İÇİNDEKİLER
TRAVMAYLA YÜZLEŞME 1
KISIM BİR
TRAVMAYI YENİDEN KEŞFETME – 5
1. VİETNAM GAZİLERİNDEN DERSLER – 7
2. ZİHİN VE BEYİN ANLAYIŞINDA DEVRİMLER – 22
3. BEYNİN İÇİNE BAKMAK: NÖROBİLİM DEVRİMİ – 39
KISIM İKİ
TRAVMADA BEYNİNİZ – 49
4. YAŞAMINIZI SÜRDÜRMEK: HAYATTA KALMANIN ANATOMİSİ – 51
5. BEDEN BEYİN İLİŞKİSİ – 74
6. BEDENİNİZİ KAYBETME, BENLİĞİNİZİ KAYBETME – 87
KISIM ÜÇ
ÇOCUKLARIN ZİHNİ – 103
7. AYNI FREKANSTA BULUŞMAK: BAĞLANMA VE UYUM – 105
8. İLİŞKİLERDE KAPANA KISILMAK: İSTİSMAR VE İHMALİN BEDELİ – 123
9. SEVGİNİN BUNUNLA NE İLGİSİ VAR? – 136
10. GELİŞİMSEL TRAVMA: GİZLİ SALGIN – 149
KISIM DÖRT
TRAVMANIN ETKİSİ – 169
11. SIRLARI AÇIĞA ÇIKARMA: TRAVMATİK BELLEK PROBLEMİ – 171
12. HATIRLAMANIN DAYANILMAZ AĞIRLIĞI – 184
KISIM BEŞ
İYİLEŞMEYE GİDEN YOLLAR – 201
13. TRAVMADAN İYİLEŞME: KENDİNİ SAHİPLENME – 203
14. DİL: MUCİZE VE ZORBALIK – 230
15. GEÇMİŞİ BIRAKMAK: EMDR – 248
16. BEDENİNİZİN İÇİNDE YAŞAMAYI ÖĞRENMEK: YOGA – 263
17. PARÇALARI BİR ARAYA GETİRMEK: ÖZ LİDERLİK – 277
18. BOŞLUKLARI DOLDURMA: YAPILAR OLUŞTURMAK – 296
19. BEYNİ YENİDEN YAPILANDIRMAK: NÖROTERAPİ/NEUROFEEDBACK – 309
20. SESİNİ BULMA: TOPLU RİTMLER VE TİYATRO – 330
SON SÖZ: YAPILACAK SEÇİMLER – 347
TEŞEKKÜR – 357
EK: GELİŞİMSEL TRAVMA BOZUKLUĞU İÇİN OY BİRLİĞİ İLE ÖNERİLEN ÖLÇÜTLER – 359
KAYNAKLAR – 363
NOTLAR – 371
DİZİN – 423
EDİTÖRLERDEN…
Ne yazık ki şimdiki psikiyatri anlayışı, yakınmalarınızı anlatmanız ve hekiminde bu yakınmaları düzeltecek bir ilaç önermesi üzerine kurulu. Ancak “Hiçbir ilaç, kötü geçmiş bir çocukluğu düzeltmiyor”. Anne, babanızın veya eşinizin size nasıl davrandığı, nasıl bir ailede büyüdüğünüz, anne babanızın birbirlerine sevgi dolu ya da düşmanca davranışları, bireysel, ailesel, hatta toplumsal travmaların üzerinizdeki izleri ne yazık ki hiç konuşulmuyor.
Artık biliyoruz ki beynimiz ve bedenimiz karşılıklı etkileşimler üzerinde şekilleniyor. Bu etkileşimlerin değerlendirilmediği bir tanı ve tedavi anlayışı her zaman eksik kalacaktır. Sıklıkla, “Öyle düşünmemelisin… Düşünce şeklin yanlış!” diyen terapistlerle karşılaşıyorum. “Oltaya yakalanmış bir balığın davranışlarını gören arkadaşları, onun çıldırdığını düşünebilir”. Ama balığın yaptığı sa-dece hayatını kurtarmaya çalışmaktır. İnsanları yaşadıkları ya da yetiştikleri ortamlardan ayrı değerlendiremeyiz, oltayı göremezseniz bu davranışları anlamak ve anlamlandırmakta mümkün olmayacaktır.
Tıp mesleği, çaresizliğe tahammül etmenizi gerektirir. İnsanlar hastalanır, yaşlanır ve ölürler. Henüz çözümünü bilmiyoruz. Yapabildiğimiz çoğu zaman acıları azaltmak, acı çeken insanların yanında olmak, ölümü geciktirmeye çalışmak, çoğu zaman da çaresizce beklemek… Acı kaçınılmazdır. Yaşam hepimiz için neşe sağlık ve mutluluk kadar, az ya da çok ıstırap ve kayıpla dolu. Kimimiz bunlarla çok erken, çok savunmasızken ve üst üste karşılaşırız, kimimiz daha geç. Bunca yıl sonra psikiyatrinin en önemli görevlerinden birinin bu acı ve kayıplarla başetmede insanlara yardımcı olmak, yeniden toparlanıp, geçmişlerinin etkisinden kurtulup mümkünse daha güçlü bir şekilde yaşamlarına devam etmelerini sağlamak olduğunu düşünüyoruz.
“Beden Kayıt Tutat” var olan psikiyatri anlayışının tıkanımşlığına bir umut ışığı yakıyor, nörobilimdeki gelişmeler sayesinde ruhsal ve hatta bedensel hastalıklarımızın kökeninin daha farklı anlaşılmasını, taşların yerine oturmasını açık, kanıta dayalı ve anlaşılır bir şekilde sunuyor. Yirmi birinci yüzyılın getirdiği yeni terapi yöntemlerini tanıtarak etkili başa çıkmanın nasıl olabileceğinin yollarını gösteriyor. Bunu yaparken, gerçek öykülerle insanın zekasına, dayanıklılığına, başetme ve iyileşme gücüne bir kez daha hayran bırakıyor. Büyük yıkımlardan büyük zaferlerin çıkması gibi, travmadan sonra muhteşem bir iyileşmenin de mümkün olduğunu gösteriyor. Pek çok kez yaşadıkları travmaları, hayatlarının kaynağı yapan hatta bunun ötesine geçip başkaları aynı acıyı yaşamasın diye mücadele eden insanlar tanıdık. Bu kitapta da okuyacağınız yaşamlar gibi…
Bu kitabın zorlayıcı yaşam olaylarında duygudaşlık yaptığımız danışanlara, anılarıyla yaptıkları savaşlarda ateşkes sağlama çabala-rımızda, zihinlerindeki olumsuz inançlarıyla, bedenlerindeki rahat-sızlık veren duyumlarıyla kavgalarında uzlaştırıcılık yaparken, trav-maya tanıklık yapmanın etkileriyle boğuşurken travma çalışanları için bir pusula olduğunu düşünüyoruz. Tekrar tekrar okunmayı hak eden bir başeser.
En az bizim kadar “Beden Kayıt Tutar”dan faydalanmanızı dileriz.
Doç. Dr. Önder Kavakcı – PDR. Hayal Demirci
GİRİŞ
TRAVMAYLA YÜZLEŞME
Kişinin travmayla karşılaşması için savaşçı bir asker olması ya da Suriye’de, Kongo’da bir savaş kampını ziyaret etmesi gerekli değildir. Travma, bizim, arkadaşlarımızın, ailelerimizin ve komşularımızın başına geliyor. Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri tarafından yapılan araştırmalar, beş Amerikalıdan birinin çocukken cinsel tacize uğradığını; dört kişiden birinin ebeveynleri tarafından bedeninde iz kalacak şekilde dövüldüğünü, üç çiftten birinin fiziksel şiddete maruz kaldığını göstermektedir. Dörtte birimiz alkolik akrabalarla büyüyoruz ve sekiz kişiden biri annesinin fiziksel şiddete maruz kaldığına ya da dövüldüğüne tanıklık ediyor(1).
İnsanoğlu olarak son derece dirençli bir türüz. Çok eski zamanlardan bu yana acımasız savaşlar, sayısız felaketler (hem doğal hem de insanların neden olduğu) ve kendi yaşamlarımızdaki şiddet ve ihanetten çıkıp toparlanıyoruz. Ancak travmatik deneyimler, büyük ölçekli (tarihimizde ve kültürümüzde) ya da belli belirsiz bir şekilde, nesil-ler boyu süren, gizli sırlarla evimizde, ailemizde izler bırakmaktadır. Aynı zamanda zihnimizde ve duygularımızda, eğlence ve dostluk kapasitemizde ve hatta biyolojimizde ve bağışıklık sistemimizde de izler bırakmaktadır.
Travma, yalnızca doğrudan buna maruz kalan kişileri değil aynı zamanda bu kişilerin etrafındakileri de etkilemektedir. Savaştan dönen askerler, öfkeleri ve duygusal yetersizlikleri ile ailelerini korkutabilmektedir. TSSB yaşayan erkeklerin eşleri de depresyona girmekte ve depresyondaki annelerin çocukları da güvensiz ve kaygılı olarak yetişmektedir. Çocukken aile içi şiddete maruz kalmak, yetişkinlik döneminde kararlı, güvenilir ilişkiler kurmayı sıklıkla güçleştirmektedir.
Travma tanım olarak, katlanılmaz ve dayanılmazdır. Çoğu tecavüz kurbanı, asker ve cinsel tacize uğrayan çocuklar, bir yandan yaşadıkları şeyi zihinlerinden atmaya çalışır, hiçbir şey olmamış gibi davranıp normal hayatlarını sürdürmeye çalışırken bir yandan da yaşadıkları deneyimi düşündüklerinde çok üzgün hissederler. Yaşadıkları dehşetin anılarını ve açığa çıkan zayıflıklarının ve savunmasızlıklarının utancını taşırken, işlevselliklerini sürdürmeleri çok büyük enerji gerektirmektedir.
Travmayı geride bırakmak isteriz ancak beynimizin yaşamımızı sürdürmemizi sağlayan temel kısımları (akılcı beynin çok derinlerindedir) yadsıma konusunda çok iyi değildir. Travmatik deneyimden çok uzun bir süre sonra, en küçük bir tehlike belirtisi karşısında, bozulmuş beyin devrelerini harekete geçirebilir ve yoğun miktarda stres hormonu salınmasına neden olabilir. Bu da hoş olmayan duygulara, yoğun flziksel duyumlara dürtüsel ve saldırgan davranışlara zemin hazırlar. Bu travma sonrası tepkiler, anlaşılmaz ve dayanılmaz olarak hissedilebilir. Travma yaşayanlar kontrolden çıktıklarını hisseder ve kurtarılamayacak şekilde derinden hasar gördüklerini düşünmeye başlarlar.
İlk kez tıp okumaya karar verdiğim zaman, henüz on dört yaşındaydım ve bir yaz kampındaydım. Kuzenim Michael, bütün gece böbreklerin nasıl çalıştığı, vücudun ihtiyacı olmayan şeyleri nasıl salgıladığı ve sistemi dengede tutan kimyasalları nasıl içine çektiğini anlatmıştı. Onun vücut fonksiyonlarının büyüleyici yolları hakkındaki açıklamalarıyla tıp okuma kararım perçinlendi. Sonraları tıp eğitimimin her aşamasında, cerrahi, kardiyoloji ya da pediyatri gibi herhangi bir alanda insan organizmasının nasıl çalıştığını anlamanın iyileşmenin anahtarı olduğunu düşündüm. Psikiyatri rotasyonum başladığında ise zihnin inanılmaz karmaşıklığı arasındaki zıtlıklar, biz insanların birbirlerimizle ilişki ve bağlanma biçimleri ve psikiyatristlerin tedavi ettikleri problemlerin kaynağı hakkında ne kadar az şey bildiklerini gördükçe vurulmuştum. Bir gün organizmayı oluşturan sistemler hakkında bildiklerimiz gibi beynimiz, zihnimiz ve sevgi hakkında bir şeyler bilmek de mümkün olacak mıydı?
Hâlâ gözle görülür bir şekilde böyle detaylı bir anlayışın çok uzağındayız ancak üç yeni bilim dalının doğuşu, psikolojik travma, istismar ve ihmal konusundaki bilgilerde bir patlamaya yol açtı. Bu yeni disiplinler, beynin zihinsel süreçleri nasıl etkilediğini inceleyen nörobilim; zihnin ve beynin gelişiminde olumsuz deneyimlerin etkisini inceleyen gelişim psikopatolojisi; ve davranışlarımızın duygularımızı, biyolojimizi ve etrafımızdakileri nasıl etkilediğini inceleyen kişiler arası nörobiyolojidir.
Bu yeni disiplinlerde yapılan araştırmalar, travmanın, beynin alarm sisteminin yeniden ayarlanması, stres hormonu aktivitesinde artış ve ilgili bilgileri, ilgisiz olandan ayırt eden sistemdeki değişimler gibi gerçek fizyolojik değişimlere neden olduğunu göstermiştir. Artık travmanın hayatta olma hissinin somutlaştığı fiziksel olarak iletişen beyin alanlarını kötüleştirdiğini biliyoruz. Bu değişimler, travma geçiren bireylerin, günlük yaşamlarını olağan biçimde sürdürmelerinden ödün verme pahasına tehdit karşısında neden bu kadar aşırı tetikte olduklarını açıklamaktadır. Ayrıca, travma yaşayan kişilerin neden aynı sorunları tekrar tekrar yaşadığını ve deneyimlerinden bir şeyler öğrenme konusunda sorunları olduğunu anlamamıza yardımcı olmaktadır. Artık davranışlarının ahlaki eksikliklerden, iradesizlikten ya da kötü karakterleri yüzünden olmadığını biliyoruz; bunların nedeni beyindeki gerçek değişimlerdir.
Travmanın altında yatan temel süreçlerle ilgili bilgilerimizdeki engin artış, travmanın yarattığı zararı hafifletmek ve hatta geriye döndürmeyi sağlayacak olasılıklara da kapılar açmıştır. Travma deneyimini yaşamış kişilerin şimdiki anlarını tam bir şekilde yaşamalarına ve hayatlarını devam ettirmelerine yardım eden beynin doğal nöroplastisitesinden yararlanan yöntemler ve deneyimler geliştirebiliriz. Esas olarak üç hedef vardır: 1) travmanın anılarını işlerken, konuşarak, başkalarıyla (yeniden) iletişim kurarak ve kendimize neler olduğunu anlamaya ve bilmeye izin vererek yukarıdan aşağı işlemleme; 2) uygunsuz alarm tepkilerini durduran ilaçlar alarak ya da beynimizin bilgiyi işleme yolunu değiştiren başka teknolojiler kullanma ve 3) travmadan kaynaklanan çaresizlik, öfke ya da çöküşe karşı bedenin, derin ve iç organlara ait deneyimleri yaşamasına izin veren, aşağıdan yukarı yöntem. Bunlardan hangisinin, hangi hasta için uygun olduğu ise deneyimseldir. Çalıştığım kişilerin çoğunda bunların birleşimlerine gerek duydum.
Bu benim hayatımın çalışması olmuştur. Çabalarım, bundan otuz yıl önce kurduğum Travma Merkezindeki iş arkadaşlarım ve öğrencilerim tarafından da desteklenmiştir. Birlikte binlerce travma yaşayan çocuğu ve yetişkini tedavi ettik; Çocuk istismarı, doğal afetler, savaşlar, kazalar ve insan kaçakçılığı kurbanları; yakın kişilerin ya da yabancıların saldırılarına maruz kalan insanlar. Çok uzun süreden beri, haftalık tedavi ekibimizin toplantılarında hastalarımızın durumunu derinlemesine tartışıyoruz ve dikkatli bir şekilde bireylerde en iyi sonucu verecek farklı tedavi yöntemlerini izliyoruz.
Temel görevimiz, tedavi için bize gelen çocuklar ve yetişkinlerle her zaman ilgilenmektir ancak en baştan bu yana kendimizi travmatik stresin farklı gruplardaki etkilerini araştırmaya ve kimler için hangi tedavi yöntemlerinin işe yaradığını belirlemeye adadık. National Institute of Mental Health, The National Center for Complementary and Alternative Medicıne, The Centers tor Disease Control ve sayısız özel kurumdan; ilaçlardan konuşma tedavilerine, yogadan, EMDR’ye, tiyatrodan, neurofeedback’e kadar birçok farklı tedavi biçimlerinin etkinliğini değerlendiren çalışmalarımız için bağış desteği aldık.
Karşımızda duran zorluk: insanların, nasıl geçmişteki travmalarının kalıntılarının üstesinden gelip yeniden kendi gemilerinin kaptanı olacaklarıdır. İlaçlar, aşırı aktif alarm sistemini köreltirken, konuşma. anlayış ve insan ilişkileri de travmanın üstesinden gelmeye yardımcı olur. Ancak geçmişin izlerinin, travmanın parçası olarak ortaya çıkan çaresizlik, öfke ve çöküşü doğrudan tersine çeviren fiziksel etkinliklerle değiştirilebileceğini de göreceğiz. Tercih ettiğim bir tedavi yöntemi yok, herkese uyan tek bir yaklaşım da yok ancak bu kitapta anlattığım tedavi yöntemlerinin tümünü kullanmaktayım. Her biri, problemin doğasına ve kişinin yapısına bağlı olarak köklü değişimler yaratabilir.
Bu kitabı hem bir kılavuz hem de bir davetiye-kendimizi travma gerçeğiyle yüzleşmeye, en iyi nasıl tedavi edeceğimizi araştırmaya adamak ve toplum olarak kendimizi travmayı önlemeye çalışmak için bir davet olması için yazdım.