Aşıksan başın belada!
Abby Abernathy; geçmişini unutmak için kalkıp uzak bir şehre okumaya gelen, temkinli, kendi hâlinde bir kız. Travis Maddox; hayatını dövüşerek kazanan ve aşka inanmadığı için tek gecelik ilişkilerle avunan bir erkek. Aşk ve bela birbirine hiç bu kadar yakışmadı…
Travis annesinden hayatla ilgili iki şey öğrendi: Aşkı bul. Ve onun için ölümüne mücadele et.
Bu hikâyeyi biliyorum demeden önce bir kez daha düşünün. Her aşk hikâyesinde iki taraf vardır: Esas oğlan ve esas kız. Tatlı
Bela’da esas kızı dinledik; peki ya, esas oğlan?
Bir erkeğin aşkı için verdiği mücadeleyi kendi ağzından tüm içtenliğiyle dinlemeye hazır olun…
Prolog
Alnında biriken ter damlalarına ve güçlükle soluk alıp vermesine rağmen hasta gibi görünmüyordu. Teninde alışık olduğum o yumuşak parlaklık yoktu ve gözlerinin ışıltısı eskisi gibi değildi ama hâlâ güzeldi. Hayatımda göreceğim en güzel kadın…
Eli yatağın kenarından düştü ve bir parmağı titredi. Bakışlarım kırılgan, sararmaya başlamış tırnaklarından incelmiş koluna, oradan da kemikli omuzlarına geçip nihayet gözlerinde sabidendiler. Ancak incecik birer şerit kadar, orada olduğumu bildiğini gösterecek kadar, açılmış göz kapaklarının arasından bana bakıyordu. Bu huyunu çok seviyordum; bana baktığı zaman, gerçekten de beni görüyordu, sadece beni görüyordu, ötemdeki bir şeyleri, mesela o gün yapması gereken düzinelerce işi düşünmüyor ya da aptal hikâyelerimi dinlermiş gibi yaparken bir yerlere dalıp gitmiyordu. O dinlerdi ve dinlemekten mutlu olurdu. Geri kalan herkes başım sallayıp dinler gibi yapıyordu; o hariç. O her zaman beni dinlerdi.
“Travis,” dedi, boğuk bir sesle. Boğazını temizleyip dudaklarına belli belirsiz bir gülümseme oturttu. “Gel buraya bebeğim, sorun yok. Gel bak’yim yanıma.”
Babam hemşireyi dinlerken parmaklarıyla beni ensemden itti. Babam ona Becky diyordu. Eve ilk defa birkaç gün önce gelmişti. Nazikçe konuşuyordu ve gözlerinde de iyilik var gibiydi ama Becky’yi sevmemiş tim. Açıklayamıyordum ama onun burada olması korkutucuydu. Yardım etmek için gelmiş olabileceğini biliyordum ama babam onun varlığından bir sıkıntı duymasa bile burada olması iyi bir şey değildi.
Babam beni itince birkaç adım ilerleyip anneme neredeyse bana dokunabileceği kadar yaklaştım. “Her şey yolunda Travis,” diye fısıldadı. “Annecik sana bir şeyler söylemek istiyor.”
Parmağımı ağzıma sokup diş etlerime bastırarak oynadım. Başımı aşağı yukarı oynatınca annemin küçük gülümsemesi büyüyormuş gibi oluyordu, onun için yanına giderken büyük adımlar atmaya dikkat ettim.
Kalan gücünü kullanıp bana daha yakından baktı sonra da derin bir nefes aldı. “Senden isteyeceğim şey çok zor olacak oğlum. Yapabileceğini biliyorum çünkü artık koca adam oldun.”
Başımı yeniden sallayıp öyle hissetmesem de gülümsemesine gülümsemeyle karşılık verdim. O kadar yorgun ve rahatsız görünürken gülümsemesi gerçekmiş gibi gelmiyordu ama cesaret onu mutlu ediyordu dolayısıyla ben de cesur davrandım.
“Travis, sana söyleyeceğim şeyleri dinlemeni ve daha da önemlisi hatırlamam istiyorum. Bunu yapman çok zor olacak. Üç yaşımda yaşadıklarımı hatırlamaya çalışıyordum ve…” Sözünün devamını getiremedi, bir an için ağrısı artmıştı.
Becky, “Ağrı dayanılmaz mı oldu, Diane?” deyip anneme damardan bir iğne yaptı.
Birkaç saniye sonra annem rahatladı. Bir nefes daha alıp yeniden başladı.
“Bunu anneciğin hatırına yapabilir misin? Az sonra söyleyeceklerimi hatırlayabilir misin?” Bir kere daha başımı sallayınca elini yanağıma getirdi. Cildi çok sıcak sayılmazdı ve titremeye başlayıp yatağa düşmeden önce elini yanağımda sadece birkaç saniye için tutabildi. “Önce şu; üzgün olmak ve hissetmek kötü bir şey değildir. Bunu hatırla. İkincisi şu; olabildiğince uzun süre çocuk kal. Oyun oyna Travis, zevzek ol” -gözleri buğulandı- “sen ve kardeşlerin birbirinize bakabilirsiniz ve babanıza. Büyüyüp başka bir yere taşındığınızda bile eve dönmek önemlidir. Tamam mı?”
Başımı aşağı yukarı sallayıp çaresizce onu memnun etmeye çalıştım.
“Yakın bir zamanda âşık olacaksın oğlum. Öylesine bir kıza kapılma. Kolay lokma olmayan kızı seç, uğruna mücadele etmen gereken kızı ve sonra da asla mücadele etmeyi bırakma. Asla/’ -derin bir nefes aldı- “istediğin şey için mücadele etmeyi bırakma. Ve asla,” -kaşlarını çattı- “anneciğinin seni sevdiğini unutma. Beni göremesen bile.” Bir gözyaşı yanağından aşağıya süzüldü. “Ben seni daima, daima seveceğim.”
Kesik kesik nefes alıp ardından öksürdü.
Becky, “Tamam,” deyip komik görünüşlü bir şeyi kulaklarına soktu ve ardından annemin göğsüne dayadı. “Dinlenme vaktin geldi.”
“Vakit yok,” diye fısıldadı annem.
Becky babama baktı. “Fazla zamanı kalmadı, Bay Mad- dox. Diğer çocukları da veda etmeleri için getirseniz iyi olur.”
Babamın dudaktan sert bir çizgi halinde kasıldılar ve başını salladı. “Ben hazır değilim,” dedi hıçkırıkların arasından.
“Karını kaybetmeye hiçbir zaman hazır olmayacaksın, koruduğu gibi. Thomas, “İyi görünmüyor” dedi.
Babam boğazını temizledi. “Anneniz uzun süredir çok hastaydı, çocuklar. Ve artık zamanı… zamanı…” sözünü bitiremedi.
Becky anlayışlı küçük bir gülümsemeyle sözü babamdan devraldı. “Anneniz son günlerde yemeden içmeden kesildi. Vücudu kendini bırakıyor. Bunun çok zor olduğunun farkındayım ama annenize onu sevdiğinizi ve onu özleyeceğinizi ve onun artık gözü arkada kalmadan gidebileceğini söylemeniz lazım. Gözünün arkada kalmasına gerek olmadığını bilmesi lazım.”
Kardeşlerim aynı anda başlarını salladılar. Ben hariç hepsi. Ben onun gözünü üstümde hissetmek istiyordum. İsa’nın onu çağırıp çağırmaması umurumda değildi. O benim anneciğimdi. İsa yaşlı bir anneyi alsındı. Bakması gereken küçük çocuktan olmayan bir anneyi. Bana söylediklerini hatırlamayı denedim. Kafamda birleştirmeye çalıştım: Oyna. Babanı ziyaret et. Sevdiğin şey için mücadele et. Son kısmı beni rahatsız etmişti. Annemi seviyordum ama onun için nasıl mücadele edeceğimi bilmiyordum.
Becky babamın kulağına eğildi. Babam başını salladı ve ardından kardeşlerime bakıp, “Evlatlarım. Şimdi annenize veda edeceğiz; Thomas, vedalaşma bitince kardeşlerini yataklarına yatır. Sonrasını görmelerine gerek yok.”
Thomas, “Evet efendim,” dedi. Cesur numarası yaptığını biliyordum. Bakışları en az benimkiler kadar hüzünlüydü.
Thomas bir süre annemle konuştu, sonra Taylor’la Tyler kulaklarına bir şeyler fısıldadılar. Trenton onu kucaklayıp uzun süre ağladı. Herkes ona huzur içinde bizi bırakıp gidebileceğini söylüyordu. Ben hariç herkes. Annem bu defa söylenenlere karşılık vermedi.
Thomas elimden çekip beni yatak odasından çıkarttı.
Koridora gelene dek geri geri yürüdüm. Annem sadece uykuya dalacakmış gibi düşünmeye çalıştım ama başım dönüyordu. Thomas beni kaldınp merdivenlerden üst kata taşıdı. Duvarların ardından babamın feryatları gelmeye başlayınca hızlandı.
Thomas, “Sana ne dedi?” diye sordu, küvetin musluğunu açarken.
Yanıt vermedim. Onun sorusunu duydum ve annemin bana söylediklerini de hatırlıyordum ama gözlerim ağlamayı, ağzım da konuşmayı unutmuş gibiydi.
Thomas toprak lekeli tişörtümü, şortumu ve Thomas marka iç çamaşırlarımı çıkartıp yere attı.
“Küvete girme zamanı geldi ufaklık.” Beni yerden kaldırıp sıcak suyun içine oturttu, kumaş parçasını ıslatıp başımın üstünde sıktı. Gözümü kırpmadım. Yüzüme su gelmesinden nefret etsem de silmek için kılımı bile kıpırdatmadım.
“Dün annem ikizlere ve babama bakmamı söyledi.” Thomas ellerini küvetin kenarına koyup çenesini de ellerinin üstüne koydu. “Ben de öyle yapacağım Trav, tamam mı? Sana bakacağım. Onun için, endişelenme. Hepimiz annemi özleyeceğiz ama korkma. Sana söz veriyorum, her şeyin yolunda gitmesini sağlayacağım.”
Başımı sallamayı istedim ya da ona sarılmayı, ama hiçbir uzva söz geçiremiyordum. Annem için mücadele etmem gerektiği halde üst katta su dolu bir küvette bir heykel kadar kıpırtısız oturmuş duruyordum. Daha şimdiden onu hayal kırıklığına uğratmıştım. Vücudum çalışmaya başlar başlamaz, bana söylediği bütün o şeyleri yapacağıma içimden söz verdim. Hüznüm kaybolduğunda durmadan oynayacak ve hep mücadele edecektim. Sonuna kadar.
Birinci Bölüm
Güvercin
Kahrolası akbabalar. Seni saatlerce bekleyebilirlerdi. Günler boyunca, geceler boyunca. Sana baktıklarında içini görürler, ilk hangi parçanı çekip koparacaklarına karar vermeye çalışırlardı, en leziz, en yumuşak parçana göz dikerler bazen de sadece en kolay nereye erişirim diye bakarlardı.
Bilmedikleri, beklemedikleri şey ise kurbanın rol yapmasıydı. İşte böyle bir durumda da kolay lokma olan akbabalardı. Tam yapmaları gereken tek şeyin sabırlı olup arkalarına yaslanmak ve göçüp gitmeni beklerken keyif yapmak olduğunu düşünürlerken, sen onlara saldırmalıydın. O anda gizli silahını çıkartmalıydın; statükoya hiç saygı duymamak; dünyanın düzenine teslim olmayı reddetmek.
O anda onları umursamazlığının şiddetiyle şoke ederdin.
Çember’deki bir rakip, hakaretleriyle zayıf noktalarını bulmaya çalışan hıyarın teki, seni kendine bağlamaya çalışan bir kadın; hepsinde işe yarıyor.
Çok küçük bir yaştan itibaren hayatımı bu şekilde yaşamak için bilhassa özen gösterdim. Şu ruhlarını kendilerine gülümseyen ilk hazine avcısı acuzeye veren yufka yürekli geri zekâlılar tamamen yanılıyorlardı. Ama bir nedenden ötürü sürünün tersine giden bendim. Kara koyun bendim. Bana soracak olursan zor olan onlann yoluydu. Duyguları dışarıda bırakıp yerine hissizlik ya da öfkeyi -ki kontrol etmesi daha kolaydı-geçirmek kolaydı. Kendine bir şeyler hissetme izni vermek insanı incinebilir hâle getiriyordu. Bu hatayı kardeşlerime, kuzenlerime ya da arkadaşlarıma ne kadar açıklamaya çalışırsam çalışayım bana şüpheyle yaklaştılar. Onları zerre kadar umursamayan, becer-beni- topukluları giymiş salak bir şıllık için ağladıklarını ya da geceleri uykusuz kaldıklarım ne kadar sık görsem de bunu niye yaptıklarını anlayamıyordum. Kalbinin bu denli kırılmasına değecek kadınlar onlara âşık olmana hemen öyle kolay izin vermezlerdi. Ok geceden koltuğunun üstünde domalmazlar ya da onları yatak odasına çekmene razı gelmezlerdi; öyle kolay değillerdi.
Teorilerim umursanmadı çünkü dünyanın düzeni böyle değildi. Çekim, seks, aşk, sevgi ve ardından kalp kırıklığı. Mantıklı düzen buydu. Hep böyleydi.
Ama benim için değil. Hiç yolu yok hocam.
Uzun zaman önce yoluma bir kumru çıkana dek akbabalarla besleneceğime karar vermiştim. Bir güvercinin gelmesini bekleyecektim. Kimseye ayak bağı olmayan, sadece kendi işine bakıp ihtiyaçları ve bencilce alışkanlıklarıyla başkalarını aşağıya çekmeden hayatını sürdürmeye çalışan biri. Cesur. İyi iletişim kuran. Zeki. Güzel. Tatlı dilli. Hayat boyu eşin olabilecek bir canlı. Sana güvenmek için bir nedeni olana dek elde edilemeyen birisi.
Apartmanımın açık kapısının önünde durmuş sigaramın son küllerini silkerken, Çemberde gördüğüm pembe kaşmir yeleği içindeki kız geldi aklıma. Düşünmeden ona Güvercin demiştim. Onu o an olduğundan da huzursuz edecek aptal bir takma addı. Al al olmuş yüzü ve kocaman açılmış gözleriyle dışarıdan bakıldığında masum görünmüştü, ama bunun sadece kıyafetinden kaynaklandığını anlamıştım. Boş gözlerle oturma odasına bakarken kendimi zorlayıp kızı düşünmeyi bıraktım.
Megan koltuğuma uzanmış televizyon izleyip pinekliyordu. Sıkılmış gibi görünüyordu ve ben de dairemde hâlâ ne aradığını merak ettim. Genelde onunla işim bittikten sonra ıvır zıvırını toplayıp giderdi.
Sokak kapısını itince gıcırdadı. Boğazımı temizleyip sırt çantamın saplarını tuttum. “Megan. Ben çıkıyorum,”
Oturup gerindi, sonra da fazlasıyla büyük el çantasının zincirini tuttu. O çantayı dolduracak kadar eşyasının olduğunu sanmıyordum. Megan gümüş renkli zincirleri omzuna geçirdi ve ardından dolgu topuklu ayakkabılarını giyip acele etmeden kapıdan çıktı.
Bana bakmadan, “Canın sıkılırsa mesaj at,” dedi. Devasa güneş gözlüklerini takıp kendisini yollamış olmamdan hiç etkilenmeden merdivenlerden indi. Megan’ın beni sıklıkla ziyaret eden az sayıdaki kadından biri olmasının temel nedeni bu umursamazlığıydı. Bir ilişkimiz olsun diye ağlanıp sızlanmaz, kapris yapmazdı. Aramızdakini olduğu gibi kabul eder ve işine bakardı.
Harley’yim sonbahar sabahının güneşinde panldıyordu. Megan’ın apartmanımın otoparkından çıkmasını bekledim, sonra da merdivenlerden koşarak inerken ceketimin fermuarını çektim. Dr. Rueser’in beşeri bilimler dersi yanm saat içinde başlayacaktı ama geç kalmamı umursamıyordu. Eğer onun carımı sıkmıyorsa, oraya gitmek için kendimi perişan etmenin bir anlamı da yoktu.
Arkamdan bir ses “Bekle!” dedi.
Shepley, üstü çıplak bir halde dairemizin kapışırım önünde durmuş, tek ayağının üstünde dengede durup…