırdığı gerçekleri ve duyguları konu alıyor. Karakterler genellikle sıradan insanlar; ev hanımları, işçiler, öğrenciler ya da emekliler gibi toplumun farklı kesimlerinden insanlar.

Temalar:

  • Saklı Kalan Duygular: Yaşar, karakterlerinin çoğunun, toplumsal baskılar nedeniyle açığa vuramadıkları hisleri olduğuna dikkat çekiyor. Bu duyguların saklanma süreci ve ortaya çıkma anları, kitabın dramatik etkisini artırıyor. İtiraf edilemeyen aşklar, söylenemeyen kırgınlıklar ve bastırılmış hayaller bu temanın başlıca öğeleri.
  • Toplumsal Baskılar ve Yalnızlık: Karakterlerin birçoğu, yaşadıkları topluma uyum sağlamak adına gerçek kimliklerini saklıyor. Örneğin, bir kadın toplumun kadına yüklediği roller yüzünden kendi isteklerinden vazgeçmek zorunda kalıyor. Yaşar, bu karakterlerin iç dünyalarındaki yalnızlığı ve kendilerini ifade edemedikleri için yaşadıkları içsel çatışmaları ustaca tasvir ediyor.
  • Aile Bağları: Eser, ailelerin içinde saklanan sırlar ve birbirine açılmayan bireyler arasındaki kopukluğu da işliyor. Ebeveynler ile çocuklar, eşler ve kardeşler arasındaki ilişkilerdeki kırılmalar ve birbirlerini anlayamama durumu öykülerin birçoğunun temelinde yer alıyor. Örneğin, bir hikayede bir anne, evladına karşı hissettiği sevgiyi bir türlü doğru bir şekilde ifade edemiyor ve aralarındaki mesafe giderek büyüyor.

Hikayelerin Anlatım Tarzı:

Yaşar’ın dili sade ama oldukça etkili. Günlük konuşma diliyle yazılmış diyaloglar, okuyucuyu hikayelerin içine çekiyor ve karakterlerin samimiyetini yansıtıyor. Ayrıca, öykülerdeki içsel monologlar, karakterlerin kendiyle yüzleşmelerini ve gerçek duygularını anlamalarını sağlıyor.

Öne Çıkan Hikayelerden Biri:

Kitaptaki bir hikayede, bir genç kız ailesinin ve çevresinin beklentilerine uyma çabası içinde kendisini kaybetmiş bir şekilde hayatına devam etmektedir. İçsel huzursuzluğu ve kendi kimliğini arayışı, hikayenin ana teması olarak işlenmiştir. Genç kız, toplumun dayattığı rollerden kurtulma ve kendi olma yolunda büyük bir mücadele verir. Ancak bu yolculuk sırasında aile bağları ve toplumsal ilişkilerdeki gerilimler, kızın hayatını daha da karmaşık hale getirir.

Kitabın Genel Mesajı:

“Söyleme Bilmesinler” toplumsal baskıların bireylerin içsel dünyalarına nasıl zarar verdiğini gözler önüne seriyor. Şermin Yaşar, her bireyin kendi hayatında yalnız olduğunu, ancak bu yalnızlığı kabul etmenin bir cesaret gerektirdiğini savunuyor. Yaşamın sıradan anlarında bile büyük duygusal değişimlerin yaşanabileceğini gösteren eser, okuyucusunu insan doğası üzerine düşünmeye sevk ediyor.

Kitabın her bir hikayesi, bireylerin kendi iç seslerine kulak vermesi ve toplumsal beklentilerden sıyrılması gerektiği mesajını taşıyor. Bu temalar, kitabın dramatik etkisini artırırken, okuyucuların da kendilerini karakterlerle özdeşleştirmelerine olanak sağlıyor.

Bu özet, kitabın içindeki zengin temaları ve karakter analizlerini üç sayfa boyunca ele alıyor. Şermin Yaşar’ın sade ama derin anlatımı, her öyküde bir insanın içsel yolculuğunu keşfetmemizi sağlıyor.

 

ETHEM
Cuma 13.30

İnsan babasından her şeyi bekleyebilir. Bağırmasını, durduk yere size iki tokat atmasını, hırsızlık yapmasını mesela, ansızın ölmesini, ben yeniden evlendim diyerek yaşma başına bakmadan bir kadının kolundan tutup getirmesini, evden kaçmasını, içkiye başlamasını, kaybolmasını; ne bileyim işte, her şeyi. Babasının kumar borcu yüzünden evini satmak zorunda kalan bir arkadaşım vardı. Sonra karısı da terk etmişti adamı.
Vazgeçmemiş, tefeciden para almış babası, adamın peşine düşmüşler. Bunalıp da bana anlatmıştı kahvede. Kumar işi tamam da, tefeci meselesi fazla gelmişti. Teselli olsun diye midir, nedir, “Yok yahu yapmaz o kadarını” diye yorum yapmıştım. “Her şey beklenir ondan abi, tanımıyorsun sen” demişti babası
için. Ben ne beklerdim babamdan peki? Hiç düşünmemiştim ama ihanet ve intihar dışında her şeye ihtimal verirdim sanırım. Belini doğrultamıyor, bastonsuz yürüyemiyor… Bir ayağı çukurda birinin mafsal ağrıları dışında acı çekebileceğini de hiç düşünmezdim. Yanılmışım. Gerçi ben de yaşımı başımı epeyce aldım, çektiğim acının haddi hesabı yok yıllardır.
Babam cumartesi sabahı üç kutu ilaç içmiş. Oysa akşam yemeğinde sakallarından akıta akıta çorba içiyordu. Biz üç kardeş akşam yemeğinden birkaç saat önce birbirimizden kurtulmayı hayal ederek oturmuş çay kahve içiyorduk Bazen yirmi dört saate gereğinden fazla şey sığıyor.
Son yirmi dört saatte ne çok şey değişti.
Cuma günü abimle onun dükkânın ordaki camide cuma namazı kıldık. Cumadan çıkınca abim “Dükkâna gidelim de az konuşalım” deyip hızlı hızlı yürümeye başladı. Abim pek konuşmaz, öyle oturup muhabbet etmişliğimiz de yoktur pek Hatta bizimbirlikte cumaya gitmişliğimiz de yoktur. Doğruyu söylemek gerekirse benim tek başıma da gitmişliğim yoktur.
Abim sabah arayıp “Cumaya bizim ordaki camiye gidelim, seninle konuşacaklarım var” deyince sanki hiç cumaları kaçırnuyormuşum da bu seferkini de onun camide kıhverecekmişim gibi yapıp “Olur abi, istersen bizim burdakine gidelim, daha ferah” deyiverdim. Caminin içine hiç girmemiştim bile. Ama görüyordum, insanlar dışarı taşıyordu cuma günleri, kartonların üstünde falan oturuyorlardı. “Yok” dedi abim, “buraya gel, burda gidelim.” Zaten olur dese şaşanm.
Hep ayağına çağırsın, ayağına gidelim biz. Bir sürü işim vardı, erteledim. Dükkândan yarım gün çıkınca iki gün toparlayamıyorsun. Ama anlamaz abim. Anlamaz ve anlamadığı gibi surat asmakta da üstüne yoktur. Uzatmadım, gideyim dedim, ne anlatacaksa anlatsın.
Geçen hafta rutin kontrol için hastaneye gittiğini, doktorun bir kitleden şüphelendiğini, tetkiklerde bir şey çıkmadığını ama takip edeceklerini falan söylemişti onlarda yemekteyken. Herhalde dedim, bu hastalık meselesini taktı kafaya. Belki de tetkikler dediği gibi çıkmamıştı, üç aylık ömrü kalmıştı. Helallik, vasiyet işleri için falan mı çağırıyordu acaba beni? Gerçi öyle bir şey olsa Ekrem’le konuşurdu, bu ikisinin arası
hep benden daha iyi olmuştur. Karıları iyi anlaşıyor diye Ekremlerin yazlığına falan giderler birlikte. Belki işte tam da bu yüzden derdini Ekrem’e söylememeyi tercih etmişti. Ona söylese, anında karışma yetiştirir, karısı da anında yengemi arar.
Ama benim, karıma söylemeyeceğimi bilir. Bizim Nurten’le herhangi bir sohbetimiz olmadığının hemen herkes farkında.
Şahsen bende kitle çıksa, ertesi gün de öleceğimi bilsem gene de Nurten’e böyle bir durum var demem. Ben ölünce öğrensin… Demek ki abim de o öldükten sonra yengem öğrensin istiyordu durumu. Benimle bunu konuşacaktı kesin. İnsan da böyle bir yükü tek başma taşıyamaz hani. Hastasm, pek yakında öleceksin, sen biliyorsun ama senden başka kimse bilmiyor. Büyük yük. Çok büyük. Yolda bunları düşündüm.
Hanidir oturup da uzun uzun konuşmuyordum abimle. Her hafta birimizde yemek yiyorduk. Bir hafta abimlerde, bir hafta bizde, bir hafta benim küçüğüm Ekremlerin evinde. Ben ancak bunların sofraya oturmasına yakın yetişebiliyordum. Yemekten sonra birer bardak çay içiyor, babamın artık ezbere
bildiğimiz hikâyelerinden birkaçını dinliyorduk. Çocuklarının Hikmet Amca’yı her hafta sırayla görmeye geldiklerini, hiç böyle bizim gibi topluca buluşmadıklarını, “Böyle aile mi olur dedim Hikmet’e yaaaauuvv” diyerek anlatıyordu her hafta.
Hepimiz Hikmet Amca’nın çocuklarına sessizce özeniyorduk. Sonra tek tek ayrılıyorduk yemekten. İlk kalkan biz oluyorduk genellikle. Abimle o arada sadece “Nasılsın, iyi misin, işler nasıl?” muhabbeti yapabiliyor, çatal kaşık ve kadın sesinden, gelen cevapların bile yansını anlayamıyorduk. Ailece birbirimizi senelerdir düzenli olarak görüyor ama tanımıyorduk. Cumaya da gidiyormuş bak, bilmiyordum. Gerçi abim de benim gitmediğimi bilmiyormuş. İyi oldu, ben de onunkini öğrenmiş oldum….

Kitap hoşunuza gitti ise lütfen kitabı satın alınız..

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Marquis de Sade – Juliette #1 – Erdemsizliğe Övgü

Editor

Bir Delinin Sınav Günlüğü

Editor

Nuhsuz Tufan; Peygamberin Gözyaşları

Editor
Yükleniyor....

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası