Roman (Yerli)

Aldatmak

_200_27243

“Onunla bir kere daha buluşması, yaşadıklarını bir kaçamak olmaktan çıkaracak, kendisini bir labirent gibi içine alıp bu yaşananları bir daha kolay kolay dışına çıkılamayacak bir maceraya dönüştürecekti. Bunu hissediyordu. Kaçacaksa şimdi kaçmalıydı, daha sonra çok geç olacaktı. Böyle olacağını hissettiği, hatta bildiği halde kaçmak istemiyordu. Yaşadıklarının yarattığı heyecan ve zevk kadar, hatta belki de daha çok, bundan sonra neleri nasıl yaşayacağına dair içindeki merak, kaçmasına izin vermiyordu.”

Bu kitabı okuduktan sonra hayatınıza ve ilişkinize bir kez daha bakacak, hepsinin size şimdi çok daha değişik göründüğünü şaşırarak fark edeceksiniz.

Aşk ve insanı pek az yazar onun gibi anlatabildi…

I
Sabırsızca söylenmiş tek bir kelime insanın hayatını nasıl değiştirebilir diye çok düşünmüştü daha sonraları.
Gizli isteklerin, alışkanlıkların güvenilir kabuğunun altında beslenip büyüyen günahkâr arzuların, unutulmuş anlamsız öfkelerin, farkına bile varılmayan bıkkınlıkların, küçük çekiç darbeleri gibi hayatı yontarak, o bildik hayatın içinden yeni hayat biçimleri çıkardığına karar vermişti sonunda.
Her şeyin ne kadar masum bir nedenle başladığını hatırlıyordu; bu rastlantıda kırıcı bir alaycılık bulmuş, hatta masumiyetin kendisinden bile kuşku duymuştu.
Sarmasıklı duvarlarıyla şehirden saklanmış, sokakları çiçek ve parfüm kokan bakımlı ve geniş sitenin çocuk bahçesini biraz daha büyütmek istemişlerdi.
Bahar sonlarında güneşli bir pazar günü genç anneler toplanıp sorunu nasıl çözeceklerini tartışarak, çocuk bahçesini sitede oturan mimarlardan birisine yaptırmaya karar vermişler, aralarından biri de yüzme havuzuna bakan blokta oturan asık suratlı genç mimarı hatırlamıştı.
Birisi, “Orada oturan kim var aramızda?” diye sormuştu.
Aydan da her zamanki sabırsızlığıyla atılıp, “Ben!” demişti.
Belki bir iki saniye oyalansa onun yerine bir başkası ‘ben’ diyecek ve hayatı böylesine karmakarışık olmayacaktı ama bir sorunla karşılaştığında içinde beliriveren hemen çözme isteği öylesini.’ güçlüydü ki bir başkasının ortaya çıkmasını bekleyememişti.
— Eve dönerken uğrar, kendisiyle konuşurum.
Toplantı dağıldığında sokaklarda pazar sabahlarının öğleye yaklaşan saatlerinde hissedilen huzur vardı.
Geç kaldığını düşünüp hızlanmıştı. Selin’i annesine bırakıp, kocasıyla birlikte ilk tanıştıklarından ben gittikleri balık lokantasında yemek yiyeceklerdi.
Eve dönünce de, her pazar yaptıkları gibi sevişeceklerdi.
Bunun böylesine bilinen, hiç aksamadan tekrarlanan bir sevişme olması Aydan’ın heyecanını azaltmıyor, aksine olacakları daha önceden bilmek onun isteğini artırıyordu. Hatta onun bu sevişmelerden sırf düzenli ve daha önceden bilinir oldukları için hafta içindeki diğer sevişmelerinden daha çok zevk aldığını söylemek bile mümkündü; gerek sabırsızlığını akıtacak bir mecra, tezcanlılığını yatıştıracak bir bilinirlik, yürünecek berrak bir yol ve açık bir hedef arayan doğasından, gerekse başarılı olabilmek için çok düzenli ve programlı olma zorunluluğunu ikinci bir benlik gibi kendi varlığına katmasından, o, her zaman, bilinen, daha önceden programlanmış şeylerden haz alır, onlarda başarıyı andıran tuhaf bir zevk bulurdu. Başkalarında heyecan uyandıran yeni ve ani gelişmeler, bilinmezlikler, sürprizler, belirsiz maceralar, onu, ürkütmese bile sıkar, bütün heyecanını ve şehvetini söndürürdü.
Doğuştan sahip olduğu benliğinin tadı. çevresi çikolatayla kaplanmış bir üzüm tanesi gibi, ta ilkokuldan beri hayatını saran başarının ve başarıyı getiren düzen ve disiplinin tadıyla kaynaşmıştı. O düzen kaybolduğunda alıştığı lal da kayboluyor, hayat ona yavan ve renksiz geliyordu, heyecanı macerada değil basanda buluyor, başarıyı yarattığına inandığı programlı davranışlar, tıpkı başarının kendisi gibi. onu hep heyecanlandırıyordu.
Çimenliklerin arasındaki asfalt yolda bu çocuk bahçesi sorununu çözümleyeceğini düşünerek ve bir şeyi çözümlemenin ona hep verdiği memnuniyeti hissederek yürürken bir yandan da bedeninin çakırkeyif bir sevişmeye daha şimdiden hazır olduğunu fark edip kendi kendine gülümsüyordu.
Binanın önüne geldiğinde, mimarın hangi katta oturduğunu anlamak için zillere baktı. Buraya taşınalı epey olmasına karşın bir kere bile komşularının kim olduğunu merak etmemişti. Dizi dizi isimler arasında Cem Kırkoğlu adını aradı. Aradığı adı bulunca, tek başına yaşadığını söyledikleri mimarın, sitenin, havuza bakan, en büyük ve en pahalı dairesinde oturduğunu gördü. Adam çok zengindi. Bütün zenginlerin, kendilerinden daha zengin birini gördüklerinde hissettikleri o tuhaf ürküntüyü ve çekingenlikle karışık saygıyı o da hissetti.
Asansöre binip en üst katın düğmesine bastıktan sonra aynada zaten düzgün olan saçlarını bir daha düzeltti, gömleğinin yakalarını çekiştirdi, düğmelerinden birini açtı. Memelerinin arasındaki çizginin başlangıcı gözüktü açılan düğmeden.
Adamı ayartmak ya da onunla kırıştırmak gibi bir düşüncesi yoktu, yalnızca, karşısındaki erkeğin zenginliğinden, zekâsından ya da gücünden etkilenen her kadın gibi kendisini etkileyeni etkilemek istiyordu. Bu, düşünülerek yapılmış hesaplı bir hareket değildi, kendilerini etkileyen biriyle karşılaştıklarında kadınların hissettiği o belli belirsiz panik duygusuyla açmıştı düğmesini. Adamın, daha karşılaşmadan kendisini etkilemiş olmasının tuhaflığını ise fark etmemişti.
Asansörden inince kapı numaralarına baktı, aradığı numarayı bulunca kapının önünde durdu, saçlarını bir kez daha düzeltip derin bir soluk aldıktan sonra vücudunu dikleştirip kapıyı çaldı.
Bekledi.
Kapı açılmadı.
Zili bir daha çalmakla dönüp gitmek arasında kararsız, kaldı.
Ne yapacağına karar veremeden dururken kapı birden açılıverdi. açılan kapıda beline bir havlu bağlamış, ıslak saçlarını elindeki havluyla kurulayan, yarı çıplak bir adam duruyordu. Sanki durumda hiçbir tuhaflık yokmuş gibi, saçlarını kurulamaya devam ederek, sakin bir sesle, “Buyrun?” dedi. “Kimi aramıştınız?”
Sesinde, duruşunda, çıplaklığına aldırmayışında, dudaklarının kenarında beliriveren alaycı gülümseyişte kibirli ve küstah bir güven, hareketlerinde neredeyse kadınsı denilebilecek bir zarafet, konuşmasında kışkırtıcı bir küçümseyiş, bakışlarında ise hayvansı bir saldırganlık vardı ama bütün bu karmaşaya hiç uymayan ölçülü bir kibarlık, mesafeli bir nezaket de hemen seziliyordu.
Bir bencilliğin işaretiymiş gibi gözüken sükûnetiyle karşısındakini telaşlandıran, hemen hissedilen kendini beğenmişliğiyle sinirlendiren, neredeyse itici, hiç tanımadığı bir insandan kendine bir anda bir düşman yaratabilecek bir adamdı, ama bütün bunlar, aralarında hemen hemen bir tek bile Övülecek yan bulunmayan bu kötü özellikler kaçınılmaz bir biçimde karşılaştığı insanların ilgisini çekiyordu. Sanki insanların kötülükleri çekici bulduğunu biliyormuş da onun için böyle davranıyormuş gibiydi, hatta daha fenası sanki kendisine bunu fısıldayan bir sesle doğmuştu, tavırlarındaki doğallık onun böyle doğduğuna inandırabilirdi insanı.
Adamın aldırmaz durumundaki hiç alışık olmadığı saygısızlıktan öylesine utanmıştı ki, aslında çok da önemli olmayan bu tuhaf karşılaşma, onda büyük felaketlerde hissedilene benzer bir baş dönmesi yaratmış, gözleri kararmıştı. Karşısındaki adamı tam olarak göremiyordu bile. Bir hayvanın, rüzgârın uzaklardan taşıdığı belli belirsiz bir kokuyu hissetmesi gibi adamın küçümseyici aldırmazlığındaki iticiliğin kokusunu alıyor, bulanıklaşan görüntünün arasından onun ince beli ve geniş omuzlarıyla bir yüzücünün vücuduna sahip olduğunu hayal meyal fark ediyor, bir başka sevişmeye hazırlanan bedeninin elinde olmadan bu çıplaklıkla ilgilenmesine sinirleniyordu.
Sabırsızlığı yüzünden bir insanı habersizce rahatsız etmek ve onu banyodan çıktığı sırada yakalamak, iğrentiye benzer bir utanç yaratıyordu içinde. Bu, çocukluğundan beri aldığı terbiyeye de, onun düzen ve program düşkünlüğüne de aykırı bir davranıştı ve bazı bazı yaptığı gibi sabırsızlığı yüzünden kuralları çiğnemek onu utanılacak bir duruma düşürmüştü. Bütün bunlar tümüyle kendi hatası olmasına rağmen yalnızca kendisine değil adama da kızıyordu.
Adam belindeki havlusuyla neredeyse çırılçıplak karşısında durduğu için nereye bakacağını da kestiremiyor, bir yere kararlı bir şekilde bakamamak şaşkınlığını ve kızgınlığını artırıyordu. Bu adamı bu halde görmesinin kendi hatasından kaynaklandığını düşünmese, adamın çıplaklığına da. tavırlarına da aldırmazdı belki, ama utanılacak bir şey yaptığını düşünmek utandırıyordu asıl onu.
Utancın, şaşkınlığın, kızgınlığın, alay edilecek bir duruma düştüğüne inanmanın yarattığı duygu dalgalanmaları yüzüne vuruyor, sabit bir yere bakamayan gözleri kırpışıp duruyor, yüzünde birbiri ardına birçok ifade, rüzgârlı bir günde açık bir pencerenin önündeki ince bir perde gibi kıpırdanıyordu.
Onun yüzündeki bu ifade dalgalanmaları birden adamın aklında beklenmedik bir düşüncenin doğmasına neden oldu. Sadece bedeniyle bu kadını baştan çıkarıp çıkaramayacağını merak etti. Çıplaklığıyla, vücuduyla, erkekliğiyle, bu kadının aklını çelip, onu bütün değerlerini reddetmeye götürüp götüremeyeceğini düşündü aniden. Bir kötülükten ziyade erkekliğini sınamaktı bu onun için, bir erkek vücudunun kadın ruhu üstündeki etkisini görmek arzusu, açığa vurulmayan bir kibirlenmeydi.
Birisi ona. yapmayı tasarladığı şeyin kötü ya da ahlaksızca olduğunu söylese herhalde buna şaşardı. Bir kötülük yapmak aklından bile geçmemişti. Şimdiye kadar kimseye bilerek kötülük ettiği de görülmemişti. Öyle biri değildi. Ahlaksızlığı ise hiç anlayamazdı, çoktandır kendisini toplumdan öylesine kesin çizgilerle ayırıp koparmıştı ki, düşüncelerinin hiçbir yerinde kalabalıklarla ortak bir değer yargısı kalmamıştı neredeyse, onların ne ahlakına uymaya ne de ahlaksızca davranmaya çalışıyordu.
Aslında onu böyle bir oyuna sürükleyen merak da değildi. Merak gibi gözüken duygunun altında kıpırdanan istek çok daha basit, çok daha korkunç bir istekti: yeni bir şey bulma isteği. Çocukluğundan beri onu çeken tek kavram buydu işte. Kendi hayatını da. başkalarının hayatını da, ne olduğunu bilmediği ama kendisini hep bunaltan sıkıntıdan kurtarabilecek yeni bir şey bulmak için mahvedebilirdi.
Aydan zorlukla kendini toparlayıp. “Özür dilerim,” diyebildi.
—  Sizi münasebetsiz bir zamanda rahatsız etmek istemezdim.
Cem. omzuyla kapının kenarına yaslanıp bir dizini öne kırınca, alelacele bağlanmış havlunun önü hafifçe açıldı, bacaklarının üst kısmıyla kasıklarının kuytulukları gözüktü, kadının kasıklarının açılan kısmını gördüğünü, onun şiddetle başını kaldırıp yüzüne bakmasından anladı.
—   Yoo, dedi, rahatsız etmediniz… Biraz durup ekledi:
—   Rahatsız olmuş bir halim mi var?
Aydan, bilinci adamın küstahlığıyla bulanmış, bu bulanıklığın arasında bu söze verilecek bir cevap aramıştı:
—   Sizi rahatsız ettiğimi düşünmek beni rahatsız etti diyelim…
—   Rahatsız olacak bir şey yok.. Buyrun içeri girin, ben de bir şeyler giyeyim.
—  Hiç rahatsız etmeyeyim, ben daha sonra size telefon ederim.
—  Rahatsız olmadığımı söyledim.
—  Ben de rahatsız olduğumu söyledim… Neyse, sonra konuşuruz.
Aydan telaşla dönüp asansöre yürürken adamın arkasından seslendiğini duydu:
—  Peki ne söyleyecektiniz?
Arkasını dönmeden asansörün düğmesine bastı.
—    Çocuk bahçesiyle ilgili konuşacaktım. Adamın gerçekten şaşırmış bir sesle, “Çocuk bahçesi mi?” dediğini duyunca karşılaştıklarından beri ilk kez içi rahatladı.

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Agatha Christie – Üç Perdelik Cinayet

Editor

Marie Grubbe – Jens Peter Jacobsen

Editor

Aşkın Ölüm Hali

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası