İnanç, hiç de akıl yoluyla edinilmez. Bir dizi mantıksal tümdengelimlerle bir kadma âşık olamaz, bir kilisenin içine giremezsiniz. Us, bir inanç aşamasını geçerli sayabilir, ama yalnızca iş işten geçtikten ve inanan, eylemiyle şimdiden inandığı şeye güdümlendikten sonra…
İnanma, inanç değiştirmede, ama yalnızca her durumda ve koşulda, uzun süredir içine kapalı ruhun alanlarında olgunlaşan bir değişimin bilinçlenmesine olanak tanıyan yaratıcının inanç değiştirmesinde bir rol oynayabilir. İnanç kazanılmaz. Tıpkı bir ağaç gibi boy atar. Doruğu gökyüzüne uzanır, kökleri geçmişe gömülür ve atalardan kalma bir humusun karanlık özsuyu ile beslenir.
Psikolojik açıdan bakıldığında, gelenekçi bir inançla devrimci bir inanç arasında pek az fark vardır. Her gerçek inanç uzlaşmasız, köktenci, özleştirmecidir. Ayrıca açık yürekli gelenekçi, ilgisiz, kayıtsız insanların inancı yozlaştırdığı, erdemli geçinen bir topluma karşı daima mücadele veren bir meczuptur da.
Aynı şekilde, geçmişle tam bir kapışmayı simgeler gibi gözüken devrimcinin ütopyası, daima yitik bir cennetin, efsanelere yaraşır bir altın çağın herhangi bir görüntüsünü örnek alır kendine. Marx ve Engels’in dediklerine bakılırsa, komünizmin sınıfsız toplumu, sarmal diyalektiğin bitiminde, ilkçağların komünist toplumunun bir dirilişi olmalıydı.
Dolayısıyla, yürekten inanç, inançlının her zaman sosyal ortama karşı bir ayaklanmasını, çağların derinliğinden çekilip çıkarılmış bir idealin gelecekteki yansımasını kapsar. Bütün ütopyalar, mitolojinin kaynağından beslenir; toplum mühendisinin ayrıntılı çizimleri, ilkel metnin yeniden okunup düzeltilmiş baskısından öte bir şey değildir.