Yelena’nın ruhları yakalayıp serbest bırakabilen bir ruh-bulan olduğu haberi hızla yayılınca insanlar huzursuz olmuştu.
Zaten bir süredir sıra dışı yetenekleri ve geçmişiyle göze batıyordu…
Bir gün Yelena’ya, ürkütücü bir mesaj gelir: Yelena’nın daha önce yendiği, gözünü kan bürümüş bir büyücünün önderliğinde anavatanına karşı bir komplo düzenlenecektir.
Onuru, Yelena’yı ustalıklarını sınamaya zorlarken, sevdiği adamla bir araya gelme ümidi onu ayakta tutar. Çıktığı yolculukta şüpheli dostlar, gizli düşmanlar, âşıklar ve suikastçılarla karşılaşır.
Yelena’nın kendisini ispatlamak ve ülkesini kurtarmak için tek bir şansı vardır.
Zehir Ustası ve Büyü Ustası’nın ödüllü yazarından, büyülü imparatorlukların zekice kurgulanmış destanında, yeni bir sayfa.
Babam James ve annem Vincenza’ya, çabalarıma hep destek verip beni teşvik ettiğiniz için. Kıvılcımı siz ateşlediniz.
1
Dax “Bu hazin bir durum, Yelena” diye yakındı. “Her şeye gücü yetiyor sanılıp da öyle olmayan bir ruh-bulan. Bunun neresi eğlenceli?” Yalandan bir hayal kırıklığı içinde uzun, ince kollarını savurdu.
“Seni hüsrana uğrattığım için üzgünüm ama üzerime ‘her şeye muktedir’ yaftasını yapıştıran ben değildim.” Gözlerime düşen siyah saçlarımı geri attım. Bir süredir Dax’le büyü becerilerimi ilerletmeye çalışıyor ama bir türlü başarılı olamıyor-duk. İkimiz Irys’in hisardaki kulesinin (Irys’in üç katını bana tahsis ettiği kule artık benim de kulemdi) zemin katında egzersiz yaparken öfkemin derslerimi baltalamaması için çaba sarf ediyordum.
Dax bana büyüyle nesneleri hareket ettirmeyi öğretiyordu. Gücüyle mobilyaların yerlerini değiştirmiş, pelüş koltukları düzgün sıralar halinde dizmiş ve kanepeyi tersyüz etmişti. Irys’in konforlu odasını eski haline sokma ve peşimden gelip duran bir sehpayı durdurma çabalarım başarısız oldu. Elimden geleni yapmadığımdan da değil. Terden gömleğim üzerime yapışmıştı.
Bir anda bir ürpertiyle sarsıldım. Şöminedeki küçük ateşe, halılara ve çekili panjurlara rağmen içerisi buz gibiydi. Sıcak mevsimde harika olan beyaz mermerden duvarlar, soğuk mevsimde havadaki tüm ısıyı yutuyordu. Odadaki sıcağın, taşların yeşil damarlarından geçip dışarı kaçışını hayal ettim.
Arkadaşım Dax Greenblade tuniğini aşağı doğru çekti. Uzun boylu ve zayıf fiziğiyle Greenblade Klanı üyelerinin tipik bir örneğiydi. Bana bir ot sapını anımsatıyordu. Dilinden dolayı da sivri uçlu bir ot sapını.
“Nesneleri hareket ettirme yetinin olmadığı besbelli. O zaman ateşi deneyelim. Bir bebek bile ateş yakabilir!” Dax masanın üzerine bir mum koydu.
“Bebek mi? Şimdi gerçekten abarttın işte. Her zamanki gibi.” Bir kişinin güç kaynağına erişip büyü yapabilme yeteneği ancak ergenlikte ortaya çıkıyordu.
“Teferruat. Teferruat” Dax sinek kovmaya çalışır gibi bir elini salladı. “Şimdi şu mumu yakmaya odaklan.”
Ona bakıp öfkeyle bir kaşımı kaldırdım. O ana dek cansız nesneler üzerindeki her türlü denemem başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Arkadaşımın bedenini iyileştirebilmiş, düşüncelerini işitebilmiş, hatta ruhunu görebilmiş olsam da bir güç ipliği çekip bir sandalyeyi kımıldatmaya çalıştığımda hiçbir şey olmamıştı.
Dax bronz parmaklarından üçünü kaldırdı. “Üç nedenden dolayı bunu yapabilmen gerek. Bir, güçlüsün. İki, azimlisin. Ve üç, ruh-çalan Ferde’yi yendin.”
Kaçan ve bir dizi ruhu çalmak için ortalıkta gezinen Ferde’yi. “Sence şu an aklıma Ferde’yi getirmenin bana ne faydası dokunacak?.. ”
“Konuşmamın sana moral vermesi gerekiyordu. Yaptığın kahramanlıkları saymamı ister misin?”
“Hayır. Derse devam edelim.” O an hiç istemediğim bir şey varsa o da Dax’den en yeni dedikoduları duymaktı. Bir ruh-bulan olduğuma dair haberler Büyücüler Hisarı’nda güçlü bir fırtınanın taşıdığı hindiba tohumları gibi yayılmıştı. Yine de unvanımı her düşündüğümde yüreğimin şüphe, endişe ve korkuyla dolmasına engel olamıyordum.
Dikkatimi dağıtacak tüm düşünceleri bir kenara bırakıp güç kaynağına bağlandım. Güç tüm dünyayı bir battaniye gibi örtse de sadece büyücüler bu battaniyelerden büyü iplikleri çekebiliyorlardı. Bir ipliği kendime çekip muma yönelttim ve bir alevin oluşmasını buyurdum.
Hiçbir şey olmadı.
Dax “Daha fazla çaba sarf et” dedi.
Gücü artırarak tekrar muma nişanladım.
Mumun arkasında duran Dax’in yüzü kızardı ve öksürüğünü tutuyormuş gibi sesler çıkardı. Fitil tutuşurken bir parıltı gözlerimi yaktı.
“Bu çok kaba.” Öfkeli ifadesinin komik bir yanı vardı.
“Mumu yakmamı sen istedin.”
“Evet ama mumu bana yaktırtmanı istemedim!” Yaramaz bir çocuğa tahammül etmesi için gereken sabrı arıyormuş gibi odaya bakındı. “Zaltana’lar ve tuhaf güçleri. Beni mumu yakmaya zorluyor! Hah! Ben de tutmuş maceralarında sana yarenlik etmeye niyetleniyorum.”
“Klanım hakkında söylediklerine dikkat et. Yoksa…” Uygun bir tehdit düşünmeye çalıştım.
“Yoksa ne yaparsın?”
“İkinci Büyücü kitaplığından şu eski kitaplardan birini indirdiğinde nerelere kaçtığını söylerim ona.” Bain, Dax’in akıl hocasıydı ve İkinci Büyücü ne zaman kendisini antik tarihe kaptıracak olsa Dax de en yeni dans adımlarını öğrenmeye koşuyordu.
“Peki, peki. Sen kazandın ve mesajını verdin. Ateş yakma becerin yok. Ben en iyisi kadim dilleri çevirmeye devam edeyim.” Dax yüzünü astı. “Sen de ruh bulmaya devam edersin.” Şaka yapıyor olsa da sözlerinin altındaki ciddiyeti seziyordum.
Becerilerimden tedirgin olmasının gayet makul nedenleri vardı. Son ruh-bulan yaklaşık yüz elli yıl önce Sitia’da doğmuştu. Kısa yaşamında düşmanlarını bilinçsiz kölelere çevirmiş ve ülkeye hükmetme emelini gerçekleştirmeye çok yaklaşmıştı. Çoğu Sitia’lı yeni bir ruh-bulanın çıktığına dair haberleri pek de hoş karşılamamıştı.
Dax’in koyu yeşil gözlerinde haylaz bir pırıltının belirmesiyle huzursuz an dağıldı. “Ben gitsem iyi olacak. Ders çalışmam gerek. Yarın tarih sınavımız var. Hatırladın mı?”
Beni bekleyen koca kitabı anımsayıp homurdandım.
“Sitia tarihindeki başarısızlığın da içler acısı.”
“İki sebep var.” İki parmağımı kaldırdım. “Bir, Ferde Davii-an. İki, Sitia konseyi.”
Dax’in eliyle bir işaret yaptığını görünce daha ağzından tek kelime çıkmadan söze girdim. “Biliyorum. Teferruat, teferruat.” Gülümseyerek pelerinine sarındı ve dışarı çıkarken içeri buz gibi bir rüzgâr girdi. Şöminedeki alevler bir an sönecek gibi olsa da toparlandılar. Şömineye yaklaşıp ellerimi ateşin üzerinde ısıttım. Aklımda bahsettiğim iki sebep vardı.
Ferde, Sandseed Klanı’ndan kopan firari bir grubun oluşturduğu, diğer klanların tanımadığı Daviian Klanı’nın bir üyesiydi. Daviian’ların hayattan beklentileri Avibian Ovası’nda gezip öyküler anlatmaktan fazlasıydı. Güç arayışına giren Ferde ruhlarını çalmak ve büyü gücünü artırmak için on iki kızı kaçırıp onlara işkence etmişti. Valek’le birlikte amacına ulaşamadan onu durdurmuştuk.
Yüreğim Valek’in özlemiyle çarptı. Boynumda sallanan, benim için yaptığı kelebek kolyesine dokundum. Bir ay önce Ixia’ya dönmüştü ve her geçen gün onu daha da fazla özlü-yordum. Belki de ölümcül bir tehlikeye atılmalıydım. Zira ne zaman yardıma ihtiyacım olsa imdadıma koşmayı başarıyordu.
Ne yazık ki yardımını gördüğüm zamanlarda her an tehlike altında olduğumuzdan baş başa kalma şansımız pek olmamıştı. Ixia’ya sıkıcı bir diplomatik görevle gönderilmek için can atıyordum.
Sitia Konseyi benim hakkımda bir karar alana dek bu tür bir seyahati onaylamayacaktı. On bir klan lideri ve dört usta büyücüden oluşan konsey geçen ay boyunca ruh-bulan olarak üstlendiğim yeni rol üzerinde tartışmışlardı. Dört usta büyücüden dördüncüsü olan Irys Jewelrose benim en büyük destekçimken, Birinci Büyücü Roze Featherstone ise en büyük muhalifimdi.
Gözlerimi ateşe dikip odunların arasında dans eden alevleri izledim. Aklım Roze’a gitti. Alevlerin rastgeleliği kayboldu. Şimdi belli bir amaçla hareket ediyor, bir sahne gösterisi sergiliyor-muş gibi birbirlerinden ayrılıp farklı şekiller oluşturuyorlardı.
Tuhaf. Gözlerimi kırpıştırdım. Alevler normale dönecek yerde görüşümü kaplayana dek büyüdüler ve odayı tamamen doldurdular. Parlak renkli desenler gözlerime battı. Gözkapaklarımı indirmeme rağmen görüntü karşımdaydı. Endişeyle ürperdim. Güçlü zihinsel bariyerime rağmen bir büyücü etrafıma büyü dokuyordu.
Kıskıvrak yakalanmış halde ateş benim şeklimi aldı. Ateşten suretimle yerde yüzükoyun yatan bir cesedin üzerinde eğiliyordum. Cesetten yükselen ruhu içime çektim. Ruhsuz beden ayaklanınca ateşten suretim bir başka figüre işaret etti. Ceset dönüp bu yeni kişinin yanına gitti ve onu boğdu.
Telaşa kapıldım ve beyhude bir çabayla alevli görüntüye müdahale etmeye çalıştım. İnsanları ruhsuz bırakışımı, onların da art arda cinayet işlemelerini izlemeye zorlanıyordum. Bir başka ordu ruhsuzlar ordusuna saldırdı. Ateşten kanlar döküldü. Gözlerimi alan katliamın dehşeti içinde olmasam büyücünün sanatsal ayrıntılara verdiği öneme hayran kalabilirdim.
Sonra ordumun alevleri söndü ve bir ateş ağına yakalandım. Ateş Ben’i yerlerde sürükleyip bir direğe bağladıktan sonra üzerime yağ döktüler.
Tekrar kendi bedenime döndüm. Şöminenin yanında dikilirken etrafımı saran büyü ağını hâlâ hissediyordum. Ağın daralmasıyla giysilerimin üzerinden küçük alevler fışkırdı.
Ardından alevler yayıldı.
Gücümle alevlerin yayılmasını engelleyemedim. Ateş becerimin olmayışına lanet okurken neden bu büyülü beceriye sahip olmadığımı düşündüm.
Zihnimde bir yanıt yankılandı. Çünkü seni öldürmek için bir yol gerek bize.
Tökezleyerek şömine ateşinden uzaklaştım. Kulağımda fokurdayan kanın sesi çınlarken sırtımdan aşağı terler akıyordu. Ağzımın içindeki ıslaklık tamamen kaybolurken kalbim göğüs kafesimin içinde pişiyordu. Sıcak hava boğazımı dağladı. Kömürleşen etin kokusunun burnumu doldurmasıyla midem kalktı. Acı derimin her noktasına hücum etti.
Ciğerlerimde çığlık atabileceğim kadar hava yoktu.
Yerde yuvarlanıp ateşi söndürmeye çalıştım.
Yanıyordum.
Büyülü saldırının sona ermesiyle çektiğim azap da bitti. Yere yığılıp serin havayı ciğerlerime çektim.
“Yelena, ne oldu?” Irys’in buz gibi eli alnıma dokundu. “İyi misin?”
Tepemde dikilen akıl hocam ve dostum bana baktı. Endişesi yüzündeki çizgilerden ve zümrüt yeşili gözlerinden okunuyordu.
“İyiyim.” Konuşmamla birlikte bir öksürük krizine tutuldum. Irys doğrulmama yardımcı oldu.
“Giysilerine bak. Kazara kendini mi yaktın?”
Siyah kurum kumaşın üzerinde çizgi çizgi izler bırakmış, ateş yenlerimde ve etek pantolonumda delikler açmıştı. Giysilerim onarılamayacak halde olduğundan kuzenim Fındık’tan yeni bir takım dikmesini istemem gerekiyordu. İç çektim. Hatta tekrar tekrar kapısını aşındırmamak için yüz pamuk tunik ve etek pantolon sipariş etsem iyi olurdu. Büyü saldırıları gibi olaylar hayatıma renk katan şeylerdi.
“Bir büyücü ateş aracılığıyla bana mesaj gönderdi” yanıtını verdim. Roze’un Sitia’daki en güçlü büyücü olduğunu ve zihinsel savunmamı aşabileceğini bilmeme rağmen elimde kanıt olmadan onu suçlamak istemiyordum.
Irys yeni sorular soramadan ona “Konsey toplantısı nasıl geçti?” diye sordum. Toplantıya katılmama izin verilmemişti. O yağmurlu havada konsey binasına gitmek zaten gözümde büyüse de çağrılmamam içime dert olmuştu.
Konsey, Ixia Bölgesi’yle arabuluculuk yapmam için almam gereken eğitimin bir parçası olarak her gün uğraştıkları meselelerde uzmanlaşmamı istiyordu. Fakat bir ruh-bulan olarak almam gereken eğitim üzerinde bir mutabakata varamamıştı. Irys’e göre konseyin kararsızlığının gerisinde öğrenmeye başlamakta tereddüt etmem olabilirdi. Sanırım güçlerimin sınırlarını keşfetmemle uzun zaman önce dehşet saçan ruh-bulanla aynı yolu izleyeceğimden endişe ediyorlardı.
“Toplantı…” Dudakları buruk bir gülümsemeyle kıvrıldı. “Hem iyi hem kötüydü. Konsey eğitimine destek verme kararı aldı.” Kendimi gelecek olan kötü habere hazırladım.
“Roze ise… bu karara epey bozuldu.”
“Bozuldu mu?”
“Şiddetle karşı çıktı.”
En azından artık ateşle gelen mesajımın nedenini biliyordum.
“Hâlâ senin bir tehdit olduğunu düşünüyor. Bu yüzden de konsey seni Roze’un eğitmesine karar verdi.”
Güçlükle doğruldum. “Hayır.”
“Başka bir seçenek yok.”
Aklımdaki yanıtı dillendirmedim. Başka seçenekler de vardı. Olması gerekiyordu. Büyücüler Hisarı’nda etrafım çeşitli beceri düzeylerinde büyücülerle çevriliydi. Benimle çalışabilecek bir başkası mutlaka olmalıydı. “Ya Bain?”
“Tarafsız bir akıl hocası istediler. Bu da dört ustanın içinde tek seçenek olarak Roze’u bırakıyor.”
“Fakat o… ”
“Biliyorum. Bunun faydasını bile görebilirsin. Roze’la çalışarak onu niyetinin ülkeye hükmetmek olmadığına ikna edebilirsin. Sitia ve Ixia’ya yardım etme arzunu anlayacaktır.” Kuşkulu ifademden hiçbir şey eksilmemişti.
“Senden hazzetmiyor ama Sitia’nın güvenliği ve özgürlüğünü sürdürme tutkusu kişisel hislerine baskın çıkacaktır.”
Irys’in bana bir parşömen tomarı uzatmasıyla Roze’un kişisel hislerine dair söyleyeceğim alaycı sözlerimi kendime sakladım. “Konsey toplantısı sırasında geldi bu.”
Kâğıdı açtım. Sıkışık harflerle yazılmış mesaj Ay Adam’dan gelen bir emirdi. Yelena, aradığını buldum. Gel.