Sarayda 6 kız… Savaş kızışıyor.
“Babamdan gelen mektubu ellerimde tuttum.
Aspen’in prenses olamayacağımdan emin oluşu aklıma geldi.
Halk oylamasında en sonuncu olduğumu hatırladım.
Maxon’ın haftanın ilk günlerinde verdiği şifreli sözü düşündüm…
Gözlerimi yumdum ve kendimi yokladım.
Bunu gerçekten yapabilir miydim?
Illéa’nın yeni prensesi olabilir miydim?”
Saraya 35 kız girmişti, şimdi 6 kız var.
Ve artık Elitler Prens Maxon’ın aşkını kazanmaya çok daha kararlı.
Zaman America’nın aleyhine işliyor. Biran önce karar vermeli.
Çocukluğundan beri birlikte gelecek hayalleri kurduğu Muhafız Aspen mi?
Yoksa nefes kesici romantizmiyle başını döndüren Prens Maxon mı?
Kimi seçerse seçsin, aklı diğerinde kalacak.
Ve Asi Kuzeyliler bu peri masalının mutlu sona ulaşmaması için ellerinden geleni yapacak.
Muhafızlara seslenin! Kraliçe uyandı!
(anneme)
Angeles’da hava oldukça sakindi, bir süre kıpırdamadan uzanıp Maxon’ın nefes alıp verişini dinledim sadece. Onu gerçekten huzurlu ve mutlu yakalamak gittikçe daha zorlaşıyordu; ben de anın tadını çıkarttım, en iyi ruh hâlinin birlikte olduğumuzda ortaya çıkması beni mutlu ediyordu.
Maxon, Seçim altı kıza indirildiğinden beri, otuz beşimiz saraya geldiğimizde olduğundan daha tedirgindi. Sanırım kararlarını vermek için daha fazla zamanı olacağını düşünmüştü. Ve bunu itiraf etmek her ne kadar beni utandırsa da bu yönde umutlanmasına sebep olan kişi olduğumu biliyordum.
Prens Maxon, Illea’nın veliaht prensi, benden hoşlanıyordu. Bir hafta önce, hiç tereddütte kalmadan hislerine karşılık verdiğimi söyleyebilseydim, tüm bu yarışma da bitmiş olacaktı. Ve bazen, bu fikri kafamda canlandırıyor, sadece Maxon’a ait olmanın nasıl bir şey olabileceğini merak ediyordum.
Fakat sorun şu ki Maxon da bana ait değildi. Burada beş kız daha vardı -randevulaştığı ve kulaklarına bir şeyler fısıldadığı kızlar- ve ben bundan ne anlam çıkartacağımı bilemiyordum. Sonrasında eğer Maxon’ı kabul edersem, tacı da kabul etmem gerektiği gerçeği vardı; bu düşünceyi görmezden gelmeyi tercih
ediyordum, çünkü benim için ne anlama geldiğinden pek emin değildim.
Ve tabii ki bir de Aspen vardı.
Artık erkek arkadaşım sayılmazdı -Seçim’e katıldığım belli olmadan önce benden ayrılmıştı- ama saraya muhafız olarak geldiğinde, unutmaya çalıştığım tüm duygular tekrar kalbimi istila etmişti. Aspen benim ilk aşkımdı; ona baktığımda… Onundum.
Maxon, Aspen’in sarayda olduğunu bilmiyordu ama yaşadığım yerde, unutmaya çalıştığım biri olduğunu biliyordu ve birlikte olmayacaksak, mutlu olabileceği birilerini bulmaya çalışırken bana zaman tanıma nezaketini göstermişti.
Kafasını hareket ettirip saçlarıma doğru nefes aldığında, bunu düşündüm. Maxon’a âşık olmak neler hissettirirdi acaba?
“En son ne zaman gerçekten yıldızlara baktığımı biliyor musun?” diye sordu.
Battaniyemizin üzerinde, Angeles gecelerinin soğuğundan korunmaya çalışarak ona sokuldum.
“Özel öğretmenlerimden biri, birkaç sene önce bana astronomi çalıştırmıştı. Eğer yakından bakarsan, yıldızların farklı renklerde olduğunu görebilirsin.”
“Dur bir dakika. En son yıldızlara baktığında, amacın ders çalışmak mıydı? Eğlenmeye ne oldu?”
Kıkırdadı. “Demek eğlence. Bütçe düzenlemelerini ve altyapı komitesinin toplantılarını düşünmek zorundayım. Ah, bu arada bir de savaş stratejileri üretmeliyim. Bu konuda berbatım.”
“Başka hangi konuda berbatsın?” diye sorarken elimi kolalı gömleğinde gezdiriyordum. Dokunuşumdan yüz bularak, Ma-xon da sırtıma doladığı eliyle omzumda daireler çiziyordu.
Şakadan sinirlenmiş gibi yaparak, “Bunu neden bilmek istiyorsun ki?” diye sordu.
“Çünkü hâlâ senin hakkında çok az şey biliyorum. Ve sen daima kusursuz görünüyorsun. Kusursuz olmadığına dair elimde kanıt olsa iyi olurdu.”
Dirseğini yere koyarak toparlandı ve yüzüme odaklandı. “Kusursuz olmadığımı biliyorsun.”
“Kusursuza son derece yakınsın,” diye karşı çıktım. Birbirimize hafifçe dokunuyorduk. Dizler, kollar, parmaklar.
Kafasını sağa sola salladı, suratında ufak bir tebessüm oluştu. “Pekâlâ, o zaman. Savaş planlaması yapamıyorum. Bu konuda rezilim. Ve muhtemelen berbat bir aşçı olacağımı düşünüyorum. Hiç denemedim ama yani…”
“Hiç mi?”
“Seni doyuran onlarca insanı fark etmişsindir. Aynı kişiler beni de besliyorlar.”
Güldüm. Evde tüm yemekleri resmen ben yapıyordum. “Devam et,” diye buyurdum. “Kötü olduğun başka neler var?”
Beni kendine yaklaştırdı, kahverengi gözleri sırlarla doluydu. “Son zamanlarda keşfettim ki…”
“Söyle.”
“Senden uzak durmak konusunda kesinlikle berbatım. Bu çok ciddi bir problem.”
Gülümsedim. “Gerçekten denedin mi ki?”
Bunu düşünüyormuş gibi yaptı. “Eh, hayır. Ve denemeye başlamamı da bekleme.”
Birbirimize tutunarak usulca kahkaha attık. Bu anlarda, hayatımın hep böyle geçtiğini hayal etmek öyle kolaydı ki.
Çimenlerin ve yaprakların hışırtısı, birilerinin geldiğini duyurdu. Randevumuz son derece olağan geçse de biraz utandım ve hızlıca toparlanarak oturdum. Maxon da muhafızlardan biri bize doğru yaklaşırken aynısını yaptı.
Selam vererek, “Majesteleri,” dedi. “Böldüğüm için özür dilerim efendim ama bu saatte dışarıda olmanız gerçekten akıllıca değil. Asiler…”
Maxon iç çekerek “Anlaşıldı,” dedi. “Derhal içeri geçeceğiz.” Muhafız bizi yalnız bıraktı ve Maxon tekrar bana döndü. “Kusurlarımdan biri daha: Asilere karşı olan sabrım tükeniyor. Onlarla uğraşmaktan bıktım.”
Ayağa kalktı ve bana elini uzattı. Gözlerindeki üzüntüyle karışık asabiyeti izleyerek, elini tuttum. Seçim başladığından beri iki kere asiler tarafından saldırıya uğramıştık -bir kere sadece huzursuzluk yaratan Kuzeyliler tarafından ve bir kere de ölümcül Güneyliler tarafından- ve şu kısacık deneyimlerime dayanarak bile duygularını anlayabiliyordum.
Maxon, battaniyeyi kaldırıp silkeliyordu, gecemizin kısa sürede sona erdiğinden dolayı mutsuz olduğu ortadaydı.
“Hey,” diye seslenerek bana bakmasını sağladım. “Ben eğlendim.”
Başıyla onayladı.
“Hayır, gerçekten,” dedim ve yanına gittim. Battaniyeyi tek eline alarak boşta kalan kolunu bana doladı. “Bunu bir ara tekrar yapmalıyız. Bana yıldızların renklerini söyleyebilirsin, çünkü ben gerçekten seçemiyorum.”
Maxon bana üzgün bir tebessüm gönderdi. “Bazen keşke işler daha kolay, daha normal olsaydı diye düşünüyorum.”
Kollarımı boynuna dolayabilmek için yakınlaştım ve ben yanına gelirken Maxon da battaniyeyi yere bırakarak bana karşılık verdi. “Sizi haberdar etmekten nefret etsem de Majesteleri, muhafızlar olmadan da normal olmaktan çok uzaksınız.”
Bakışları yumuşadı ama hâlâ biraz ciddiydi. “Normal biri olsaydım, benden daha çok hoşlanırdın.”
“İnanmakta güçlük çekiyorsun biliyorum ama gerçekten seni olduğun gibi seviyorum. İhtiyacım olan sadece biraz daha…”
“Zaman. Biliyorum. Ve ben de sana zaman tanımaya hazırım. Keşke tanıdığım zaman sona erdiğinde de gerçekten benimle birlikte olmak istesen.”
Gözlerimi kaçırdım. Bu konuda söz veremezdim. Maxon ile Aspen’i kalbimde tartıp durdum ve hiçbiri gerçek bir fark yaratmadı. Sanırım sadece ikisinden biriyle baş başa kaldığım anlar hariç. Çünkü o anda Maxon’a, sonunda onunla birlikte olacağımın sözünü verme isteğiyle dolup taşıyordum.
Ama yapamadım.
“Maxon,” diye fısıldadım, cevap vermediğim için ne kadar mahzun olduğunu görebiliyordum. “Sana bunun cevabını veremem. Ama diyebileceğim bir şey varsa, o da burada olmak istediğimdir. Eğer bir olasılık varsa… Varsa…” Nasıl diyeceğimi bilmediğimden kekeledim.
Maxon, “Birlikte olmamızın olasılığı mı?” diye tahminde bulundu.
Beni bu kadar kolay anladığı için neşeyle gülümsedim. Ciddi bir şekilde, “Sanırım olasılık yüksek,” dedi.
“Bence de. Sadece biraz… Zaman, tamam mı?”
Başıyla onayladı, daha mutlu görünüyordu. İşte gecemizi bu şekilde sonlandırmak istiyordum, umutla. Eh, belki bir şeyle daha. Dudağımı ısırarak Maxon’a doğru eğildim, gözlerimle ne istediğimi belli ediyordum.
Bir an bile duraksamadan eğilip beni öptü. Ilık ve nazikti, bana taptığını düşünmeme ve daha fazlasını istememe neden oldu. Bu hisse doyabilir miyim diye görmek için orada saatlerce durabilirdim ama hemen sonra Maxon geri çekilmişti.
Neşeli bir tonla, “Haydi, gidelim,” dedi ve beni çekerek saraya götürdü. “Mızraklarını çekmiş muhafızlar at üstünde üzerimize gelmeden önce içeri girsek iyi olur.”
Maxon beni merdivenlerin başında bıraktığında, üzerime yorgunluk çöktü. Kendimi ikinci kata ve oradan da odamın olduğu köşeye sürüklüyordum ki aniden gözlerim dört açıldı.
Aspen de beni gördüğüne şaşırarak “A!” dedi. “Sanırım, saatlerdir odanda olduğunu düşündüğüme göre dünyanın en kötü muhafızı olmalıyım.”
Güldüm. Elitlerin, en azından hizmetçilerinden biri odadayken uyuması bekleniyordu. Ben bu durumdan hiç memnun değildim, bu nedenle Maxon, kapımın önüne acil durumlara yönelik bir muhafız yerleştirmişti. Mesele şu ki çoğu zaman bu muhafız Aspen oluyordu. Neredeyse her gece kapımın önünde olduğunu bilmek, hem heyecanlı hem korkutucuydu.
Aspen, yatağımda güvenle uyumadığımda ne yapıyor olabileceğimi anladığında sakin hava ortadan kayboldu. Rahatsız olarak boğazını temizledi.
“İyi vakit geçirdin mi?”
“Aspen,” diye fısıldadım, kimsenin ortalarda olmadığından emin olmak için etrafa bakındım. “Sinirlenme. Ben Seçim’in bir parçasıyım ve olması gereken de bu.”
“Benim nasıl bir şansım olabilir ki Mer? Sen aramızdan sadece biriyle konuşurken, ben nasıl rekabet edebilirim ki?” İyi bir noktaya değinmişti ama ne yapabilirdim ki?
“Lütfen bana kızma Aspen. İşleri yoluna koymaya çalışıyorum.”
“Hayır Mer,” dedi, ses tonu yine nazikti. “Sana kızmadım. Seni özledim.” Sıradaki cümlesini yüksek sesle söylemeye cüret edemedi ama ağzıyla söylermiş gibi yaptı. Seni seviyorum.
Eridim.
“Biliyorum,” dedim, elimi göğsüne koydum ve kendime, riske attığımız her şeyi bir anlığına unutma izni verdim. “Ama bu, şu anda nerede olduğumuzu ve Elit olduğum gerçeğini değiştirmiyor. Zamana ihtiyacım var Aspen.”
Elimi tutmak için uzandı ve başıyla onayladı. “Sana zaman tanıyabilirim. Sadece… Bana da ayıracak vakti bulmaya çalış yeter.” Bunun ne kadar sorunlu olacağını söylemek istemiyordum, bu nedenle nazikçe elimi geri çekmeden önce sadece gülümsedim. “Gitmem gerek.”
Odama girip, kapıyı arkamdan kapatırken beni izliyordu. Zaman. Bu günlerde sürekli istediğim şeydi. Yeterli zamanım olduğunda her şeyin hallolacağını umuyordum.