YAKIN DÖNEMDE Türkiye toplumunda en büyük acı ve ızdırap konusu olan, en ziyade can kaybına yol açan, en ziyade gerilim ve kutuplaşma üreten ve toplumun enerjisini her açıdan en ziyade tüketen mesele, çok benimsediğim bir tanımlama olmasa da giderek yerleşen ifadesiyle ‘Kürt meselesi’dir.
İlk olarak Diyarbakır’ın 639’da Müslüman ordularınca fethedilmesiyle İslâm’a açılan Anadolu’da din ortak paydasında beraberce buluşan iki kardeş milletin bilhassa son yüzyıl içinde yaşadıkları, sebepleri ve sonuçlarıyla, dikkatli bir incelemeyi hak ediyor.
‘Kürt meselesi’nin nasıl ortaya çıktığı; daha doğrusu, bu toprakların bir sâkini iken Kürtlerin nasıl bir ‘mesele’ye dönüştürüldüğü, akıl ve vicdan terazisiyle tartılmaya muhtaç bir husus.
Elinizdeki kitap, işte bu bakımdan değerlendirilmeyi hak ediyor. Kürt Meselesi ve Said Nursî, Risale-i Nur’un rahle-i tedrisinden geçmiş, Kürt kökenli bir bölge insanı olarak yaşanan gerilime birebir vâkıf bir yazarın elinden çıkmış olmak itibarıyla, bize konunun geçmişine ve bugününe dair yararlı bilgiler ve isabetli gözlemler sunuyor.
Kitabın ana fikrini, giriş bölümündeki şu cümle ile özetlemek mümkün: “Ulus devlet olarak kurulan ve ülkede yaşayan herkesi Türkleştirmek için eğitim sistemini ve politikalarını oluşturmaya çalışan bir anlayışla yola çıkan Türkiye Cumhuriyeti, aradan geçen seksensekiz yıl boyunca bu amacını gerçekleştirmek için antidemokratik her yolu denemesine rağmen, bunda başarılı olamadı. Kürt sorununun esas nedeni olarak Millî Mücadele döneminde hâkim olan ve ırklar üstü olarak ifade edebileceğimiz, İslâm inancı etrafında meydana gelen birlik beraberlik ruhunun birkaç yıl sonra terkedilerek etnik milliyetçiliğe dönüştürülmesi ve Türklük etrafında odaklanan bir ‘ulus-devlet’ projesini gerçekleştirmek için uygulamaya konulan ırkçı politikalardır.”