Roman (Yabancı)Roman (Yerli)

Aşık Kadınlar Sokağı

Evin holünde uzun bir zaman
Kadın, erkeğe gülümsüyor…
Erkek “bir oyun” olduğunu o anda seziyor…
Kadın, pencere kenarına doğru gidiyor usulca…
Kadın, kandırmacaları yaşamına ilke edindiğine
kendisi de inanmak istemiyor.

O anda anlıyor erkek kadının hasta olduğunu,
o anda her şeyi fark ediyor…

Diyor ki:
“Boşunadır ağlayıp haykırman biliyorum,
boşunadır ummak tükenmeyi…”

İÇİNDEKİLER

Sevgi Çığlıkları.
Çelikten Kelebekler.
‘Sevgili.’
‘Göğe Bakma Durağı
Elsa’nın Gözleri.
Haziran.
Grinin Yalnızlığı
Martı Kanatlarında.
Alaca Bir Şafakta
‘Beni Sevme Sakın.’
Kaçış.
‘Gitme Aşkım.’.
Yıllanmış Hüzünler.
Kaygı
Tüm Aşklar Masal. . Kırmızı Değirmen. .
Kireç Beyazı.
Bir Siyah Gül
Gözleri Bir Güvercin.
Derin Ölüm
Rüzgârla Öten Kuş. San Marko Meydanı
Silinmiş Düşler.
Şopen Sokağı
Dolunay.
Sabahın Sisi
Güzel Bir Kız.
Bir Çocuğun Yüreği.
Zamansız Bir Saat
Bir Gecenin Sabahı
Kiraz Ağacı.
Gözlerin ‘Fener Mavisi.’
Dilovası’nda Ölüm.
Zakkum Çiçekleri Acıdır, Bilir misin?
‘Bir Arpa Boyu.’ .
Çılgın Nar Ağacı
Çözülme.
Son Geminin Işıklarıdır Kıyıya Vuran
Kumanın Ölümüydü Hüznün Resmi
Gölgeler
Fırtına.
Gözlerinde Mavilik
Eylül.
Kara Dut Güneşi
‘İçimde Şarkı Bitti.’
‘Al Götür Beni.’ .
Kır Tanrısının Ateşi.
Ay Işığı Vurdu Geceye.
Yeşil Saçlı Periler’.
Mor Bekleyiş
Zamanın Akışı
Kanat Sesleri
‘Düşlerin Yüreği.’
Göktaşı
Fırat’ın Sularında
Uzat Ellerini
Umudun Penceresinden Yaşama Bakmak.
Doksan Beş Sabahı.
Kül Rengi Bulutlar.
Masal.
‘İlhan Ağabey.’
Uzun Boylu Bir Kız.
Maviyle Beyaz
Düşle Gerçek
Hiroşima’nın Çiçekleri.
Yalnızlığın Çığlığı.
Sonbahar Aşkları
Sessizliğin Sesi.
Sis
Dağ Başındaki Adam
Âşık Kadınlar Sokağı

Sevgi Çığlıkları…
Mevsimler geçiyor, seni arıyorum biliyor musun?..
Bir ırmak akıyor; güneş, gözlerinde mavi bir boşluğu yakaladığında… Özlenen ‘sevgi çığlıkları’ sarıyor kapalı kapılar ardında saklı kalan odaları… Uzaktan uzağa duyulan seslerle alaca bir şafakta umut sarıyor her yanımız…
Seni arıyorum, bulmaktan öte belki avunuyorum…
Çıkıp geleceksin sanıyorum saat beşleri vurduğunda.
Çocuklar oynuyor her zamanki gibi o boş bahçelerde. Tren sesleriyle uyanıyorum ‘eski zaman istasyonları’nda…
Bir pazar sabahı uyandığımda çocuksu düşler büyütüyorum maviş gözlerinde…
Bilir misin, o taşra kentini, yasemin kokan sokaklarını özlüyorum…
iliklerimize dek ıslandığımız o günü anımsıyor musun?
Üç genç kız kendine özgü nakışlarıyla boy verdiler yaşamın içinde tüm zorluklara karşın. Üç delikanlı yaşamın tüm rezilliği içinde büyüdü yangınlara karşın…
Öyle çok şeyler geçti ki gözümün önünden, sonra gözümüz hiçbir şey görmez oldu.
Vurduk birbirimizi acımasızca, yok olduk dağ yollarında bir akşam vakti.
Sevdayı, aşla yitirdik, sevgilileri gömdük birer birer…
Ruhlarımız ‘kirli günler’de çoğaldı, hainliğin yüceldiği topraklarda…
Seni arıyorum, bulmaktan öte belki avunuyorum…
Mevsimler geçiyor, seni arıyorum biliyor musun?..
Balkonlarda, pencerelerde, sokaklarda haykınyorum; sevda üzerine ne varsa onu arıyorum kapı kapı dolaşarak…
Görmüyorsun duvarlara çiziyorum resmini; duymuyorsun Yorgo Seferis’in şiirini okuyorum…
İşte burada bitiyor denizin yapıdan…
Bizim hiçbir şeyimiz yoktu; barışı öğreteceğiz onlara.
Bense sevgiyi öğreteceğim sevmesini bilmeyenlere, toplumu kendi çıkarları için kullananlara…
Klaydon Kralı Oineus’un sarayında şarap sunan delikanlı Eunomos’un öyküsünü anlatacağım uzun uzun…
Eros’u bulup ‘Şafak Tanrıçası’ Eos’la belki de bir yolculuğa
çıkacağım…
______
Seni özlüyorum, çığlık çığlığayım sesimi duyuyor musun?..
Bir akşamüstü yağmurunda Ümraniye’de ambulansların, polis arabalarının siren sesleriyle irkiliyorum…
Dışanda pis bir yağmur var insanı kahreden…
Uzun uzun fotoğrafına bakıyorum, hapishane günlerinin sancılı akşamlarında o siren seslerine hiç yabancı değilim…
Mektubunu okuyorum bir solukta…
Kulaklarım kirişte bir şeyleri duymak istiyorum…
Mihail Yuryeviç’le başlayan düşlerim Attilâ ilhan’la buluşuyor ansızın..;
Koruların ve solgun çayırların çiçeklendiği; kurnazlığın, kaygısızlığın kötülükle birleştiği; korkuyla kıvrandığı insan yüreklerinin, kor gibi parladığını görüyorum…
Seni çok ama çok özlüyorum…
Ve diyorum ki sessizce, ellerim sana dokunurken:
“Daha başlangıçta bir yüktür orada yaşam / Ve azarlanış gelir ardından sevinçlenir / Tutsaktır ve zincir altında inler orada iman / Dostum! İşte o ülke yurdumdur benim!”
Ben bir gencim, sanmayın ki acınmaya değer biriyim ben…
Ülkem için vardım, ülkem için bin kez öldüm, bin kez dirildim yeniden…
Şimdi yangın yerinde açan bir çiçeğim…
Sevdalarla büyüdüm, hüzünlerle yoğruldum siz bilmezsiniz.
Denizin mavi dumanında bir tuhaf gemiydim, bir tuhaf yalnızlıktım grilerin kuşattığı gün içinde…
Ne demişti Attilâ İlhan, gel birlikte söyleyelim denizin tam ortasında:
“gözümden yere bir damla kan damladı kırmızı / adım adım şehrin ışıklarını yaktım sokak sokak / içimde sonrasız bir yolculuğun iç bulantısı / galata rıhtımında eski bir liman kahvesi / hepyekten düşeşe günahlarım ve salkım saçak / ovucumun içinde iki satır Japon yazısı I bunun ne demek olduğunu öğrenemeyeceksiniz…”
_____
Seni özlüyorum, yüreğimde her kıvrım seni arıyor biliyor musun?..
Kırdılar, döktüler her yanımı, kapattılar mavi göğe açılan mazgalımı…
Polis arabaları geçiyor, hastaneye yaralılar taşmıyor…
Siren sesleri uyutmuyor beni…
Fırtına mıdır o isyancının aradığı, inan ki çoktan unuttum!..
Haykırmak geçiyor içimden, uzanmak ranzaların üzerinden özgürlüğe.
Kızıl alacası şafakta sokaklarda koşmak istiyorum, çayırlarda oynamak istiyorum…
Zindanlardan salın beni…
Verin gün ışığını gerisin geri…
Gençliğimi geri istiyorum, sevdalarımı bırakın, o benim özgürlüğüm…
Avuçlarımda sıcaklığını arıyorum…
Aşkımı ve umutlarımıkırmayın benim…
Tren sesleriyle uyanıyorum bir sabah çığlık çığlığa…
Ellerimi tutmam, bana sarılmanı istiyorum…
Beni kucaklayıp öpmeni, beni sevmeni, beni ısıtmanı istiyorum…
Mevsimler geçiyor, seni arıyorum biliyor musun?..

17 Aralık 1995

Çelikten Kelebekler…
Anlatılması güç duygular fişleniyordu bakışlarından…
Önce Robert Desnos’u anımsamaya çalıştı…
Dedi ki:
“O kadar düşündüm ki seni, gerçekliğini yitirdim…”
Şiirin dizelerini birden unutuverdi. Belki de o dizeler kendi iç evreninden yansıyan çığlıklardı…
Gölgesini kucaklıyor gibiydi göğsünde, kavuşmaya alışık kollan uyanmayacak bir bedenin çizgilerini yakaladığında…
Kendi kendine mırıldandı:
“Gözlerimi kapasam, fosforışıl çiçeklenişler ortaya çıkıyor…”
Gökyüzü, buludar, maviler yasak mıydı?
Rafael Alberti’nin görülen o küçük kızı, rüzgârda yaşamayan bir kadının saçlarına yakılan bir ağıt olmalıydı. Çelikten kelebekler, kırılmış kanatlar, rıhtımda dolaşan bir serseri avcı, havada büyüyen bir yangının habercisi gibiydi.
Ay gerçekten kömür mü olmuştu?
Rıhtımdan demir alan portakal yüklü bir gemi denizden buludara, bulutlardan denize doğru açılıyordu…
O uzun boylu, uzun siyah saçlı kızın sevdalı bakışlarıyla gözlerine uyku girmeyen gecelere gömüldü. Gökyüzünde o kara rengin parıltısı, kapanan kapıların ardında bir istiridye sevişmesine kafa tutarcasına dingindi…
Birden irkildi.
Bir sigara yakıp rıhtımın sessizliği içinde şöyle bağırdı Rene Char’ın duyması için:
Seviyordum seni. Seviyordum fırtınanın kırıştırdığı bir pınara benzeyen yüzünü, öpüşümü saran beyliğinin armağanlarım. Kimileri yusyuvarlak bir düşgücüne sığınır. Banaysa gitmek yeter. Umutsuzluktan getirdiğim sepet öylesine küçük ki sevgilim, incecik söğüt dallarıyla örtebildik onu…
Kentin sokaklarında sevgilim var benim. Nereye gittiği önemli değil bölünmüş zamanın içinde. Artık sevgilim değil, herkes onunla konuşabilir. Artık anımsamıyor gerçekte kim sevmişti onu…
______
Gökyüzü, maviler, buludar gerçekten yasaklar zincirinin bir halkası mıydı? Ay gerçekten kömür mü olmuştu?
Bir sabah uyandığında, masanın çekmecesinde bulmuştu o beyaz, büyükçe zarfı, içindeki kuşku büyümüş, gözleri bu yüzden açılmış, dudakları kabarmıştı. Kız elinden kapmıştı zarfı.
Demişti ki:
“Şimdi derhal terk et evimi!”
Caddeler bomboştu ve limanda yelkenli gemiler vardı. Gökyüzünde, kara ay parçası değil gümüş renkli güneş dolaşıyordu.
Her şey çok gerilerde kalmıştı…
Cesare Pavese ne demişti:
“Herkese bir bakısı var ölümün / Ölüm gelecek ve senin gözlerinle bakacak / Bir ayıba son verir gibi olacak, I belirmesini görür gibi / oynadı ölü bir yüzün, / dinler gibi dudakları kapalı bir ağzı / O derin bir burgaca ineceğiz sessizce.”
Kıvrımlar yansıyordu aynada. O ise soruyordu:
“Hangigün ey sevgili umut, / bizler de öğreneceğiz senin /yaşam olduğunu hiçlik olduğunu.”

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Aşkın Öteki Yüzü

Editor

Endgame: Çağrı

Editor

Taht Oyunları

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası