KİTABIN ADI |
BİR TEREDDÜTÜN ROMANI |
KİTABIN YAZARI | PEYAMİ SAFA |
YAYIN EVİ | ŞEFİK MATBAASI – İSTANBUL |
BASIMYILI | 1987 |
Peyami Safa’nın romancılığının zirvesine çıktığı eserlerinden biri olan Bir Tereddüdün Romanı, I. Dünya Savaşı’ndan sonra inanmakla inkâr, bireysel ve toplumsal temayüller, kendi kendini tahrip aşkı ile yaratıcı hırslar ve sevdalar arasında kalan insanoğlunun tereddüt ve bocalamalarını konu edinmiştir. Roman içinde yazılan roman kurmacası ve Peyami Safa’nın kendi hayatından derin izler taşıyan yapısıyla Bir Tereddüdün Romanı, mütareke yıllarında ve savaş sonrasında doğan yaşamak yorgunluğu, toplumsal değerlerin alt üst oluşu, geçmişle olan bağların kopuşu, ahlak bunalımı, maddî ve ruhî sefalet, hiçbir şeye tam olarak bağlanamamak acısı, insanların inanmakla inkâr etmek, yapmakla yıkmak, sevmekle nefret etmek, iyilikle kötülük, isyan etmekle boyun eğmek, ölmekle yaşamak arasında geçirilen tereddütleri üzerine kurulmuştur.
1) KİTABIN KONUSU:
Bir yazarın iki kadın arasında evlenmek için yaşadığı tereddütü anlatıyor.
2) KİTABIN ÖZETİ:
Kitap Mualla adında bir kızın arkadaşı tarafından tavsiye edilen bir kitabı okumasıyla başlar. Kitap kendisine çok ilginç gelir ve yazarıyla bir baloda karşılaşır. Yazar Mualla’yı görür görmez beğenir ve evlenme teklif eder. Mualla da düşünmek için süre ister.
Yazar daha sonra eskiden tanıştığı ve bir hayranı olan Vildan ile karşılaşır. Vildan da yazara evlenme teklif eder. Ona kocasından ayrılarak geldiğini söyler. Fakat yazar bunu nazik bir dille geri çevirir. Vildan yazarı intihar etmekle tehdit eder. Bir kaç ay geçtikten sonra yazar tekrar Vildan ile karşılaşır. Kendi izini ona bir süre kaybettirmiştir. Ama bu yeni karşılaşma Vildan’daki değişikliği yazara fark ettirir. Vildan’ın, evine çağırma teklifini kabul eder. Evine gittiğinde Vildan’dan bazı itiraflar duyar. Vildan’ın asıl isminin Vildan olmadığını ve kocasından ayrılmadığını ve bir de sevgilisi olduğunu öğrenir. Ertesi gün Vildan’ın evine gelip gerçekleri öğrenmek istediğinde ise evden taşındığını öğrenir ve Vildan hakkında hiçbir bilgi alamaz.
3) KİTABIN ANA FİKRİ:
4) KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
Mualla: Çok zengin ve asil bir ailenin kızı, dünyaya bakış açısı çok farklı olan bir kişiliğe sahip, devamlı farklı şeylerin arayışı içinde.
Vildan: Acayip davranışları bulunan, yaşamayı sevmeyen söyledikleriyle yaptıkları arasında çelişki olan ihtiraslı bir kadın.
Yazar: İnsanların ruhi tasvirlerini çok iyi yapabilen, düşüncelerinde daima kuvvetli ve kararlı olmaya çalışan güçlü iradeye sahip bir insan.
5)KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:
Kitap dil bakımından fazla yalın olduğu söylenemez. Yabancı kelimelere biraz fazla yer verilmiş; ama yine de akıcı ve sürükleyici bir yapıt. Esrarengizliklerle dolu her an diğer sayfasında ne olacakmış düşüncesiyle okunacak bir kitap. Sonunda da yine okuyucuya yorum imkanı bırakarak bu özelliğini göstermiştir.
6)KİTABIN YAZARI HAKKINDA BİLGİ:
Çocukluğu hastalık ve geçim zorlukları içinde geçti. Düzenli bir öğrenim görmedi. Bazı gazetelerde fıkra yazarı olarak çalıştı. felsefe konularına ve psikolojik çözümlemelere geniş yer verdi. XX. yüzyılda Türk toplumunun geçirdiği medeniyet değişimi ve sosyal bunalımlar üzerinde durdu. Başlıca romanları: Sözde Kızlar, Şimşek, Mahşer, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Fatih-Harbiye, Yalnızız.
MUALLA kendisine çok tavsiye edilen bu kitabı okumakta hala tereddüt ediyordu. Yapraklarını çevirdi. “Beni
yalnız bırakmayınız!” diye başlayan bir sahifenin yukarısından ortalarına doğru gözleri, satırların basamaklarını
ikişer üçer atlayarak aşağıya kadar inmişti. Bir kaç yerde
hep aynı cümle: “Beni yalnız bırakmayınız!”
Gene o sahifelerde can çekişmesine benzeyen bulantılada karışık baş dönmeleri, titremeler ve baygınlıklar; yarı karanlıklarda avuçlarını yanaklarına kapamış ve dehşete düşmüş kadınlar, başı dizlerinin arasına doğru sarkmış
bir adam gölgesi, boğulmalar ve çırpınmalar, beyaz bir
savruluş içinde tipalaşan insan kalabalıkları, çanlar, haykırışlar …
Sahifeleri çevirdi. Gözlerine ilişen satırların uyandırdığı parça parça hayalleri birbirine ekliyor ve kitapla kendisi arasındaki yabancılığı azaltmak için mevzuu biraz
kavramağa müsait, umumi bir fikir edinrneğe çalışıyordu.
Fakat, cüzlerden külle doğru ilk hamlede gitmek isteyen
tecessüs birdenbire hızını alamamıştı. Gözleri başka bir
sahifenin ortalarına takıldı:
“- Bak! Şu ışıklar birdenbire sönüverse … İşte ölüm!”
Parlak bir güneş ortalığı kesiyordu; ve düşündü ki
ölüm güneşin negatifıdir, onun için geceye benzetiliyor.”
6 • Bir Tereddüdün Romanı
Başka bir sahife açtı: ” … Ölüme ve güneşe, diyor, sabit bir gözle bakılamaz.”
Hep ölüm. Gözlerini kapadı. Kendi içine çevrilince
simsiyah ve çok parlak bir maddeye bakıyor da kanıaşıyormuş gibi sıkılan ruhunda, bu kitabı okumak için duyduğu ilk arzunun buruştuğunu hissediyordu.
Gözlerini açtı ve kitabı kapadı. Fakat parmağı yapraklarının arasında kalmıştı. Biraz durdu ve kitabı tekrar açtı. Sahifeleri karıştırırken, belki forma başında olduğu
için sık sık aynı yerinden açılan kitabın o cümlesine tesadüf etti: “Beni yalnız bırakmayınız!”
Bu üç kelimeden yükselen imdat çığlığı, Mualla’nın
küçük ve müphem parçalara bölünen dikkatini artık iyice
kendisine çekmişti. Satırları geriye doğru çabucak atlayarak, bir vaka hikaye eden sahifenin başını buldu ve okudu:
“Bir iki defa yarım uyanmıştı. Cilalı bir derinliğin
içinde, karanlıklara doğru çıkıp sönerek yuvarlanan bir
panltı görüyor ne olduğunu bilmiyordu. Yalnız, bir defasında, bunun pencereden gelen ve elbise dolabının karanlık aynasında boğulan gün ışığı olduğunu anlamıştı. Fakat bu karanlıkların ve panltıların tesiri, dolabı ve pencereyi seçecek bir idrak haline gelir gelmez bayılıyor, kendinden geçiyordu. Bir kaç defa, böyle, yarım uyanışlar
içinde kendini kaybetti.
“Nihayet gözlerini iyice açmıştı. Bu sefer tam uyanış.
Renkleri ve çizgileri iyice sallandıktan sonra yerli yerine
oturarak biçimlerinin kabartmaları meydana çıkan büyük
eşyayı tanımış, isimlerini hatırlamış ve uyandığını anlamıştı. Fakat henüz nerede olduğunu bilmiyordu. İçinde
bir hatırlama korkusu var. Bütün mazi, bir tehlikeden
uzaklaşır gibi halin şuurundan kaçıyor.
Bir Tereddüdün Romanı • 7
“Gözlerini etrafa çevirdi. Pencerenin yanında gördüğü
bir musluk, ona, birdenbire nerede olduğunu buldurmuştu: Otel. Fakat o kadar. Buraya niçin geldiğini düşünmesine müsaade etmeyen, korku ile karışık ağır bir
his, içinden dışarı çıkarak havada ağırlaşıyor, göze görünmeyen büyük bir madde tazyikiyle göğsünün üstüne yükleniyor, soluğunu kesiyordu. Vücudu, yatakla yorgan arasındaki boşlukta, ince bir çizgi halinde, hiç bir yere değmeden salianıyormuş gibi hafif. Bir yerini kımıldatmak
istiyor, fakat muvaffak olup alamadığını anlamıyor. Bütün vücudu kendisinden kaçıyor gibi. Ellerinin yorgan
üstünde olduğunu adeta biraz düşünerek buluyor. Kendisine nüzul İnınediğinden şüphe edecek kadar zihninde fikir uzanışları yok; yalnız derin bir korku içinde yoğrularak teşekkül eden zayıf bir irade ile, ellerinin parmaklarını sıkıyor, tırnaklarının avucuna geçişini hafifçe duyuyordu. Biraz kımıldamağa çalıştı. Bu güç değil. Yastık örtüsüyle yorgan çarşafının dokunuşunu hissetmeden kolaylıkla dönebilmişti. Vücudu yeni soğumuş bir sıcak su
içinde yüzüyor gibi. Gene arka üstü yattı. O vakit, su
içinde bulunduğu hissi kaybolmağa başlamıştı. Bu su yavaş yavaş çekiliyor ve yatağın içi kuruyordu. Fakat bu sefer de şiltede ve örtülerde bir yapışkanlık
“Çok terlediğini anlıyordu. Hala da bütün vücudunda
hatta kemiklerinin ve karnının içinde garip bir titreme,
karıncalanma, buruk bir ürperme var. Ve ter, ter, ter. Nefes alırken içinin titrediğini adeta kulağıyla duyuyor. Geceyi müphem olarak hatıriarnağa başladı. Otelin büyük
kapısında üç gölge. Sonra bu dörde çıkıyor ve ikiye iniyordu.
“Bazen bunların yalnız gözlerini ve bazen de yalnız
seslerini hatırlıyordu. “Çay iç!” diyordu biri. Sonra şuuru
8 • Bir Tereddüdün Romanı
karardı. Bütün bu hatıraların yerini bir tek duygu, fena
bir duygu, fenayım, fena oluyorum, çok fenayım duygusu
kapladı. Gazleri bir noktaya ilişip kalıyordu ve derece derece körleşiyor ve aydınlıktan karanlığa inen yokuşun
sonlarında rüyetini kaybediyordu. Sonra büyük bir korku
ile gözlerini açıyordu. Benliğini canına bağlayan yegane
duygu üstünde bu korkunun müthiş bir ağırlığı var. Göğsünde, karnında, bir yerlerinde gezinen bir şeylerle beraber, ekşi gazlar halinde, sanki bu fena his de ağzından çıkıyor, fakat bitmiyordu. Bu hal çok uzun, saniyelerce,
belki de iki üç dakika sürmüştü.
“Başını sola doğru çevirdi. Kendinden dışarıda bir yardım arayan, imdat isteyen bakışları, cansız ve kuru eşyaya sürtünerek yaruluyor ve rastgele bir noktaya düşerek
olduğu gibi kalıyordu; bir aralık yatağının başucundaki
dolabın üstüne ilişmişti. Ewela hiç bir şey görmeden
oraya bakıp durdu. Yavaş yavaş sürahi, bardak, tabla gibi
cam eşyanın panltıları gözlerini ayıltıyordu. Fakat bunları birbirinden ayıramadı. Sonra bir gazetenin beyazını
mermerden iyice fark etmek için azar azar, fakat ısrarlı
bir gayret gösterrneğe başladı. Gitgide muvaffak oluyordu; ve nihayet hepsini görebildi: Sürahi, bardak, tabla, sigara paketi, bir gazete, kitaplar ve bir şeyler arasında, ağzına kadar dolu bir çay fıncanı, bunu görür görmez, içinde bir ses pariayıp söndü: “Çay iç!” Sonra gene otelin kapısı. Uzanıp kısalan, çoğalıp azalan karartılar. “Çay iç!”
diyordu bir tanesi. Ve gözleri büyüyerek hiç kırpılmadan,
yüzüne doğru yanaşıyor ve tekrar ediyordu. “Açılırsın diyordu, çay iç, çay iç, açılırsın!”
“Kulağında kalan ve dirilrneğe başlayan bu sesleri,
manasından ziyade kuwetli tonu, edası ve “Ç” harfinin
bu kelimelerde fazla bulunması delaletiyle hatırlıyordu.
Bir Tereddüdün Romanı • 9
Hep o ses, hala, bazen iki nokta kadar küçülüp uzaklaşıyar ve kulağında çınhyordu: “Çay iç, çay iç, çay iç.”
“Otelciye de emretmişlerdi:
“- Odasına çay götürün üz!
“Çay iç. Çay, çay, açılırsın, çay iç.
“Boynu uzadı ve bakışları fıncanı ağzına kadar dolduran soğumuş çayın derinliklerinde bir dalıp çıktı. Fakat
hemen gözlerini kapamıştı. Birdenbire, bütün vücudunu
allak bullak eden şiddetli bir sarsıntı, bir titreme, bir göz
karartısı, bir bulantı… Alt çenesi her yerinden fazla titriyordu. Korku ile gözlerini açtı ve gene o soğuk çayı gördü. Üstünde sigara külleri yüzüyordu. Kara kırmızı bir
su. Dibinde, kıyılmış kertenkele ve yılan parçaları varmış
gibi, midesini bulandırmıştı. Gecenin bütün pis havasını
esneyişleri, nefesleri, geğirtiler ve gecenin bütün zehirini
içine çekerek ağır ağır sağuyan bu çaydan o kadar iğrendi
ki hızla yatağın içinde doğrulmak istedi. Fakat birdenbire, ağzından … ”
Mualla kitabı kapadı. Hayır! Okuyamayacak. Bir roman kahramanı, her şeyden ewel, kendisiyle beraber yaşanacak sevimli bir arkadaş olmalıdır. Mualla’nın böyle
ne kadar dostları var. Onun için, ekseriya, romandan ziyade meşhur adamların hayatlarını anlatan hakiki eserler
okumuştu. Bu kitabın da ismi öyle bir şey vaat ediyor:
“Bir Adamın Hayatı.” Ne hayat! Muharrir mi? Kim bu
adam? Muharrir olacak. Türk. Niçin böyle bir otelin yatağında kıvranıp duruyor? Aman o çay.
Mualla bundan ewel Vagner’in hayatına dair bir kitap
okumuştu. Şimdi, içinde, ondan kalan tadı arıyor. Bu kitabı elinden bıraktı ve başucundan ayırmadığı öteki eseri
aldı, sevdiği ve etrafını çizdiği sahifeleri açtı: …..