Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin gibi hikâyelerimiz var. Bugün bile yüzlerce türkümüz, bu hikâyelerden alınmadır. Bu aşıklar, çok acı çekerler ama buluşamazlar. Hikâyenin sonu ise çok enteresandır. Aslı, gerdeğe girmek için düğmelerini çözerken elbisesi alev alır, yanar. Kerem de yanar. Aşkla yanarlar ve yine buluşamazlar. Fakat hikâye burada da bitmez. Kerem ile Aslı’nın külleri kalır ve küller birbirine karışır…
İşte Anadolu toprakları: Kayseri, Erzurum, Bursa, İskenderun Kerem ile Aslı’nın külü. Bu topraklarda anneannelerimiz, dedelerimiz, birbirinin küllerine karıştı. Biz burada insanlığın külüne karıştık. En çok ziyaret edilen, tarihin en çok mezar adları taşıyan, sandukaların, kral mezarlarının, evliya türbelerinin en çok olduğu topraklardayız. Bu topraklar, Kerem ile Aslı’nın külüdür ve bu kül, bizi ilahi tutkallarla bağladı.
Şimdi bize etnik ayrımcılık dayatıyorlar. Ama hiçbirimizin annesi, babamıza aşık olurken, ‘bu, inşallah Çerkez’dir, Boşnak’tır’ demedi. Ancak hepimizin annesi ve babası, bir düğünde karşılaştıkları zaman, ‘seni yaratan ne güzel yaratmış, ben sana kurban olayım’ demiştir. Biz, Allah’ın yarattığı her insana evlenirken kurban olduk, çoluk çocuk kurban olduk. Bu topraklara da kurban olduk. Biz, şehirlerimizi böyle kurduk. Birliğimizin temelinde, bu aşk felsefesi, bu evliyalar ve bizi kardeş yapan bu türküler, bu halaylar, bu kemençeler yatıyor…
İÇİNDEKİLER
Önsöz
Bölüm 1
Hayat Sadece Kursaktan mı İbaret?.
Bölüm 2
Batı İnfilak Etti, Bizim Rengimiz Sağlam.
Bölüm 3
Kurt Güvende Olursa Cici Kız da Güvende Olur.
Bölüm 4
Büyük İnsanlık Krizinden Geçiyoruz
Bölüm 5
Atatürk’ü Anarken Unutmamamız Gerekenler.
Bölüm 6
Ecevit’in Keli Göründü.,
Bölüm 7
Ne Olacak Bu CHP’nin Hali?
Bölüm 8
Barışçı Cumhuriyet.,
Bölüm 9
Ermeni Meselesi
Bölüm 10
Kerkük Sorunu. İşbirlikçiler.
Bölüm 11
Batı’nın Şımarığı İsrail.,
Bölüm 12
Her Köyde Bir Bayrak Dalgalanıyor.
Bölüm 13
Çağın Hediyesi: Küresel Vahşet
Bölüm 14
Vatanseverliği Tutuklamak İstiyorlar
Bölüm 15
Avrupa ve Biz Ayrı Dünyaların İnsanlarıyız.
Bölüm 16
Pamuk’tan Süzülen Hırsızlık
Bölüm 17
Medya ve Paradigma
Bölüm 18
Yaşamın Kendisi Siyaset
Bölüm 19
Sen, Ben, Boşluk ve Ötesi.
Atatürk, İngiltere Kralı 8. Edward’ı ağırlıyor.
Konuk Kral’ı, Tophane Rıhtımı’nda karşıladı.
Kral’ın motoru, Boğaz’ın dalgalarıyla bir inip bir çıkıyordu.
Kral, tam rıhtıma atlamak üzereydi ki eli birden yere değdi ve
tozlandı. O sırada Atatürk, Kral’ı rıhtıma almak üzere elini
uzatmış bulunuyordu. Kral, bir mendil ile elini silip öyle
uzatmak istedi. Fakat Atatürk buna meydan vermedi,
“Vatanımın toprağı temizdir Ekselans, elinizi kirletmez”
deyip elinden tutup çıkarıverdi.
ÖNSÖZ
Televizyon konuşmalarımdan sonra hayatımda yeni bir sayfa açıldı ve artık kitleler, benimle, TV konuşmalarım üzerinden de ilgilenmeye başladı. Taşradan ve üniversitelerden, konuşmalarımı kaçırmış ya da dönüp dönüp bakmak isteyen çok büyük ilgiyle kuşatıldım. Sonunda hiç değilse konuşmalarımdan bir özeti, kitap halinde yayınlama karan aldım.
Destek Yayınlan, bu uzun konuşmaların kısaltılması, daktilo edilmesi ve eli yüzü düzgün hale getirilmesi İçin çok uğraştı, yani, aslında kitap çalışmasından daha fazla bir zaman ve iş maliyetine neden oldu. Her neyse, Nihat Genc’in böyle bir kitabı da olsun, okuyucular, TV’de yıllar boyu neleri bağırıp çağırdığımı az da olsun okuyup tartsınlar. Şayet ilgi görürse, ileriki yıllarda, bu konuşmaları daha ayrıntılı yayınlamayı düşünüyorum.
Bitirmeden şunu söylemek istiyorum: Bu konuşmalarım sonrasında Anadolu’nun dağında, taşında, köyünde, kasabasında, üniversitesinde gördüğüm olağanüstü ilgi beni çok duygulandırdı. İnanın halkın bu kadar beğenisini kazanacak neler konuştuğumu merak edip birçok konuşmamı yeniden okuyup, yeniden duygulandım. Konuşmalarım edebi üslubumu az da olsa yansıtıyor ama “Bu ülke”, “Bu toprağın çocuklan” ve “Aşk coğrafyası” gibi kavramları nedense bolca kullanıyorum. Sanırım, aşk coğrafyasını ileriki yıllarda metinlerimde daha derinliğine, bolca ve ateşli bir üslupla daha da çok kullanacağım…
Bu kitabın hazırlanmasında emeği geçen herkese, özellikle de Erdem S. Amlan’a, Destek Yayınları’nın tüm ekibine, Yelda Cumalıoğlu, Sinan Onuş, Selahattin Atan ile Prof. Dr. Sezer Akarcalı’ya, sonra SKY Türk’ün “Tugay Komutam” yani ekibi yöneten Cansel Poyraz’a ve arkadaşım Serdar Akinan’a teşekkür ediyorum.
Nihat Genç Haziran 2007
BÖLÜM 1
HAYAT SADECE KURSAKTAN Mİ İBARET?..
Bir sürü kuş var, bizimle birlikte yaşıyorlar. Güvercinler, sığırcıklar, İstanbul’un sahillerinde martılar, kargalar, saksağanlar, serçeler… Şehirlerimizde bunlarla iç içeyiz. Hepsi bizim ayaklarımızın altında dolaşıyor, eşeleniyorlar. Dilenci gibi sadaka topluyorlar. Molozların İçindeler. Her gün bir çöp atıyorsun, bir ekmek kırıntısı. Bunun için canlarını veriyorlar. Tekmeleşen de gitmiyorlar. Parklar, bahçeler, her tarafta onlar. Lan sen kuşsun! Allah sana kanat vermiş uç diye ama yok, uçtuğu filan yok. Hiçbiri ağaçların üzerine çıkmıyor. Hepsi aşağıda. Neden? Bir tane çekirdek kaçırırız, bir çöp, bir b..k parçası buluruz, diye. Tabii insanlar da kendilerine benzetti bunları. Canı sıkılan binlerce ev kadını, meşguliyet arayanlar ya da parka, bahçeye gezmeye gidenler bunlara ‘kuş’ diyor. Ulan kuş dediğin bu işte. Sadakayla, dilencilikle yaşıyor. Allah kanat vermiş, kanatlarım kullanamıyor. Varsa yoksa yesin, ziftlensin! Eşelenirler durmadan, çöplük karıştırmaktan geri kalmazlar. Sevmiyorum bu hayvanları. Böyle hayvan olmaz. Zaten bu kümes tavukları da milyon yıl önce kanatlıymış. Şimdi hiçbir yere uçamıyorlar, iki pırpırları yok. Bu hayvanlar da öyle. Kanatlan artık kullanılmıyor, köreldi. Yakında bunlar da kümes tavukları gibi olacak. Peki, şimdi bunlar kuş mudur? Kuş değil, asla değil! Biz huzurlu, güzel, konforlu yerlerde oturuyoruz ve penceremize yiyecekler atıyoruz, bunlar da yiyorlar. Ekmek elden su gölden, yan gel yat. Hiçbir sıkıntıları, hiçbir sorunları yok. Başka bir kasabaya, başka bir şehre git. Biraz da kendin çabala. Ama yok, bu bolluğu, bereketi bulmuş. Hiç gider mi başka bir yere? Gitmez!
İnsanoğlu ‘ekmek elden, su gölden’ kültürünü geliştirdi. ‘Bir arazim, bir tarlam, başımı sokacak bir evim var, bu da bana yeter…’ Buna uygarlık diyoruz. İnsan, buna kuşları da uydurdu. Bu bolluk ve bereket içerisinde yan gelip yatıyorlar.
İyi de hayat dediğin kursaktan ve mideden mi ibaret sadece’.’ Kursakları hep dolu katsın diye saatlerce didiklenir, eşelenir bunlar. Ruhları bozuldu. Bazen sürüyle uçuyorlar. Sürüyle niye uçuyor? Sürüden biri bir şey bulursa ben dışarıda kalmayım, diye tabu. Sürüye saygısından değil. Cemaate saygıları yok yani. Örneğin bir yerlerde eşelenirken arkadaşı geliyor yanma. Hemen onu gagalıyor, kafasına vuruyor. O minnacık kırıntıyı bile paylaşmıyor arkadaşıyla. Tabii biraz sonra karnı doyunca, biraz önce gagaladığı arkadaşının arkasından cinsel törenlere başlıyor. Bunların kuşla alakası yok. Mesela benim. Trabzon’da tanıdığım kargalar var. Bu kargalar 80 yıl, 90 yıl yaşıyorlar. Geliyorlar bizim ağacın tepesinde toplanıyorlar. Her sabah, toplandıktan sonra mahallelere dağılıyorlar, hepsinin çöplükleri belli. 80 yıl o çöplükte eşeleniyor bunlar. Sen kargasın. Allah sana bir de kanat vermiş, git şu yanda bir kasaba daha var, git. Yok… Bu kadar bolluk bereket, bu kadar rahatı bulunca bütün huylarından vazgeçip bizim gibi insanlaştılar. Artık kanatları manatları da yok bunların. Bize ne öğretiyor bunlar? Kepazelik öğretiyorlar, ruhumuzu çürütüyorlar. Bir lokmacık için ayaklarımızın altında dolaşıyorlar sürekli. Tekme atsan gitmez, kovsan gitmez. Bulmuşlar böyle parkları, bahçeleri, bu bereketi… Oysa koskoca bir coğrafya, bütün dünya kanatlarının altında. Bizim bu kuşlarla alakamız yok. Bunları hiç de sevmiyorum. İnsanoğlu bunların ruhuyla oynayarak, kendi-sine benzeterek, o tür familyanın kaybolmasına neden oldu.
Ben onlara kırıntı vermem, gelirlerse de tekmelerim. Her sabah da dilenilmez kardeşim. Her sabah b..kların içinde eşeleniyorsun.
Ayıptır ya. Allah sana bir kanat vermiş. Çık bir de kendin ara. Çık şöyle dağın, taşın üstünden bir de kendin geç.
Belki benzetme doğru olmayacak ama tıpkı mezhep, kavim çatışmaları gibi. 1935’li yıllar… Erzurum, Erzincan…. Leyleklerle kargalar savaşa giriyor. Şaka değil. Leyleklerle kargalar Erzincan’dan Erzurum’a kadar savaşa giriyor ve halk, köylüler bu savaşı durduramıyor. Ordu birlikleri, jandarma kuvvetleri o bölgeye sevk ediliyor ve 100-200 km.lik alanda kimilerini ayı-rarak, kimilerini vurarak bu İç savaşı engelliyor. Bu, takvim yapraklarında da yazıyor, mahalli gazetelerde de. Nedir olay? Birisinin solucanı daha fazladır. Birisi birkaç tane daha fare yakalayacaktır. Bölüşme yoktur, birkaç tanesi kırıntı için koca sürüyü satar. Şu güvercinlerden iğreniyorum. Bunlar Allah’ın kendilerine verdiği kanatları unutmuşlar. Allah sana kanat, kursak, gırtlak verdi. Kanadını bir çırp da görelim. Yani şöyle bir açıl, şöyle bir uç. Ama 24 saat kanat çırpsan bile gözün bir çekirdek, bir moloz, bir b..k parçasında. Böyle bir hayat olmaz.
Kırlangıçlar var bir de… Onlar da bizimle şehirlerde yaşıyorlar. Çok farklılar. Ben kırlangıçların ağaç mesafesinden aşağıda uçtuklarını hiç görmedim. Bunlar sabahtan sonra, kuşluk vakti, bir de akşamüstü durmaksızın uçarlar. Saatlerce seyredersin. Dikine çıkarlar, inerler, birbirleriyle yansırlar. Ama nasıl uçarlar? Şüphesiz, buradan kanat seslerini duyamıyorsun ama çığlık çığlığa. Her sabah çığlıklarını duyuyorsun. Bunların da kursağı, midesi var. Niye bunlar sığırcıklar, güvercinler, martılar gibi midelerinin peşinden koşmuyorlar ya da koşuyorlarsa bile bunu bir dengeye getiriyorlar? Nasıl bir kanat zevki o, günlerce kanat çırpıyorlar. Demek ki burada o tavuklaşmış güvercinlere söyleyeceklerimiz var: Siz bütün hazzı midenizden, kursağınızdan alıyorsunuz. Bak, orada kırlangıçlar var. Nasıl neşeyle uçuyorlar! Nasıl keyifle uçuyor, kanat çırpmaktan hoşlanıyorlar. Demek ki başka bir besin var. Kanat çırptıkça aldıkları bir besin. Belki havanın içinden inanılmaz bir tat alıyorlar. Kuşları masallarda tanıdık, rüyalarda tanıdık, çocukluğumuzda tanıdık. Kuş dediğin uçacak kardeşim. Kanallarını çırpacak. Bize özgürlüğü çağrıştıracak. Kuş dediğin zaman aklıma İlk. melekler, gökler, cennete yakın bir şey geliyor. Ben hep bu kuşların sabah bilmediğim bir delikten dünyaya girdiklerini ve akşamlan da bilmediğim deliklerden dünyayı terk ettiklerini düşünürdüm. İşte kırlangıçlar böyle. Nereden gelirler, nereden uçarlar? Hiç de yüz göz olmazlar. Önünüze gelip sadaka için dilenen, çöplerde eşelenen kırlangıç göremezsiniz. Soylu bir tarafları var. Onlar bir şeyi biliyor: Allah bize mide verdi ama kanatlarımız var! Göklerde İran, Fransa, Suriye sınırı yok. Sere serpe, uçsuz bucaksız bir coğrafya. Her tarafa kanat çırp. Kırlangıç her tarafa kanat çırpıyor. O yüzden kırlangıçların bu enerjiyi nereden aldıklarına bakacağız.
Özgürlük Nerede Satılıyor?
Kırlangıç iki çöp tanesi, belki de bir çekirdek tanesini zor buluyor. O minnacık çekirdekten aldığı enerjiyle saatlerce uçuyor. Niçin uçuyor? O nasıl koşuyor öyle, minnacık bir beden. Bu çok ciddi bir soru. Bir soralım kırlangıçlar orada ne yapıyorlar? Minnacık bir çekirdekle gün boyu uçuyorlar. Bu enerjiyi nereden buluyorlar? Çünkü onların ruhlarına, karakterlerine, Tanrının yarattığı vücutlarına saygıları var. Onlar kanat çırpıyor. Onlar için kanat: Kazların hazzı. Bilmediğimiz bir tat bu kardeşim. Kanat çırpmak, uçmak. Uç, nereye gidersen. Orada mayınlar serpilmemiş henüz. Uç! Sormamız lazım. Kırlangıçlar, bu kanat çırpış hazzını, tadını kimden ve nereden alıyorlar? Burada bilmediğimiz bir coşku var. Bu coşku onların ruhlarında var. Küçücük bir ekmek kırıntısından büyük bir enerji sağlıyorlar veya çıkarıyorlar. O kadar ki uçak motorunu dolduracak kadar, uçuracak kadar. Sanki büyülenmiş gibi, acayip bir gaz depolan, benzin depoları varmış gibi uçuyorlar. Bütün bunlar kanatların ve Özgürlüğün buluşmasından oluşan bir şeydir. Allah bana niye göz, kol, ayak verdi? Bunlar çalışacak. Oturuyorsun akşama kadar dilenci gibi, ondan sonra yan gel yat. Böyle bir hayat olamaz. Bu hayatın dışına taşmamız lazım. Kırlangıçlar gibi özgür kanatlarınız yok. Sizi birtakım kavramlar kilitlemiştir. Hukuk, felsefe diyen insanlar, bazı dirençler elde eder. Eğitimden, öğretimden, medeniyetten bir şey öğrenerek dayanıklılık elde ederiz. Direnç ve dayanıklılığı tanıdıkça bu hayata karşı direnç ve dayanıklılık gösteririz. Oysa özgürlük başka bir şey. Niçin direnç göstereceğim ki? Ayakların seni nereye götürürse götürür, kanat çırp. Kırlangıçlar sabahlan ve her akşam göklerin müziği eşliğinde durmaksızın özgürce uçuyor, neşeli şarkılar söylüyorlar. Bunlar kültür, medeniyet, hukuk öğrendi mi? Aralarında ‘dayanalım, direnç gösterelim’ diye mi konuşuyorlar? Hayır, onlar sadece kanatlarının seslerini dinliyorlar. Biz insanlar ise bize dayatılmış eğitimin, siyasetin, kültürün ve medeniyet anlayışının kavramla-rıyla konuşuyoruz. Biz, direnmeye çalışıyoruz. İşte o yüzden bizim işimiz stres, çaresizlik. Bağırsaklara girmişiz, orada tenyalar gibi b..k eşeliyoruz. Sıkıntı, çaresizlik… Her gün söylediğimiz şeyler bunlar. Dünyada bu kadar radyasyon yayılıyor, dövüş oluyor, kavga oluyor, hastalık oluyor. Bu kırlangıçlar niye etkilenmiyor? Çünkü özgürlük, hiçbir etki tanımaz. Di-rençle, stres atmakla işleri yok. Çaresizlik nedir tanımazlar. Süzülürler, bırakırlar kendilerim. Her sabah bakarız. Nerede satılıyor bu özgürlük? Bunu hangi coğrafyadan alabiliriz? Bize hangi siyaset öğretecek keyifle kanatlarımızı açıp uçmayı, keyifle çıkmayı, dikine süzülmeyi, sonra birden uçurumdan düşer gibi atlamayı? Hangi kültür, hangi medeniyet öğretecek? Bu okullar öğretemiyor. Okullar bize, akşama kadar sadakayı öğretiyor. Kimin tarlasında yiyorsan, onun köpeği ol. Ondan sonra da gel tüne. Oraya birinci dala tüne. Gene birisi bir kırıntı atar, ona atlarsın ve atlarken de on arkadaşını gagalarsın. Sonra gagaladığın arkadaşlarına da cinsel şovlar yaparsın. Her türlü üçkâğıt, karakterden uzak, ruhsuz bir şey. Medeniyetimiz budur. Bu medeniyeti kökünden sarsacak başka bir düşünceye ihtiyacımız var. Bu gökler kimindir? Bu uçsuz bucaksız dünyayı kim yaratmıştır? Bu kuşlara, bu kanatlan kim vermiştir? Bize bu ayaklan kimler verdi? Kaç coğrafya var Kazakistan’dan Hindistan’a kadar. Kim gidip geliyor buralara? Hiç unutmuyorum. Biz çocukken bıldırcınlarla çok içli dışlıydık Trabzon’da. Çünkü sığırcıklara benzer bıldırcınlar. Onlar kadar küçüktür, minnacıktır. Bıldırcınlar ta Sibirya’dan uçup Hazar Denizi’ni, Kafkasya’yı, Karadeniz’i geçiyor. Geliyor o yorgunlukla. Ne…