Roman (Yerli)

Ejder Kral – Lahitteki Sır

Ejder Kral – Lahitteki Sır

Küçük yaşlardan itibaren “kılıç ustası” olmayı hayal eden Kayra’nın babası o daha doğmadan ölmüştür. Annesiyle birlikte yaşayan ve çobanlık yapan Kayra’nın hayatı birden bire gelişen sürpriz olaylarla nasıl değişecek… Kaderin ince sırları bu genç adamı nasıl büyük bir kılıç ustası ve Ejder Kral’ın ordusu karşısında cesur bir savaşçı yapacak…

Alışılagelmiş fantastik kitaplardan farklı, sıra dışı karakterleri ve her an aksiyon dolu sahneleriyle soluk soluğa okunacak bir kitap

***

Bir Yıl Önce

Sarayın zemin katındaki her tarafı siyah incilerle donatılmış cenaze salonunda, simsiyah pelerininin içinde, insanları delip geçen bakışları, rakip tanımaz görüntüsü ile ilerleyen genç kral, etraftakileri süzdü.

Ortadaki kül havuzunun her iki tarafında dizilmiş insanlar, başları önde dizlerinin üzerine çökmüş, onun taç törenini beklemekteydi. Emin adımlarla havuzun üzerindeki taş köprüden geçerek karşısındaki yaşlıların önüne kadar geldi.

Yaşlı elçilerden birinin elinde kendisi için yapılan taç, diğerinin elinde ise babasının altın bilekliği vardı. Onlar da başları önde, krallarına tacını ve bilekliğini sundular.

Genç kral bilekliği yavaş hareketlerle koluna takıp tacı aldı, dikkatle inceledi; siyah renkte, ön kısmın ortasında elinde kılıcıyla duran bir insan ve onun arkasına dizilmiş on tane kurt figürü olan ürkütücü bir taçtı bu.

Taca bakarken birkaç gün içinde yaşadıkları geldi gözlerinin önüne, babasının söylediği o korkunç sözler kulaklarında yankılandı:

“Kardeşlerinden başla!”

Anlaşılan o ki babası, son kehanetin gerçekleşmek üzere olduğu şu günlerde oğluna rakip istememişti.

Dokuz nesildir atalarından babasına kadar süregelen intikam mirası, şimdi babasından kendisine kalmıştı.

Elindeki kara tacı başına taktı, yavaş adımlarla yürümeye başladı. Babasının cesedini yakmak üzere ilerlerken, ağzından dökülen yıllanmış kelimeleri sadece kendisi duyabiliyordu.

“Bizler artık acıyız, bizler artık ölümüz.”

Ateş ve İntikam

Issız salonda, bir süre yürüdükten sonra karşısında duran ateş kabına uzandı ve elindeki odunu tutuşturdu.

Önünde duran siyah kapıyı açıp içeri girdiğinde babasının cansız vücudunu gördü. Eğer savaşından sağ çıkabilirse kendisinin de bir gün seçeceği oğlu tarafından bu şekilde yakılacağını düşünerek ilerledi.

Bir süre babasının cansız bedenine baktı. İlk kez onun yüzüne bu kadar uzun bakabilmek güzeldi ama artık o yaşamıyordu.

Gayet serinkanlı bir şekilde, babasına karşı son görevini yerine getirmek için, sol dizinin üzerine çöküp bir kez daha haykırdı:

“İntikamımız alınacaktır!”

Cesedin etrafına maden ocaklarından çıkarılan ve kolayca tutuşan bir sıvı ile yağlanmış odunlar dizilmişti. Elindeki ateşi odunların üzerine bıraktı.

Alevler içindeki babasına, elveda diyen gözlerle son bir kez daha bakıp salondan çıktı.

Kaledibi’nde Bir Ev

Üzeri heybetli dağlarla kaplı, ıssız, kurak ve uçsuz bucaksız bir kıtanın üzerinde, diğer bölgelerden çok farklı bir ova vardı. O bölgede yaşayanların “Duha Vadisi” dediği bu bölgeyi, kaynağını sol taraftaki heybetli Çeşkar Dağı’nın zirvelerinden alan, Taşdelen isimli bir akarsu iki parçaya ayırırdı.

Akarsuyun sol tarafındaki dağların eteğinde, içerisinde binlerce evi ve krallığın değişik bölgelerinden gelmiş yüz binlerce insanı barındıran, Kaledibi isimli bir köy yer almaktaydı.

Nüfusu düzlükteki diğer yerleşim yerlerine göre oldukça kalabalık olan bu yerin halkı, geçimini hayvancılıktan ve ticaretten sağlar; evleri dış kesimlerde olanlar hayvanları besler, iç kesimlerde oturanlar ise bu canlılardan elde edilen ürünlerin ticaretini yaparlardı. Köyün dış kesimlerindeki evler genellikle tek katlı ve bahçeli olur, yanlarında da hayvanlar için özel olarak yapılmış barınaklar bulunurdu.

İşte bu evlerden birinde Kayra adında bir genç yaşıyordu annesi ile birlikte.

Ovanın yemyeşil düzlüklerinde koşturur, amcasının verdiği koyunları otlatır sonra da otlara uzanıp gökyüzüne dalar, kılıç ustalığıyla ilgili hayaller kurardı.

Yine böyle bir günde, koyunlarına göz gezdirdikten sonra her zaman yaptığı gibi yere uzandı. Baharın gelmesiyle birlikte karlar erimiş ve doğa yavaş yavaş canlanmaya başlamıştı.

Masmavi ve uçsuz bucaksız gökyüzünün dinlendirici görüntüsünün altında hayallere dalmak kadar sevdiği kaç şey vardı ki?

Üzerindeki ince kazağın engel olamadığı, henüz nemli olan otların soğukluğunu hissedince ister istemez ürperdi. Kısa bir süre sonra, hafif bir esintinin getirdiği yeni açmış çiçek kokuları arasında, kendini gökyüzünün büyüleyici güzelliğine kaptırarak hayaller kurmaya başladı.

Birkaç gün sonra on sekiz yaşına girerek kılıç ustası olmak için kaleye gidecek, arkadaşlarıyla oynarken kullandığı tahta kılıçlar yerine eline gerçek bir kılıç alacak; bu topraklarda yaşayanları korumaya ant içecekti. Ama bir şartla… Önündeki en büyük engel olan annesini ikna edebilirse.

Asel onun bu eğitime gitmesine şiddetle karşı çıkıyordu. Ve bu konu her açıldığında tartışıyorlardı.

Ama yine de Kayra, bu hayalini gerçekleştirebilmek için annesini ikna etmenin bir yolunu bulacağına emindi.

Annesinin bu konuya olan bakış açısı aklına gelince bir anda hayallerinden sıyrıldı, uzandığı soğuk topraktan kalkarak koyunları ahıra koymaya karar verdi.

Kaleye gitme konusunu defalarca konuşmalarına ve bir çare bulamamalarına rağmen, bir kez daha danışmak üzere arkadaşı Alvin’in yanına gidecekti.

Asel, evlerinin penceresinden oğlunu izliyordu.

Tek evladı, yaşama sebebi oğlunun ne kadar hızlı büyüdüğünü düşünerek gülümseyen Asel’in içini ansızın bir hüzün kapladı.

“Keşke o da oğlumuzu tanıyabilseydi” dedi kendi kendine.

Asel, yaşadıklarının etkisiyle olgunlaşmış bir kadındı. Aklı ermeye başladıktan sonra hatırladığı kadarıyla belli bir ailesi olmamış, Kaledibi’nin hoşgörülü insanları tarafından büyütülmüştü. Zorluklarla geldiği yirmili yaşlarının başlarında hayatının erkeğiyle tanışmış, onunla hayatını birleştirmişti. Birbirinden güzel birkaç aylık birlikteliğin ardından, oğlunun şu an istediği şeyi babası da istemiş; Asel ne kadar direndiyse de eşinin kaleye gitmesine engel olamamıştı.

Eşinin ölüm haberi geldiğinde hamileydi. Sonuçta oğlu da annesiyle aynı kaderi paylaşmış ve babasını hiç tanıyamamıştı.

Eşini çok seven Asel, onun ölümünün ardından tekrar evlenmeyi asla düşünmemişti. Eşinin ailesinin kendilerine verdiği bu ev ve koyunlar sayesinde geçim ve sığınma derdi de yaşamamışlardı. Aradan onca zaman geçmesine rağmen Asel onun yokluğuna hiçbir zaman alışamamıştı.

Bu düşüncelerle dışarıyı izlerken bir anda irkildi. İşlerini bitiren Kayra içeri girmişti.

“Koyunları içeri aldım anne. Ben Alvin’in yanına gidiyorum.”

“Tamam oğlum, ama gitmeden önce ormanlık alandan birkaç odun getirebilir misin?”

Kayra “Olur” deyip, annesine sarılıp onu öptü, çıkarken de kapının yanından baltasını aldı. Asel onun gidişini izlerken içinden bir ses ona bir kez daha sarılmasını söyledi sanki. Sebebini anlamadı. Kayra ormana doğru ilerleyip uzaklaşırken, arkasından hayran gözlerle onu izledi.

Ormandaki Gölge

Annesinin yanından ayrılan Kayra hızla evlerinin yakınlarındaki ormanlık alana geldi. Çok sık ve uzun boylu ağaçların olduğu bu bölgeye doğru gelirken iç kısımlarda daha kolay odun bulabileceğini düşünmüştü. Böylece arkadaşı Alvin’in yanına daha çabuk gidebilecekti. “Belki Lara’yı da görürüm” diye geçirdi aklından. Çocukluğundan beri ona âşıktı.

Lara, uzun boylu, siyah saçlı, beyaz tenli, zayıf, alımlı bir kızdı. Sınıfının başarılı öğrencilerinden biriydi. Birçok başarılı öğrencinin aksine Kayra gibi bir haylaza tahammül eder, hatta onun haylazlıklarına katıla katıla gülerdi. Okula gittikleri dönemde tanımıştı onu Kayra. On dört yaşına girdiğinde ona olan duygularını bir fırsatını bulup söylemiş, tam olarak beklediği sözleri duymasa da umutlanmıştı. Onu düşündükçe Kayra’nın içi kıpır kıpır oldu.

Dev ağaçların arasından ormanın içlerine doğru ilerlerken annesinin küçükken öğrettiği bir maniyi de mırıldanmaya başladı:

Heybetli dağlar arasında
Duha Vadisi’nin ortasında
Mutlu insanlar yaşarmış
Her ırktan…

Bir an sustu. Ağaçların arasından gelen çıtırtıyı dinledi. Sanki farklı bir şey vardı ormanda, onu takip eden bir gölge…

Odunları ormanın kenarındaki ağaçlardan elde etmenin daha iyi bir fikir olduğunu düşünerek geri dönmeye karar verdi. Kalbi yerinden çıkacak gibiydi.

Annesinin korktuğu zamanlarda okuması için öğrettiği bir duayı okuyarak ilerlemeye başladı.

Adımlarını sıklaştırmıştı. “Korkmuyorum” diye fısıldadı baltasını daha da sıkı tutarak, fakat ağzından çıkan söze kendi bile inanmadı.

Şimdiye kadar ormandan çıkmış olması gerektiğinden emindi. Sanki onunla beraber ağaçlar da ilerliyor, sıklaşıyordu. Sağına dönerek yürümeye devam etti. Yolun da kendisi ile birlikte döndüğünü hissediyordu. Bir süre daha yürüdükten sonra kalbindeki cesaret kırıntıları da onu terk edince, geri dönüp hızla kaçmak için arkasına baktı. Geldiği yol yok olmuştu. Hemen arkasında ağaçlar başlıyordu.

Umutsuzca etrafa bakınırken arkasında biri olduğuna dair kuvvetli bir duyguya kapıldı.

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Rica Etsem Saçımı Okşar mısınız?

Editor

Kaptan- ı Derya Barbaros Hayreddin Paşa

Editor

İstanbul’un Çocukları

Editor
Yükleniyor....

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası