Erdemli olmak bazen son seçenektir…
Dorothea Darent’ın asla evlenmek gibi bir arzusu yoktu… Ta ki ela gözlü cesur bir yabancı onu böğürtlen çalılarının altında öpene kadar.
Bu öpüşmenin etkisinden kurtulamayan uslanmaz hovarda Hazelmere Markisi, Dorothea Londra sosyetesinin parlak dünyasına adım attığında onun kalbini kazanmaya karar verir.
Şaşkınlık fısıltıları arasında marki Dorothea’yı ilk valsine kaldırdığında, daha az uygun taliplerin kıskançlık dolu oyunları devreye girecektir.
Artık Dorothea bir seçim yapmak zorundadır: Ya planına sadık kalıp yalnız bir kız kurusu olacak ya da cesur ‘yabancısı’nın kollarına koşacaktır…
“Bir kitabı almam için tek ihtiyacım olan Stephanie Laurens’ın ismini kapakta görmek.”
Linda Howard
“Esprili, heyecan verici ve baştan çıkarıcı.”
Coffee Time Romance
***
Doludizgin
Bir
“Mmmm.” Dorothea gözlerini kapattı, güneşten ısınmış yabani böğürtlenin tadını çıkarıyordu. Yaz tatlarından kuşkusuz en lezzetlisiydi. Devasa çalılığa şöyle bir baktı. Olgun meyvelerle doluydu ve küçük açıklık alanın bir yanı boyunca uzanıyordu. Bunlar gece yapacağı turta için yeter de artardı, hatta reçel yapmak için geriye bol miktarda böğürtlen kalırdı. Sepetini yere koydu ve işe koyuldu. Çalılık üzerinde ritmik bir şekilde çalışıyor, en iyi meyveleri seçerek durmaksızın sepete dolduruyordu. Elleri çalışırken aklı aynı anda pek çok şeyi düşünüyordu. On altı yaşında olmasına rağmen, kız kardeşi hâlâ ne kadar da çocuksuydu. Dorothea buraya, komşu arazilerin ormanlarının derinliklerine onun ısrarıyla gelmişti, çünkü kız kardeşi Cecily’in canı akşam yemeğinde böğürtlen istemişti. Cecily, dans eden altın bukleleri ve pırıl pırıl kahverengi gözleriyle çiçek toplamak için ablasına yalvarmış, yan yola sapmıştı.
Dorothea içini çekti. Kız kardeşinin bu büyüleyici güzelliğini Londra ondan alabilecek miydi? Daha da önemlisi, başkent yolculukları Cecily’i bu cansıkıcı monotonluktan kurtaracak mıydı? Anneleri Cynthia’nın, nam-ı diğer Leydi Darent’ın, soğuk algınlığına yenik düşüp iki kızını kuzenleri Herbert’ın, yani Lord Darent’ın velayetine bırakmasının üzerinden altı ay geçmişti. Avukatlar vasiyeti dikkatle incelerken Darent Hall’da geçen bitmek bilmez beş ay, Dorothea’yı onlara hiçbir şekilde yardım gelmeyeceğine ikna etmişti. Doğrusunu söylemek gerekirse, Herbert son derece sıkıcı bir tipti. Aşırı kuralcı, yavan ve her konuda incelikten yoksun karısı Marjorie işe yaramazdan da beterdi. Eğer büyükanneleri bir iyilik perisi gibi ortaya çıkmasaydı, halleri nice olurdu ancak Tanrı bilir.
Dorothea, birden hareket edemeyince, soğukkanlılıkla durup etek ucuna takılan böğürtlen çalısına baktı. Neyse ki eski pamuklu elbisesini giymişti! Teyzesi Agnes’ın matem giysileri hakkında mızmızlanmalarına rağmen, keşif gezileri için demode olmuş yeşil elbisesini giymekte ısrar etmişti. Elbisenin kare kesimli yakası ve bele oturan korsajı başka bir zamana aitti; üzerini örtecek şekilde tasarlanan hacimli iç eteklerin desteği olmayınca, dolgun etekler Dorothea’nın zarif bedenine yapışıyordu. Genç kızı çalı dikenlerinin kumaşta bıraktığı ufak yırtıkları inceledi.
Doğrulduğunda, çalılıklar ve ağaçlarla kuşatılmış, yüksek dalların arasından süzülen güneş ışığının sıcaklığı yeniden yüzüne çarptı. Gayri ihtiyari, elleri ensesinde ağır bir topuzla toplanmış saçlarına gitti. Tokaların çıkmasıyla, gür saçları kızıl kahverengi bir şelale halinde beline döküldü. Biraz daha ferahlamış olarak kaldığı yerden böğürtlen toplamaya devam etti.
En azından Londra’da kendisini bekleyenlerden emindi. Büyükannesi ne kadar çaba harcarsa harcasın ona bir koca bulmayı başaramayacaktı. Kocaman gözlerinde zümrüt yeşili parıltılar oynaştı. Kuşkusuz gözleri onun en önemli ve tek değerli niteliğiydi. Geri kalan tüm özellikleri kendi başlarına önemsiz, fena halde demodeydi. Saçları tercih edilen biçimde sarı değil, koyu renkti; yüzü Cecily’ninki gibi şeftali renginde değil, kaymaktaşı gibi solgundu. Burnu düzgündü ama ağzı çok geniş ve dudakları fazla dolgundu. Rağbette olan gül goncası dudaklara kıyasla fazla dolgundu. Hem boyu da çok uzundu ve ince vücudu, makbul olan kıvrımlı bedenlerle kıyaslandığında hayli düzdü. Tüm bunları tamamlayan, güçlü bağımsız karakteri ve yirmi iki yaşında olması da cabasıydı! Pek öyle modern bir erkeğin ilgisini çekecek tipte bir kadın değildi. Derinden gelen bir kıkırtıyla fazlasıyla dolgun dudaklarını araladı ve ağzına olgun bir meyve daha attı.
Yaşı geçkin evlenmemiş kadınlar topluluğuna dahil olmak onu hiç de rahatsız etmiyordu. Geri kalan günlerinde rahatça yaşamak için yeterince imkânı vardı ve Grange’daki taşra işleriyle geçecek yılları iple çekiyor, sükûnet içinde bekliyordu. Bölgedeki centilmenlerden hatırı sayılır ölçüde ilgi görmüştü ama yine de bağımsız yaşamını saygıdeğer bir evlilikle takas etmek için, hiçbir erkek onda en ufak bir arzu bile uyandırmamıştı. Akranları o çok önemli yüzüğü parmaklarına geçirmek için planlar kurup entrikalar çevirirken, o akranlarını örnek almak için hiçbir neden görmüyordu. Özgürce itiraf ettiği gibi, sadece aşkın, bu tuhaf ve çekici duygunun yüreğine dokunması gerekiyordu ki bunun da rahat hayatından vazgeçmesini sağlayacak ve aklını çelmeye yetecek kadar güçlü olacağından kuşkuluydu. Aslında aklını başından alacak kadar yakışıklı bir erkeği tasavvur etmekte zorluk çekiyordu. Çok uzun zamandan beri kendi kendinin efendisiydi. Dilediğini yapmakta özgür, meşgul ve emniyetteydi- memnundu. Cecily ise tamamen farklı bir konuydu.
Hayat dolu Cecily daha ışıltılı bir yaşam şeklinin özlemini duyuyordu. Çok genç olmasına rağmen, insanlara karşı bitmek bilmez bir ilgisi vardı ve Grange onu tatmin etmek için fazlasıyla sınırlıydı. Tatlı, genç ve modaya uygun şekilde güzel bir hanım olarak hiç kuşkusuz ona kalbinin tüm arzularını verecek zarif ve çekici bir erkek bulacaktı. Londra’ya gitmelerinin başlıca nedeni de buydu zaten.
Dorothea dalgın dalgın, neredeyse erişemeyeceği kadar uzaktaki iyice büyük bir böğürtlene baktı. Ani bir tebessümle elini yukarıya, baştan çıkarıcı meyveye uzattı. Kuvvetli bir kol beline sarılınca sersemleten bir şaşkınlıkla tebessümü yok oldu. Gerçeği ancak usta bir hareketle ezici bir şekilde kucaklanmadan önce anlayabildi. Koyu renkli bir yüz görür gibi oldu. Bir an sonraysa amansızca, ustaca ve oldukça coşkulu bir şekilde öpüldü.
Uzun bir an için aklı bomboştu, sonra bilinci sel gibi çağıldayarak geri geldi. Tecrübesiz değildi. Karşılık vermemek onu her türlü hareketten daha hızlı serbest kılacaktı. Yavan ve deneyimli; kendini soğuk davranmaya zorladı.
Tehdidi ciddi bir şekilde yanlış değerlendirmişti. Tamamen açık direktiflerine rağmen, vücudu kendisine itaat etmeyi reddediyordu. Dehşet içinde ani bir sıcaklığın içine yayıldığını hissetti, bunu eğer pes ederse her şeyi daha da kötü yapacak olan neredeyse ezici bir dürtü izledi. Taşradaki hiçbir hayranı onu bu şekilde öpme cüretini göstermemişti! Kendi dudaklarını ezen talepkar dudaklara yanıt verme arzusu, kontrolünün dışında an be an artıyordu. Tamamen cesareti kırılmış bir şekilde kurtulmaya çabaladı. Uzun parmaklar saçlarının arasına kayarak başını hareketsiz bıraktı ve belindeki kol acımasızca ona çekti. Artık baskı yapan vücudun kuvvetiyle de çaresizliği kesinleşmişti. İpe sapa gelmez düşünce karmaşası hızla daha az tutarlı hale gelirken, onu esir alan kişinin ne çingene ne de serseri olduğu sonucunu çıkardı. Kesinlikle buralardan biri değildi! O bir anlık görüntüsü umursamaz bir zarafet izlenimi bırakmıştı. Kaçınılmaz bir şekilde mantığını yitirerek sersemlemiş hale gelirken, tuhaf bir girdaba yakalanacak gibi oldu Dorothea. Sonra, birdenbire sanki bir kapı çarpılarak kapanmışçasına öpüş ustalıkla sona erdirildi.
Kafası karışmış, duyuları alev almış bir halde başını kaldırarak kara kaşlı yüze baktı. Eğlendiği belli ela gözler kendi yeşil gözlerine bakıyordu. İçinde katışıksız bir öfke patlak verdi. Gülen yüze şiddetli bir tokat atmak için nişan aldı. Ancak tokat hiç inemedi. Hareket bir göz kırpmasıyla bile ele verilmediği halde, eli sağlam bir kavramayla daha havadayken yakalandı ve usulca yana indirildi.
Saldırganı, çileden çıkmış yüz ifadesinin iyiden iyiye farkında olarak, kışkırtıcı bir şekilde gülümsedi.
“Hayır, sanırım bana vurmana izin vermeyeceğim. Demircinin kızı olmadığını nereden bilebilirdim ki?”
Ses hafif ve nazikti, kesinlikle eğitimli bir erkeğe aitti. Saçları açık, eski yeşil elbisesinin içinde nasıl göründüğünü hatırlayınca, yanakları kendini ele verecek şekilde pembeleşirken gülünç bir şekilde kendisini toy hissederek dudağını ısırdı Dorothea.
“Peki,” diye devam etti yumuşak ses, “demircinin kızı değilsen, kimsin sen?”
Dorothea, hafif alaylı ses karşısında çenesini meydan okurcasına yukarı kaldırdı. “Ben Dorothea Darent’ım. Şimdi lütfen beni serbest bırakır mısınız?”
Etrafındaki kol bir nebze olsun kıpırdamadı. Saldırganının alnı hafif bir kaş çatışıyla kırıştı. “Ah… Darent. Grange’dan mı?”
Dorothea’nın tek yapabildiği hafifçe başını sallamak oldu. Bir erkek tarafından bu kadar yakından kavranmışken sohbet etmek ciddi bir çaba gerektiriyordu. Bu da kimdi?
“Ben Hazelmere’ım.”
Bir an doğru duymadığını düşündü. Ama o yüz, güçlü ağzın çevresindeki çizgilere derinlemesine kazınmış kibirli keyif gerçekten de başka kime ait olabilirdi ki?
Söylentileri duymuştu. Arazileri bu ormanları kuşatan yaşlı ahbapları Leydi Moreton, onlar Darent Hall’dayken ölmüştü. Söylediklerine göre Moreton Park büyük yeğeni Marki Hazelmere’a miras kalmıştı. Haber bölgede heyecan yaratmıştı. Sessiz küçük bir bölgede, yüksek tabakanın önde gelenlerinden birinin yöredeki başlıca arazilerin yeni sahibi olması belli bir ölçüde merak uyandırması mantıklıydı. Doğrusu, söz konusu kişi Marki Hazelmere olunca merak yerini histerik bir telaşa bırakmıştı.
Bölge papazının karısı en küçümseyici şekilde dudaklarını büzmüştü. “Hayatım! Yeryüzündeki hiçbir şey beni böyle bir adamı kabul etmeye ikna edemez! Ne şaşırtıcı bir şöhret! Adı çok kötüye çıkmış!”
Dorothea bu şöhretin nasıl kazanıldığını sorduğu zaman, Bayan Matthews birdenbire kiminle konuştuğunu hatırlamış ve çabucak bahane uydurarak etrafta çörek dolaştırmak için izin istemişti. Bayan Mannerim’de de markinin kumara, kadınlara ve ahlaksız şeylere ne kadar düşkün olduğunu işitmişti. Dorothea daha geniş bir camia için deneyimsiz olsa da sağduyu kişiliğinin en güçlü tarafıydı. Lord Hazelmere yüksek sosyeteyi şereflendirirken muhtemelen her zamanki gibi dedikodular abartılmıştı. Ayrıca, son derece saygıdeğer olan Leydi Moreton’un ahlaksız bir akrabası olduğunu hayal bile edemiyordu.
Onun hipnotize eden ela gözlerinden ve biçimli dudaklarından zihnini uzaklaştırarak, hızla Marki Hazelmere hakkındaki fikrini yeniden gözden geçirdi. Basitçe söylenecek olursa, adam yörelerine ulaşan şöhretinden çok daha tehlikeliydi.
Sessiz Çığlık(Yeni sekmede açılır)
Dorothea’nın düşünceleri açık bir şekilde ilk şaşkınlıktan, idrake, huşu ve mahcup bir kavrayışa sırayla geçti. Ela gözler onu izlerken kıvılcım saçıyordu. Sosyete güzellerinin hiçbir gerçek duyguya izin vermeyen, yapmacık tebessümlü yüzlerinden sonra güzel ve anlamlı bir çehre genç adama son derece çekici gelmişti.
“Kusursuz.” Marki bunu, Dorothea’nın o kadar nefis bir şekilde tekrar kızarıp kızarmayacağını görmek için söylemişti.
Dorothea kızgınlıkla düşüncelere dalmışçasına bakışlarını onun sol omzuna çevirdi. Pek kısa boylu değildi ama en üstteki bukleleri markinin ancak çenesine erişiyordu. Göğsü çok yakındı, göz hizasındaydı. Sınırlı tecrübesindeki hiçbir şey ona böyle bir durumla nasıl başa çıkacağını öğretmemişti. Kendini hayatında hiç bu kadar çaresiz hissetmemişti!
Dikkati başka yerdeyken, biraz evvel talepkar olan sert dudaklarda derinleşen kıvrımı kaçırmıştı.
“Bayan Dorothea Darent benim ormanlarıma izinsiz girerek tam olarak ne yapıyorsunuz?”
Mülk sahipliğiyle ilgili sözler tıpkı markinin tahmin ettiği gibi genç kızın başını tekrar kaldırmasına neden olmuştu.
“Ah! Burayı Leydi Moreton’dan miras almıştınız!”
Hazelmere başını sallayarak istemeye istemeye onu serbest bıraktı ve neredeyse belli belirsiz yana çekildi. Ela gözleriniyse onun yüzünden ayırmamıştı.
Dikkatini dağıtan yakınlıktan kurtulunca, Dorothea aklını başına toplamak için durdu. Yapabildiği ölçüde buyurgan bir tavırla yanıtladı. “Leydi Moreton bize daima ormanlarından istediğimiz şeyi toplamak için izin verirdi. Ancak şimdi buraya siz sahip olduğunuza göre- ”
“Elbette yapacaksınız,” diye yumuşakça karşı çıktı Hazelmere, “dilediğiniz şeyi dilediğiniz zaman toplamaya devam edin.” Gülümsedi. “Hatta bir dahaki sefere sizi demircinin kızı zannetme hatasına düşmeyeceğime söz veriyorum.”
Dorothea yeşil gözleri yanıp sönerek hışımla küçümser bir reverans yaptı. “Teşekkür ederim Lord Hazelmere! Emin olun Hetty’yi uyaracağım.”
Bu yorum tam da tasarladığı gibi Hazelmere’ı şaşırtmıştı. Dorothea sepetini almak için geri döndü. Aklı hâlâ o öpücüğün etkileriyle çalkalanırken, alelacele bu olayda geri çekilmenin en mantıklısı olduğuna karar verdi. Elbette Lord Hazelmere’ı hiç hesaba katmamıştı.
“Peki ya Hetty kim?”
Aniden kalakaldı Dorothea, soğukkanlılığını korumaya çalışarak tersçe cevap verdi. “Tabii ki demircinin kızı!”
Genç kızın büyüleyici bakışları altında çarpıcı, neredeyse haşin ifadesi gevşedi, alaycı halinin yerini gerçek bir keyif aldı. Hazelmere açık bir şekilde gülerek, gitmesini engelleyip sepeti almak için elini uzattı.
“Lütfen Bayan Darent kaçıp gitmeyin. Sepetinizin sadece yarısı dolmuş ve bu çalının üzerinde bol miktarda meyve kalmış.” Ela gözler sorguluyordu, gülümsemesiyse yatıştırıcıydı. Dorothea’nın tereddüdünü hissedince konuşmaya devam etti. “Evet, onlara ulaşamadığınızı biliyorum ama ben yapabilirim. Eğer sadece orada durup sepeti öyle tutacak olursanız, kısa sürede doldururuz.”
Dorothea niteliklerinin, karşısındaki centilmenle başa çıkmak için yetersiz olduğunu anlamıştı. Dünyadaki yöntemlerden bihaber, ne yapması gerektiğine dair en ufak bir fikri yoktu. Bir yandan içindeki sorumlu kız uzaklaşmasını beklerken, diğer yandan merakı kalmaya zorluyordu. Hem gitmeye karar vermiş olsa bile, bu buyurgan varlığın gitmesine izin vereceğinden kuşkuluydu. Ayrıca marki çalının tepesindeki en seçkin meyvelerle sepeti doldururken, çekip gitmek hiç de kibarca olmayacaktı. Bu şekilde mantık yürütünce, olduğu yerde kalarak işkencecisini daha yakından inceleme fırsatını elde etti.
Dorothea onun zarafetiyle alakalı ilk izleniminin, mükemmel kesimli av ceketine çok şey borçlu olduğuna karar verdi. Sonra dürüstlüğü, yağsız ve kaslı bir vücudun üzerine yerleşmiş geniş omuzların, önemli ölçüde katkıda bulunduğu erkeksi gücünü kabul etmeye zorladı. Hazelmere’ın siyah saçları son modaya göre kısa kesilmiş ve alnının üzerinde kıvrılmıştı. Marki Hazelmere’a çok uygun, diye düşündüğü ela gözler beklenmedik bir şekilde sorgulayıcıydı. Kesinlikle aristokrat burnu, sert ağzı ve çenesi burada kendi dünyasına hükmetmeye alışık bir erkeğin bulunduğunu ilan ediyordu. Ama Dorothea hem gözlerin, hem de ağzın mizahla yumuşadığını, onu çok daha sıcakkanlı kıldığını düşündü. Aslında, tebessümü benden daha kolay etkilenen genç leydiler için son derece yıkıcı olabilir, diye karar verdi. Sonra da hiçbir soylu leydinin tartışmadığı konular kategorisine giren şu çekici hava meselesi vardı. Dorothea onun şöhretini hatırladığında, zevk ve sefa düşkünlüğüne dair hiçbir emare bulamadı. Ancak markinin hareketleri bolca dumana neden olan ateşin varlığına dair kuşku bırakmıyordu.
Hazelmere onun kafasından geçen karmaşık düşünceleri doğru tahmin ederek, gizlice göz ucuyla Dorothea’nın yüzüne bakıyordu. Nasıl da bir mücevherdi! Gür koyu renk saçlarla çevrelenmiş klasik biçimli yüzü başlı başına göz alıcıydı. Ama ya o gözler! Muazzam ikiz zümrütler gibi berrak ve parlak, büyüleyici bir şekilde düşüncelerini tamamen yansıtıyordu. Daha şimdiden tatmış olduğu dudakları yumuşak ve uysaldı, enfes bir şekilde şehvet uyandırıyordu ve hiç zorlanmadan onlara olan hayranlığının açığa vurduğunu hayal edebiliyordu. Elbette geri kalanı da eşit derecede cezbediciydi. Gene de arkadaşlıklarını daha da ilerletecekse, dikkatle hareket etmesi gerekiyordu.
Dolu sepeti Dorothea’nın elinden alarak, av tüfeğini alanın öbür tarafından geri aldı. Dorothea’nın kararsız yüzünden net bir şekilde okunan soruyu doğru yorumlayarak, “Şimdi size eve kadar eşlik edeceğim Bayan Darent,” dedi. Bu sakin bildiriyi karşılayan isyankâr ifadeye içinden gülümseyerek, Dorothea karşı koyamadan devam etti. “Hayır! İtiraz etmeyin. Benim ait olduğum sosyal çevrede hiçbir genç hanım dışarıda tek başına bulunamaz.”
Sahte sofu sözler Dorothea’nın gözlerini alev alev tutuşturdu. Lord Hazelmere’ın taktikleriyle mücadele etmek son derece zor olacaktı. Ne verecek hazır bir cevap ne de onun kararını değiştirecek her hangi bir yol bulamayınca, istemeye istemeye ona ayak uydurdu.
“Aklıma gelmişken,” diye sohbet tonunda devam etti Hazelmere, Dorothea’yı savunma durumunda kalacağı garanti olan bir konuyu sürdürerek, “sadece merakımı giderin. Neden yanınızda kuş beyinli bir hizmetçi bile olmadan ormanda tek başınıza dolaşıyorsunuz?”
Dorothea bu sorunun gelebileceğinden kuşkulanmıştı, özellikle de vereceği iyi bir cevabı olmadığı için. Bu korkunç mahlûk hiç kuşkusuz kendisiyle dalga geçiyordu! Öfkesini bastırarak sakin bir şekilde cevap verdi. “Bu çevrede iyi tanınırım ve yaşım gereği sürekli refakate lüzum görmüyorum.” Bu kendi kulaklarına bile yavan gelmişti.
Marki alçak sesle güldü. “Sevgili çocuğum, o kadar yaşlı değilsin! Ayrıca bir refakatçinin korumasına ihtiyacın olduğu oldukça açık.”
Biraz önce bunun doğruluğunu kanıtlamış olduğu için, Dorothea ona bu noktada pek itiraz edemedi. Ancak öfkesi artıyor ve serinkanlılığını yitirmeye başlıyordu. “Lord Hazelmere, gelecekte ne zaman ormanlarınızda yürürsem yanıma bir refakatçi alacağım!”
“Çok akıllıca,” diye mırıldandı lord, alçak sesle.
Dorothea onun sesinin tonundan rahatsız olarak, dü