Diğer

Dr. Ali Şeriati ve Bir İdeoloji Olarak İslamcılık

Seyyid Cemal’in (Afgani) attığı ilk adımın üzerinden yüz yıl geçti ama kimse ikinci adımı atmadı. Hıristiyanlığa itiraz edileli altı yüz yıl oldu (Protestanlık). Rönesans’ın üzerinden dört yüz yıl geçti. …Zaman geçip gidiyor. Yeni nesil hızla değiştiriliyor. …Eğer dini asırlardır alışılagelmiş şekil kalıbından kurtaramaz ve onu bir harekete dönüştüremezsek kendisine bir gelenek olarak bağlı kalan yaşlı ve bunak neslin ölümüyle din de ölecektir. Bu kötü düşünceli, şüpheli ve bulanık… kişilerin varlığı (dinin) ölümünü hızlandıracaktır. …Ama biz kendi halkımız için ve halkımızın geleceği için üzülüyoruz. Yarın, şu anda gördüğünüz bu kof ve boş nesil bizim halkımızı kuracaktır. Bu halkın 14 asırlık İslam kültürünün, insani anlam ve erdemlerinin… asırlardır sarf edilen gayretin ardından yoksul bir ulus haline gelmesi, muhtevadan yoksun duruma düşmesi, geçmişinden kopup yeni vücut bulmuş Afrikalı veya Avustralyalı bir ulus gibi sıfırdan başlamak zorunda kalması acınacak bir durumdur.
Ali Şeriati
Onda bulduğumuz engin tecessüse çağdaş İslam mütefekkirlerinden hiç hiçbirinde rastlamadık. Engin bir tecessüs, geniş bir irfan, Doğu ve Batı’yı kucaklayan bir terkip kabiliyeti ve hepsinin üstünde eşsiz bir mücadele azmi…
Cemil Meriç

İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZGİRİŞDR. ALİ ŞERİATİ’NİN HAYATI19. YY. SONUNDA OSMANLI DEVLETİ, MODERNLEŞMESORUNU VE NEDEN ALİ ŞERİATİ?

I. BÖLÜM: İSLAMİ MİRAS VE AYDINLANMA İDEOLOJİSİ OLARAK İSLAMA) MUKADDESATÇILIĞIN SEFALETİ: ÖLMEMEK İÇİNÂCİZCE BİR SAVUNMAB) METODOLOJİK YENİLENMEC) GELENEĞİN ÇÖZÜMLEMESİ: DİN-DEVLET İLİŞKİLERİ AÇISINDAN ŞİİLİK VE SÜNNİLİK
1) Safevi Şiiliği (İslam Katolikliği)
2) Emevi Sünniliği (İslam Ortodoksisi)
3) Türklerin İslam Tarihindeki Yeri ve Batı Karşısında Rolü
a)  Anadolu’nun Kimliği
b)  Mustafa Kemal Sahneye Çıkıyor
c)  Panislamizm, Panturanizm, Batıcılık
d) Çerkez Ethem’in Tasfiyesie)  Mustafa Suphi’nin Tasfiyesi
4) İslam İdeolojisi (İslam Aydınlanması)a) İdeolojib) Aydın

II. BÖLÜM: İSLAMİ KÜLTÜRDEN İSLAM İDEOLOJİSİNEA) ÖZE DÖNÜŞB) TARİH FELSEFESİ
Hâbil-Kâbil Çatışması) AİT OLDUĞUMUZ KÜLTÜREL KİMLİK VE UYGARLIK
1) Doğululuk
2) Müslümanlık
3) Bağımsızlık
4) Çağdaşlık

III. BÖLÜM: İSLAM İDEOLOJİSİTEVHİD VE ŞİRK’İN SOSYOLOJİSİ
1) Şirk: Köleciliğin Teolojisi
2) Vahdet: Bir’in Sosyolojisi Tanrı Tasavvuru
b) İdeal İnsan
c) İdeal Toplum
d) Kitap: Kur’an

IV. BÖLÜM: ERDEMLİLER DAYANIŞMASI VE DİĞERTOPLUMSALLIKLARBİR ARADA YAŞAMA SORUNU
1) Atina: Seçkinci Site-Devlet Ulusçuluğu
2) Roma: İmparatorluk Siyaseti ve Asimilasyon
a)  Roma’da Yahudilik ve Hıristiyanlık
b)  Semitizm’in Özelliği
3) Avrupa (Orta Çağ): Din Devleti
4) Bizans: Devlet Dini
5) Cahiliye: İbrahimî Kültürün Yozlaşması
6) Medine: Haniflik

V. BÖLÜM: ÇAĞDAŞ BATI DÜŞÜNCESİA) İSLAM İDEOLOJİSİ VE BATI EMPERYALİZMİB) BATI MODERNLEŞMESİ
1) Yeni Çağ
2) Hümanizm
3) Kapitalizm
4) Marksizm
a)  Ne İdealizm Ne Materyalizm: Praksis
b) Toplumsal İlişkiler5) Egzistansiyalizm
KAYNAKÇA
Hilelerinle yalanlarınla baş edemedim,bu bana dert oldu.Ama ben de senin önünde boyun eğip diz çökmedim,bu da sana dert olsun.
S. Rıza
Gayridür her milletten bizim milletimiz.Hiç bir dinde bulunmadı din-ü diyânetimiz.Bu din-ü diyânette, yetmiş iki millette,Bu dünya ol âhrette, ayrıdur âyâtimizYunus Emre
ÖNSÖZ
Tarihte bazı insanlar vardır ki, birer istisna ve kaide dışıdır-lar. Bunlar, bütün yerleşik kuralları, ön kabulleri, dengesini bulmuş ve çift taraflı memnuniyet içerisinde sürüp giden ‘düşmanlıkları’ alt-üst ederler. Bu halleriyle bütün düşmanların ortak düşmanı oluverirler. İsâ’nın ve Musâ’nın yoldaşlarıdırlar ancak, ne İsâcılara ve ne de Musâcılara yaranabilirler. Onlar, tarihte ayrı bir soyu, ayrı bir milleti, ayrı bir ümmeti temsil ederler. Cemaleddin Afgâni, Sultan Galiyev, Edward Said, Malcolm X, Roger Garaudy, Cemil Meriç vd. Onları özgün kılan; insanlığın ortak kazanımlarını, kendi çıkar gettolarına hapsedip oportünist bir kıskançlıkla tekelleştirmeden aşkın bir cephede sentezlemeyi başarabilecek ahlâki bir yüceliğe sahip olmalarıdır. İşte Ali Şeriati de bunlardan biridir.Şeriati, yazılarını üçe ayırır:İçtimâiyât (Toplumbilim)İslâmiyât (İslambilim)veKeviriyât!Onun bu tasnifini şöyle anlamak da mümkündür. İçtimâiyât, yani sosyoloji yazıları dediği onun toplumcu/sosyalist fikirlerini yansıtır. Keviriyât , onun egzistansiyalizm yani varoluşçuluk ve ‘benlik’ felsefesi ile ilgili fikriyâtıdır. İslâmiyât ise bu her ikisinin de içerisinde yoğrulduğu ve İslam’ın sembolleriyle, kavramlarıyla ifade edildiği İslam fikriyâtıdır. Şeriati’nin tüm düşüncesini İslam bilim başlığı altında incelemek mümkündür. Bir İslam aydınlanmasına inanan Şeriati, İslambilim çalışmalarında İslam’ın henüz çağın dili ile ifade edilmemiş ideolojisini, Egzistansiyalizm, Marksizm ve diğer Batı düşüncelerinden de yararlanarak çağdaş anlamda yeniden güncelleştirmiştir. Şeriati şuna inanmaktadır: Bir kimse İslam bilim’i yirminci yüzyılda ve İslam’ı yirminci yüzyıl kafasına hakim bütün ideolojilerin ve düşüncelerin üzerinde bir anlayışla kavrayabilir. Yirminci yüzyıl ideolojilerinden geride kalmış bir İslam gidicidir. Bilimden, ideolojiden, sosyalizmden, bilimsel tarih felsefesinden ve egzistansiyalizmden aşağı bir İslam gidicidir ve muhafaza etmek mümkün değildir.
Eğer insanları mutluluğa kavuşturmayacaksa, sosyolojiyle bir saat uğraşmaya değmez. Durkheim
GİRİŞ
Her gün dinle ilgili yaşanan tartışmalara baktığımızda görüyoruz ki, din; ilahiyat fakülteleri, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi resmi taleplere cevap veren kurumların tüketemediği, toplumu tatmin edemediği, geniş bir ilgi alanına sahiptir. Bu durum günümüzde, diğer dinlerle kıyaslandığında İslam için özellikle geçerlidir. Kimileri diğer dinlerden farklılığı konusunda, İslam’ın gündelik yaşamın ayrıntılarına kadar hayatı her yönüyle kuşattığını, siyasete müdahil olduğunu söylerler. Oysa bu anlamda İslam’ın diğer dinlerden hiçbir farkı yoktur ve bu kanının önemli bir nedeni diğer dinlerin yeterince tanınmamasıdır. Fakat biz burada Batı emperyalizmi karşısında 19. yy.dan itibaren dünya çapında bir tarih ve medeniyet olarak İslam’ı ‘özel’ kılan bir boyutuna dikkat çekmek istiyoruz. Batı’nın Aydınlanma düşüncesinin ardında aslında antik Yunan’dan çok daha fazla Yahudilik ve Hıristiyanlık nedeniyle ‘Sami’ kültür vardır. Zira Yahudilik ve Hıristiyanlık Batı’nın diri, hâlen yaşanmakta olan metafiziğidir. İslam; Yahudilik ve Hıristiyanlıkla Sami kültürde buluşmaktadır. Dolayısıyla modernite yolu ile diğer inanç formlarının (Budizm, Şintoizm vb.) ‘beşeri’ yani uydurma, kendisinin ise ‘göksel’ olduğu yargısını dünyaya kabul ettirmiş olan ‘Semitizm’in bu getirisinden İslam da pay almaktadır. Ancak İslam’ın kendi iç tutarlılığı ve sistematiği, (Yahudilik ve Hıristiyanlığa göre oldukça genç olması dolayısıyla) klasik kaynaklarında çok daha güçlü bir şekilde ifadesini bulmuş, çağımızın insanına nispeten daha yakın düşen (‘akıl dini’ vb. ifadelerle anlatılmak istendiği gibi), teslis vb. karmaşık ve ‘mantıksız’ görünen inanışlara karşı çok daha sade, Tevrat’ın bazı peygamberler hakkındaki kimi ‘garip’ ifadelerine karşın çok daha makuldür. Tebliğcisi (Hz. Mu-hammed) daha hayattayken devlet olduğu ve kendisini ger-çekleştirdiği için temellerinde tartışmaya kapalıdır. (Hatta İslam’ın bu sistematik, dengeli ve tutarlı yapısı Hıristiyan din adamlarının kendi teolojik tartışmalarında en azından iyi bir format olarak görülmekte ve Hıristiyanlığın kendisinden bile daha fazla bir inceleme ve tartışma konusu olmaktadır.) İslam tüm bu nedenlerle Batı karşısında psikolojik üstünlüğe sahip, özgüvenli ve gururludur. İnsanlığın en ileri uygarlığı, güçlü ve azametli dönemleri hala belleklerde canlı iken, Batı Modernleşmesi karşısında geri kalmış olmayı hazmedememiştir. İşte bu nedenlerle, Batı emperyalizmi ve modernleşmesi karşısında tüm dinler (medeniyetler) fazlaca bir direniş gösteremeden asgari sınırlarına çekilirken İslam’ın ‘modern bir ideoloji’ (Marksizm) gibi davranarak büyük bir özgüven ve cesaretle mukavemet gösterdiğini görüyoruz. Bu mukavemet, ‘çağın gerçekliğini’ izah eden bir teorik temelden çok uzak olmasına rağmen Müslüman olmayan coğrafyalarda, mazlum halklar ve toplumsal kesimler için (özellikle Amerika’daki siyahîler ve R. Garaudy’den Çakal Karlos’a kadar kimi Batılı muhalif aydınlar arasında) yaygın bir ihtida vesilesi bile olmuştur. Ancak bu öz güven ve cesaret, maalesef ‘Batı Aydınlanması’nın teorik üstünlüğü karşısında çok safça, hatta biraz da cahil cesareti olarak kalmıştır. Modern Batı’ya, dünyayı üst bir ‘akılla’ okuma imkânı veren aydınlanma fikri gibi bir arka plana sahip olmaması, İslam’ın, Batı karşısında modernite öncesinin arkaik dili ile gerçekçi bir direniş göstermesini mümkün kılmamaktadır. Tüm girişimler emperyalist ‘üst akıl’ tarafından çok kolay bir şekilde maniple edilebilmekte, çarpıtılmakta ve hatta ajanlaştırılmaktadır. Bunun en somutu, Türkiye’de Hizbullah adı altında örgütlenen kontrgerilla ve küresel öcü El Kaide örneğidir. Artık şunu anlamış olmalıyız ki, Müslümanların, emperyalist saldırılar karşısında gerçek bir direniş gösterebilmeleri için bedevi Selefizmi, şeyh-mürid ilişkisi, Eyüp Sultan-Hacı Bayram kültüründen öte devrimci-ilerici bir bilince sahip olmaları gerekmektedir. Daha doğrusu, gerçek bir İslami direniş için her şeyden önce bir ‘İslam aydınlanması’na ihtiyaç vardır. Gerçek bir İslam aydınlanması için de, bilimsel düşünce, entelektüel derinlik ve kaliteden doğacak olan bir sinerji ile yükselecek olan bir ‘özgürlük felsefesinin’ mümkün olan en geniş şekilde toplumsallaşması ve bunun siyasal bir talebe dönüşmesi şarttır.Tüm dinlerin ve ideolojilerin temel iddiası insanı özgürleş-tirmek ve olgunlaştırmaktır. Buna karşın insan özgürlüğünü tehdit eden güçleri ana hatlarıyla iki cephede ele alabiliriz: Birincisi topluma dışarıdan gelerek tahakküm kurmaya çalı-şan emperyalizm (harici); ikincisi toplumun kendi içinde oluşan sınıflı yapıda toplumsal hâsılatın aslan payını elde edecek mekanizmaları elinde bulunduran mutlu azınlık (dâhili). Birincisi uluslar arası (küresel-emperyal) boyutludur, ikincisi sınıflar arası (ulusal-sınıfsal). Buna göre birincisi ‘antiemperyalist’ bir mücadeleyi gerektirirken ikincisi, ‘sosyal adalet’ perspektifli bir mücadeleyi gerektirir. Bir din, ideoloji, felsefe, siyasal hareket veya bilim de insanı bu iki saldırı karşısında güçlü kıldığı ve koruduğu oranda meşruiyete sahiptir. O halde amaç, dâhili veya harici kaynaklı güç ve tahakküm istemlerine karşı, insanların, birbirlerinin özgürlüklerini ihlal etmeden ve biri diğerini sömürmeden, ezmeden yaşadığı eşitlikçi, âdil, sınıfsız bir toplumsal düzeni gerçekleştirmektir. Zira toplumların siyasal (yönetsel) problemleri, bazılarının (müstekbir) diğerlerinin (mustazaf) üzerinde tahakküm kurarak onların kişiliklerini, kimliklerini, benliklerini ezmek istemelerinden kaynaklanmaktadır. Toplumu sınıflara ayıran her unsur insanı aline (kendisine yabancı) yapar. Sınıfa dayanan sistem insanı sömüren ve sömürülen; ayrıca efendi ve köle şeklinde bölüp parçalar ki, sonuçta bunların hiçbiri bir bütün ve eksiksiz insan değildir.  Buna göre toplum sınıfsız, eşitlikçi bir birlikteliğe yaklaştıkça barışa yaklaşır. İslam kozmolojisine göre ‘tevhid’in bozulmasıyla ortaya çıkan ve sosyo-politik bir hastalık olan ‘şirk’ (kaos) sınıfsız bir toplumda ortadan kalkar.  Çünkü şirkin kaynağı, sınıflı toplumdur. ‘İslam’da din adamı sınıfı yoktur’ ifadesi sıkça tekrarlanır. Ancak İslam’da din adamı sınıfının olmamasının nedeni, toplumun üstünde -ne adına olursa olsun- bir sınıf farklılığının reddedilmiş olmasındandır. Yani, İslam’ın hedeflediği ideal toplum, sınıfsız toplumdur ve bu sadece din adamı sınıfı için değil, her türlü elitizme (mele) karşı geçerli bir ilkedir. Ali Şeriati’nin ben-zetmesiyle, seçkinci oligarşi; militarizm (Firavuni), klerisizm (Belami) ve kapitalizm (Karuni) üç başlı bir yılan gibi toplumun üzerine çöreklenir. Biri güçle insanların başı-nı tutar ve belini büker, biri cebini boşaltır, diğeri de kulağı-nın dibinde fısıldar: “Sabret, değmez; bunlar dünyanın süsüdür, değeri yok!” Bu üçü dünya tarihi boyunca elbirliği halindedirler.  Tarih ise bu elit sınıflarla ezilen kitleler arasında sürekli ve uzlaşmaz bir sömüren-sömürülen, mustazaf-müstekbir çatışmasından ibarettir. Ve bu savaş, sonradan barışa yönelebilecek özel bir çağda özel bir devrede, özel bir çatışma temelinde ortaya çıkmamıştır. Burada iki velayet, iki veraset, iki millet ve iki soy karşı karşıyadır: Bir tarafta Hâbil’in varisleri ve diğer tarafta Kâbil’in varisleri. Asla uzlaşmaya gidilmeyecek bir kan davasıdır. Peygamberler tarihi bu mücadelenin tarihidir  ve kıyamete dek devam edecektir. Bu çatışmanın nedeni teknik bir yanlışlığa veya bir bilgi eksikliğine dayanmamaktadır ve yapılacak akademik izahlarla giderilecek bir sorun da değildir. Zira sorun ahlaki ve ideolojiktir. Bilgisizlik bu sömürüye zemin hazırlayan önemli bir faktördür, ancak mesele bundan ibaret değildir. Zorbalar, sömürülerinin üzerindeki tüm manipülasyonlar kaldırıldığında da gücü ellerinde bulundurdukları sürece sömürülerini sürdürmekten ar etmeyeceklerdir. Zira bu bir ahlak savaşıdır. Bu açıdan devrimcilere düşen, belirli bir programı gerçekleştirme çabasından öte, ‘sabırla’ hakikatin tanıklığını üslenmektir.
Asra andolsun ki, insan hüsrandadır. Ancak iman eden, iyilik için çalışan, birbirlerine hakkı ve (bu uğurda sabrı) telkin edenler müstesnadır.

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Zayıflamada Son Söz

Editor

Yol Senin İçinde

Editor

Geçmişin Musıki Mirasına Bakışlar

Editor
Yükleniyor....

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası