Sunay Akın yeni kitabı Ay Hırsızı‘nda gözünü Ay’a dikiyor ve bir arkeoloğun sabrıyla kazıyor insanlığın ortak birikiminin üzerine çöken tozu toprağı… Ortaya çıkardığı bilgiyi şair duyarlığıyla ilmek ilmek dokuyor ve okurunu hayrete düşürecek öyküler bir bir diziliyor karşımıza.
Cervantes ve Mimar Sinan hangi caminin inşaatında buluştu?.. Enver Paşa’nın uçağı kaç kaz düştü?.. Piri Reis’in haritası Topkapı Sarayı’nda nasıl bulundu?.. İstanbul Boğazı’nı yürüyerek geçen Attila Hülagü’nün sırrı neydi? 157 yıl yaşayan Zaro Ağa’nın Amerika seferi… Atatürk neden hiç uçağa binmedi?..
*
Türkiyenin ilk kahraman havacısı Vecihi Hürkuş’un cenazesine üç beş yakınından başka kimse gelmedi
Cesur bir pilot olarak kendi yaptığı uçakla çeşitli savaşlara katılan Vecihi Hürkuş Erzincan’da Ruslara eşir düşmüş fakat daha sonra tekrar Türkiye’ye kaçarak tek başına Yunanlılarla çarpışmış ve düşmanın iki uçağını düşürmüştü.
Gazetede Vecihi Hürkuş haberi.
***
Apollo 11 Dünya’dan ayrılırken
1979 yılının sonbaharında, Amerika’nın Ohio Eyaletindeki bir çiftlikte, tahıl kamyonunun arkasından atlayan bir adamın yüzüğü, kamyon kasasını çevreleyen çengellerden birine takılır ve parmağı kopar…
Adam, büyük bir soğukkanlılıkla kopan parmağı yüzükle birlikte asılı kaldığı yerden alarak içi buz dolu bir kaba koyar. Parmak, Kentucky Hastanesi’nin mikro cerrahi kliniğinde yerine başarıyla dikilir. Adamın parmağının kopmasına neden olan, evlilik yüzüğüdür… Ama, hastanede yattığı günlerde başucunda bekleyen bir karısı da yoktur. Çünkü, eşi Janet Elizabeth Shearon, 1962 yılının ocak ayında ölmüştür ve adam, o günden beri evlilik yüzüğünü parmağından bir kez olsun çıkarmamıştır!
Yeşilçam’da izleyiciyi en çok güldüren aşk sahnelerinden biri pilot rolündeki Şener Şen’in sevdiği kıza uçağıyla yaptığı kurlardır. 1977’de çekilen Neşeli Günler filminde, Ayşen Gruda’ya âşık olan Şener Şen’in adı “Vecihi’’dir. Pilot Vecihi, uçağıyla Ayşen Gruda’nın evinin üstünde uçmakta ama her seferinde sakarlığıyla eve zarar vermektedir. Kızın annesi Adile Naşit, iki sevgilinin evliliğine taraftar olsa da, babası Münir Özkul Vecihi’nin uçağına iniş izni vermeyen uçuş kulesi rolündedir. Sinemamızın en saygın sanatçılarının bir araya geldiği bu film, komedi dalının başarılı örneklerinden biri olsa da, Vecihi adının, uçuş tarihimizin en saygın, en değerli adlarından biri olduğu, izleyicilerin büyük çoğunluğu tarafından bilinmez.
Vecihi Hürkuş, gökyüzü tarihimizde ilklere imza atan bir pilottur. 1917’de, Kafkas cephesinde, ilk Türk hava zaferi onun sayesinde kazanılmıştır…
1918 yılında, Ruslardan ele geçirilen Nieuport uçağının bozulan pervanesinin yenisini yaparak bir ilki gerçekleştirmiştir…
Kurtuluş Savaşı sırasında, uçakların kanatlarının onarımı için gerekli olan jelatin ve emait imalatını o başarmıştır…
İzmir’e ilk giren ve hava meydanını işgalden kurtaran pilotumuz Vecihi Hürkuş’tur…
Kurtuluş Savaşı’nın ilk ve son uçuşunu yapan da odur…
Kurtuluş Savaşı’nda, TBMM takdirnamesini 3 defa kazanmıştır…
1924 yılında, İzmir’de ilk Türk uçağını yapmıştır…
1930 yılında, İstanbul’da, tarihimizdeki ilk sivil uçağı yapan “Pilot Vecihi”den başkası değildir…
1933 yılında, ilk deniz uçağı onun elinden çıkmıştır…
1934 yılında, ilk kadın pilotumuz olan Bedriye Gökmen Bacı’yı yetiştirir…
Ankara’da, 1936’da uçan ilk Türk planörlerinin uçuşunu gururla seyreden imalatçı da Vecihi Hürkuş’tur…
İlk Türk özel havayolları kuruluşunu 1954 te kuran kimdir dersiniz?..
Türkiye’de, toprak altındaki radyoaktif zenginliği keşfeden uçağı kullanan yine pilot Vecihi’dir…
Şener Şen’in beyazperdede herkesi güldürdüğü “Pilot Vecihi”nin hayatı hüzünle doludur oysa… Kız kardeşi Remziye Hanım’ı, Yunan savaş uçaklarının 12 Ocak 1921’de Eskişehir’e yaptığı hava saldırısında kaybeder. Babaları Binbaşı Bedri Bey, Kurtuluş Savaşı’nda şehit düştüğünden öksüz kalan Emel, Nahit ve Edibe adlı üç yeğenini yanına alır. Ne var ki, Emel yolda can verecektir…
29 Ekim 1936’da, Cumhuriyet’in 13. yıl kutlamalarında yapılan havacılık gösterilerinde büyük bir uğursuzluk yaşanılır: O gün, Türkkuşu Başöğretmeni Vecihi Hürkuş’un eğittiği paraşütçülerin atlayışı merakla beklenmektedir… Vecihi Bey’in aklı, paraşütçüler arasındaki 17 yaşındaki bir genç kızdadır. Deneme atlayışını bir kez yapan genç kız, hastalanınca sonraki günlerdeki çalışmalara katılamaz. Yeterli sayıda atlayış yapmamış olsa da, Vecihi Hürkuş’a böylesine anlamlı bir günde atlayış yapmayı çok istediğini söylemiş, adeta yalvararak izin koparmıştır.
Uçak, kutlamaların yapıldığı Ankara Hipodromu’nun üstüne geldiğinde kapıda genç kız belirir. Vecihi Hurkuş, yüreğinde bir şüpheyle ve sanki biraz da pişmanlıkla uçağa bakarken, genç kız kendini boşluğa bırakır…
Ciğerleri parçalanırcasına bağırır Vecihi Bey: “Açççç… Paraşütünü açççç… Aç artııııkkk…” 800 metreden atlayan genç kız hızla yere düşmekte, paraşütü açılmamaktadır… Düz bir şekilde başlayan düşüş esnasında paraşüt devreye girmediği için, havada dengesini kaybeden genç kız taklalar atmaya başlar… Paraşüt yere 100 metre kala açılsa da, sert bir şekilde çamur zemine düşmesine engel olamaz.
Vecihi Hürkuş, yanına koştuğu genç kıza sıkıca sarılır. Ağzından kan gelirken, “Babacığım, kabzayı çektim, çektim, çok uğraştım ama paraşüt açılmadı,’’ diyerek kendisini teselli etmeye çalışan ve kaldırıldığı hastanede son sözleri, “Babacığım, üzülme iyiyim,” olan genç kız, kız kardeşi Remziye Hanım’ın çocuğu Edibe’den başkası değildir.
Yaşamının son yıllarında, kurduğu havayolu şirketinin kapanmasına yönelik baskılara ve suikastlara dayanamayan Vecihi Bey iflas eder; borçlarından dolayı Kurtuluş Savaşı’nda gösterdiği kahramanlıklardan dolayı bağlanan maaşına bile haciz konur… Ve Ankara’da anılarını yazarken beyin kanaması geçirir…
“Pilot Vecihi,” 16 Temmuz 1969’da toprağa verilir…
O gün, Ay’a adım atacak ilk insanı taşıyan Apollo 11 dünyadan ayrılmaktadır!..
Amerika’da milyonlarca insan, havacılık tarihinin bu en önemli gününde bir araya gelirken, aynı gün toprağa verilen Türk havacılık tarihinin büyük kahramanı Vecihi Hürkuş’un cenazesine katılan insanların sayısı, iki elin parmağını geçmez.
Ay’da yürüyen ilk insan Neil Armstrong, kendisi gibi pilot olan Vecihi Hürkuş’un ruhunun, Apollo 11’le birlikte gökyüzüne yükseldiğini elbette bilemez… Tıpkı, hiç çıkarmadığı evlilik yüzüğünün on yıl sonra, 1979’da, Ohio’daki çiftlikte bir kaza sonucu parmağını koparacağını bilemeyeceği gibi!..
Neşeli Günler filminin sonu mu? Münir özkul sonunda razı olur ve Ayşen Gruda’yla evlenen Pilot Vecihi parmağına evlilik yüzüğünü takar.
Van Gogh ve Ay Yıldız
Van Gogh’un bir tablosunda Türkiye bayrağı vardır!
Ressam, 1888 yılının eylül ayında yaptığı “Millet’in Portresi” adlı resmin sağ üst köşesine, bayrağımızdaki ay ve yıldızı kondurmuştur. Yıldız beş köşelidir ve hilalin şefkatine sığınmıştır. Tabloya adını veren Millet, Türk olmadığı gibi, üstünde de Fransız ordusunun üniformasını taşımaktadır. Ay ve yıldız, Fransız piyadelerinin sembolüdür. Zaten, Van Gogh’un resmini yaptığı bu asker ile dostluğu uzun sürmeyecek, Millet 1 Kasım 1888’de Cezayir’e gidecektir.
Cemal Süreya, “Ahmed Arif” adlı denemesinin bir yerinde sözü Van Gogh’a getirir: “Hollanda’ya gittiğimde orada Van Gogh’un sarılarının kaynağını bulmuş ve daha çok sevmeye başlamıştım Van Gogh’un resimlerindeki sarıları. Çünkü Hollanda’daki coğrafyanın, yeryüzü şekillerinin, bitki örtüsünün sarıları, Van Gogh’u içimde somutlamış, bir yere oturtmuştu. Onun çalışmasını gözümde daha da büyütmüştü.”
Oysa şair yanılmaktadır. Aman, hemen baştan söyleyelim, Cemal Süreya gibi bir dehanın yanılgısı, yıllar süren bir birikimin ardından, Ay’da yürümeyi başarmış Neil Armstrong’un, Dünya’ya döndüğünde ayağının tökezlemesinden farksızdır. Yanılgı nerede mi? Biraz daha okuyalım ustamızı: “Van Gogh’un sarısı Hollanda toprağının baskın renklerini taşıyor, bir yerde onlara katkıda bulunuyordu, onların arasında açılmış çılgın, sanrılı çiçekler gibiydi.”
Vincent Van Gogh’un, Hollanda ve Belçika’da yaptığı tablolarında egemen olan sarı değil, koyu renklerdir. Eleştirmenler tarafından “karanlık dönem” olarak adlandırılan o yıllarda Van Gogh, “Dokumacı”, “İncilli, Şamdanlı ve Romanlı Natürmort”, “Şehir Borsası”, “Fırtınada Scheveningen Sahili” ve “Patates Yiyenler” gibi koyu, iç karartan, karanlık renklerin egemen olduğu tablolara imza atmaktadır. Cemal Süreya’nın sözünü ettiği sarı renk, ressamın babasının ölümünün ardından, 1886 yılının Mart ayında Paris’te yaşayan kardeşi Theo’nun yanına gittikten sonra yaptığı resimlerde boy gösterecektir. Daha doğrusu, sarının gücü 1888 yılında, Paris’ten ayrılarak tarlalarını, derelerini, ışığını çok sevdiği Arles, Provence, Saint Remy ve Auvers-Sur-Oise gibi yörelerde çıkacaktır ressamın karşısına. Buralar da Hollanda değil, Fransa toprağıdır. Bu değişimde, Paris’ten satın aldığı Japon resim sanatının örneklerinin de payı büyüktür.
Cemal Süreya’nın tek yanılgısı keşke yalnızca bu olsaydı. Lokman Hekim’in kendine 80 yıl yaşadığı sanılan 7 kartalın ömrünü art arda yaşamayı seçmesinden etkilenerek, Cemal Süreya da, 7 kırlangıcın hayatını kendi yaşam süresi olarak belirler. Kırlangıçların 9 yıl yaşadığını öğrenince şairimiz bozulmadı dersek, yalan olur. Ne yazıktır ki, Cemal Süreya 63 yaşına 4 basamak kala, 59’unda ayrılır aramızdan.
Kırlangıç; çünkü şair de göçebe bir hayat sürmektedir. Rakam olarak 7’yi seçmesinin nedeni, Lokman Hekim’e gönderme olmasının yanı sıra şiirlerinin altına yazdığı soyadıyla da ilgilidir. Asıl soyadı “Seber” iken, sonradan bir y harfini atacağı “Süreyya”yı benimser. Süreyya, Boğa burcundaki Ülker takımyıldızının bir diğer adıdır ve 7 yıldızdan oluşur!
Van Gogh, Cemal Süreya’nın şiirinde de çıkar karşımıza. “Dalga” adlı şiirin ilk kıtasını okuyoruz:
Bulutu kestiler bulut üç parça
Kanım yere aktı bulut üç parça
İki gemiciynen Van Gogh’tan aşırılmış
Bir kadının yüzü ha ha ha
Bunlar da, kulağını kesen Van Gogh’un kardeşi Theo’ya yazdığı mektuptaki bulutlar; Hişşşt, okumadan önce kulağınıza fısıldayalım; bu mektubu “sarı” tabloların uzağında, 1883 yılında Hollanda’da yazmıştır. Okuyun, zaten iç karartıcı renklerden anlayacaksınız: “Gökyüzü tanımlanması olanaksız incelikte, uçuk bir eflatuni beyaz. Koyun postlarına benzeyen ak bulutlar yoktu şurada burada, çünkü bu bulutlar çok daha sıkı sıkıydı ve tüm gökyüzünü kaplıyordu, bir yandan da az çok parlak, göz yakan eflatunlar, griler…”
Şiirimizde, tabloları dizelere en çok asılan ressam Van Gogh’tur. Bedri Rahmi Eyüboğlu, Mehmet Başaran, Ömer Faruk Toprak, Özkan Mert, Metin Demirtaş… Eyvah, bırakalım Van Gogh’a göz kırpan şiirleri de, Salâh Birsel’in “Van Gogh” adlı denemesinde eğri duran bir tabloyu düzeltmeye yetişelim. Salâh Birsel de tıpkı Cemal Süreya gibi yanında Sunay Akın’ın hep çırak kalacağı bir ustadır. Payımıza, onların insana öğrenme arzusu veren ve aydınlandıkça da hiç olduğumuzu anlatan eserlerindeki birazcık, çok değil, hafif eğri duran tabloları düzeltmek düşüyorsa, bizim ödülümüz de bu olsun.