Felsefe-Sosyoloji-Psikoloji

Alain Touraine – Modernliğin Eleştirisi

Cniioue de la Modernite adlı kitabımın -tam da bir çok yönden bu kitabın uzantısı niteliğindeki yeni kitabım Qıı’est~ce que la democratie’nin Fransa’da çıktığı sırada- Türkiye’de yayımlanması,

beni, geliştirdiğim düşüncenin uygulama alanı üzerine düşünmeye itti: Bu düşünce, en sanayileşmiş ülkelere mi, demokratik ülkelere mi, tektanrılı bir dinin etkisindeki ülkelere mi, yoksa, çok daha dar bir biçimde, Hollanda, İngiltere, Kuzey Almanya ve daha sonraları da ABD gibi, Weber’in protestanlıkla kapitalizmin bağlaşıklığını görmüş olduğu ülkelere mi yönelikti?

Bu sorular, çok daha genel bir başka soruyla örtüşürler: Modernlik, uzun bir büyüme, zorlanma ve akılcılaşma çabası sonunda elde edilen nadide bir çiçek midir? Tarihin yönü /anlamı, aklın, bolluğun ya da hoşgörünün utkusu olarak tanımlanabilecek olan sonuna mı ulaşmıştır.

Okurun, hangi ülkeden olursa olsun, bu kitapla tanıştıktan sonra, en azından bu soruları yanıtlamayı öğrenmiş olacağını umut ediyorum.

BİRİNCİ KISIM

Yıldızı Parlayan Modernlik

BOLUM I

Aklın aydınlanması

Batı ideolojisi

Modernliğin tanımı konusunda en azından tek bir genel ilke kabul edilmeksizin modern toplumdan söz etmek mümkün olabilir mi? Modernliğin tanımı konusunda en azından tek bir genel ilke kabul edilmeksizin modem toplumdan söz etmek mümkün olabilir mi?
Her şeyden önce kendisini, bir kutsal vahiye ya da ulusal bir öze uygun olarak örgütlemek ve bu yönde eyleme geçmek isteyen bir toplumu modern olarak nitelemek olanaksızdır. Modernlik, salt değişim ya da olaylar silsilesi de değildir; akılla, bilimsel, teknolojik .ve idari etkinliğin ürünlerinin yayımlattırılmasıdır. İşte bu neden­le modernlik toplumsal yaşamın çeşitli bölümlerinin giderek artan farklılaşmasını içerir. Bu bölümler ise, siyaset, ekonomi, aile yaşa­mı, din ve özellikle de sanattır çünkü araçsal akılcılık belli bir tür etkinlik içinde işlerlik gösterir ve bunların herhangi birinin dışarı­dan, yani genel bir görüyle bütünleşmesi ve Louis Dumont’un “ho- list” olarak adlandırdığı bir toplumsal tasarmm gerçekleşmesine katkısıyla bağlantılı olarak örgütlenmesi fikrini dışlar. Modernlik her tür erekçiliği dışlar. VVeber’in sözünü ettiği ve modernliği entelektüelleşmeyle tanımlayan dünyevileştirme ve “büyü bozumu” her zaman için, kutsal tasarmm tam anlamıyla gerçekleşmesi ya da yoldan çıkmış ve görevine ihanet etmiş bir insanlığın yok olması gibi tarihin sonuna çağrıda bulunan dinsel ruhun erekçiliğiyle bir kopmayı ifade eder. Modernlik fikri, tarihselciliğin büyük düşü­nürleri olan Comte, Hegel ve Marx’m da tanıklık ettiği gibi, tarihin sonu fikrini dışlamaz ama tarihin sonu aslında bir tarih-öncesinin sonu ve teknik ilerlemeyle, gereksinimlerin özgürleşmesiyle ve Tin’in utkusuyla birlikte gelen bir gelişmenin başlangıcıdır.
Modernlik fikri, toplumun merkezindeki Tanrının yerine bili­mi koyarak, dinsel inançlara, -en iyi olasılıkla- ancak özel yaşam dahilinde bir yer bırakır. Modem toplumdan söz edebilmek için bi­limin teknolojik uygulamalarının olması yeterli değildir. Buna ek olarak entelektüel etkinliğin siyasal propagandalar ya da dinsel inançlardan korunması, yasaların tarafsızlığının kişileri torpile, adam kayırmaya, particiliğe ve yolsuzluklara karşı koruması, ka­mu ve özel yönetimlerin kişisel bir iktidarın aracı haline gelmeme­si, tıpkı kişisel servetlerle devletin ya da işletmelerin bütçelerinin birbirinden ayrı tutulması gibi özel yaşamla kamu yaşamının da birbirinden ayrılması gerekmektedir.
Dolayısıyla modernlik fikri, sıkı sıkıya akılcılaştırma fikriyle bağın­tılıdır. Birinden vazgeçmek, diğerini de reddetmek anlamına gelir.
Ama modernlik akılcılaştırmaya indirgenebilir mi? Modernlik, ak­im gösterdiği ilerlemelerin -ki bunlar aynı zamanda, özgürlüğün ve mutluluğun, inançların, aidiyetlerin, “geleneksel” kültürlerin yı­kılmasında kaydedilen ilerlemelerdir- tarihi midir? Modernlikle en güçlü bir biçimde özdeşleştiği anda Batı düşüncesinin özelliği, akıl­cılığa tarunan’temel rolden daha geniş bir fikre, akılcı bir toplum fik­rine geçmeyi istemiş olmasında yatar; ve o akılcı toplum ‘da akü yal­nızca bilimsel ve teknik etkinliği yönetmekle kalmaz, insanların yö­netimini ve nesnelerin yönetimini de elinde tutar. Bu yaklaşım ge­nel bir değer mi taşır yoksa önemi çok büyük olmakla birlikte, yal­nızca tikel bir tarihsel deneyim midir? Bunu görmek için, öncelikle, modernleşmeyi akılcı bir toplumun yaratımı olarak ele alan bu mo­dernlik yaklaşımını betimlemek gerekir.
Bu yaklaşım, toplumu, kimi zaman hesap üzerine kurulu bir dü­zen, bir mimari olarak düşünmüş, kimi zaman aklı, bireylerin çı­karları ve zevklerinin hizmetine sunulmuş bir araca indirgemiş, ki­mi zaman da, dinsel otoritenin ezmiş olduğu bir “insan doğası”nı azat etmek için tüm iktidarlara karşı eleştirel bir silah olarak kul­lanmıştır.
Ama her halükarda, bu yaklaşım, akılcılaştırmayı, dünyevileştirme yani “nihai erekler”in her tür tanımından kopma izleğiyle bağlantılandırarak kişisel ve kolektif yaşamın tek örgütlenme ilkesi haline getirmiştir. Yıldızı Parlayan Batı’daki en güçlü modernlik yaklaşımı, en derin etkileri yaratmış olan yaklaşım, özellikle, akılcılığın geleneksel olarak adlandırılan toplumsal bağlar, duygular, görenek ve inançların yıkımını gerek­tirdiğini/dayattığını ve modernleşme amilinin belli bir kategori ya da toplumsal sınıf değil, akim kendisi ve o aklın zaferini hazırlayan tarihsel gereklilik olduğunu vurgulamıştır. Böylece, modernliğin vazgeçilmez bileşeni olan akılcılaştırma, üstüne üstlük kendiliğin­den ve gerekli bir modernleşme mekanizmasına da dönüşmüştür.
Batıdaki modernlik fikri, tamamen içsel bir modernleşme yaklaşı­mıyla birbirine karışır. Bu fikir, aydınlanmış bir despotun, bir halk devriminin ya da yönetici bir grubun eseri değil; bizzat akim, dola­yısıyla da, özellikle bilim, teknoloji ve eğitimin eseridir; modernleş­meye ilişkin toplumsal politikaların, yönetmelikleri, korporatist sa­vunma mekanizmalarını ya da gümrük duvarlarını ortadan kaldı­rarak, girişimcinin gereksindiği güvenlik ve öngörülebilirliği yara­tarak, uzmanlaşmış ve titiz işletmeci ve işlemciler yetiştirerek akim yolunu açmanın dışında bir amacı olmamalıdır. Bu fikir çok sıra­dan görünebilir; ama aslında öyle değildir çünkü dünyadaki ülke­lerin büyük çoğunluğu, ulusal egemenlik isteminin, dinsel ve top­lumsal mücadelelerin, yönetimdeki yeni elitlerin yani toplumsal, siyasal ve kültürel edimcilerin kanaatlerinin, geleneklerin ve özel çıkarların direnişi karşısında felce uğrayan, akılcılaştırmanın ken­disinden daha önemli roller oynadığı çok farklı modernleşmelere girişmişlerdir. Bu modem toplum fikri, Avrupa ülkelerinin tarihsel deneyimine, sonuçta dinsel hareketler ve kralın onurunun, ailenin savunulması ve fetih ruhunun, mali spekülasyon ve toplumsal eleştirinin teknik gelişmeler ve bilgilerin yaygınlaştırılması kadar önemli roller oynadıkları o tarihsel deneyime bile tekabül etmez; ama bir modernleşme modeli, kuramsal ve pratik sonuçlan bakı­mından dikkat çekici bir ideoloji oluşturur.
Yani Batı, modernliği bir devrim olarak düşünmüş ve yaşamış­tır. Akü hiçbir kazanımı kabul etmez, tersine bilimsel türden bir kanıtlamaya dayanmayan tüm inançlar, toplumsal ve siyasal ör­gütlenme biçimlerine sil baştan (Tabıda rasa) yapar. Alan Bloom bunu yakın zaman önce anımsatmıştır (s. 186)*: “Aydınlanma felse­fesini, kendisinin hemen öncesinde yer alan felsefeden ayıran, yal­nızca birkaç kişinin alanı olan bir şeyi, yani akla uygun olarak yü­rütülen bir yaşamı herkese uygulamak isteme iddiasıdır.

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Şemsi Tebrizi – Makalat

Editor

Max Muller – Upanişadlar – İnsanlığın İlk Felsefe Metinleri

Editor

Dokuz Yüz Katlı İnsan

Editor
Yükleniyor....

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası