İlber Ortaylı Seyahatnamesi, tarihçimizin seyyah kişiliğiyle İsfahan’dan Venedik’e, Kudüs’ten Kırım’a, Tokyo’dan Yemen’e geniş bir coğrafyada seyahate çıkarıyor.
Onun adımlarına eşlik ederken, Eski Dünya düzeninin ülke ve şehirlerinin büyülü zamanlarına gidiyor ve geçmişimizle yeniden usulca buluşuyoruz.
Osmanlı Diyarlarındaki izlenimleri ise İmparatorluk topraklarına bizi daha da aşina kılıyor.
Dünya, seyyahların dilinde ve gözünde büyür, genişler, çoğalır. Seyahatnameler, bizi zamanın derinliklerine, tarihin katmanlarına ulaştırır.
İlber Ortaylı Seyahatnamesi, tarihçimizin seyyah kişiliğiyle İsfahan’dan Venedik’e, Kudüs’ten Kırım’a, Tokyo’dan Yemen’e geniş bir coğrafyada seyahate çıkarıyor.
Onun adımlarına eşlik ederken, Eski Dünya düzeninin ülke ve şehirlerinin büyülü zamanlarına gidiyor ve geçmişimizle yeniden usulca buluşuyoruz.
Osmanlı Diyarlarındaki izlenimleri ise İmparatorluk topraklarına bizi daha da aşina kılıyor.
Keskin gözlemleri, nesnel tespitleriyle de bugünün dünyasını daha doğru anlama imkanı veriyor.
ÖNSÖZ
Ben bizim neslin içinde erken denebilecek bir yaşta yurtiçinde ve yurtdışında gezmeye başlamış talihli insanlardanım. Bu talihimi büyük ölçüde kendi gayret ve inadıma, ebeveynimin kıt kaynakla da olsa bahşettiği imkanlara borçluyum. Ama bazen onlarla bile seya-hatseverliğim konusunda ihtilafa düşmüşümdür. Fizik olarak da dünyaya gözümü seyahatle açtım. Hiç alakası olmayan bir ülkede doğdum. Alakası olmayan yerlerden geçip ülkemize ulaştım.
Şuursuzca tamamladığım bu uzun gezileri şuurlu olarak çok erken yaşta tekrarlamaya başladım. Kıt paramla Avrupa’daki demiryollarının ikinci mevki vagonlarında oradan oraya gezindim. Küçük bir bavul ve seyahat rehber kitaplarımla çıktığım yolculuklarda insanlarla gevezelik etmekten büyük zevk duydum. Viyana kalelerinde ihtiyarlarla konuştum. Şam’da baklava ve meyva tatlısı yedim ve bir imparatorluğun Ortadoguda hepimize bıraktığı en önemli ortak miras yani Türkçe sayesinde her yere girip çıktım.
42 yıl evvelin imkanlarıyla Suriye’yi tanıdım. Venedîk’i tanıdım. Soğuk harp sıralarında Viyana’da bulunmanın imtiyazından yararlandım, Çekoslovakya’ya, Macaristan’a rahatça girip çıktım. Ol vakit Japon turistler dolu değildi. Almanlar da henüz çok az geliyordu. Avrupa’nın en önemli operalarından olan Prag ve Budapeşte’de opera temsillerini istediğim gibi, localarda takip edebildim. Buna talebe bütçem yetiyordu. Floransa’da Uffizi galeride henüz kuyruklar yoktu, Vatikan’da Sistin Şapel’de veya Pinokote-ka da itiş kakış olmadan rahatlıkla ziyaret yapabiliyordum. Yunanistan rahattı. Balkanlar çok sıcak kanlıydı. 1972’de gördüğüm Saraybosna, Bursa’nın kopyası idi.
Ama asıl el değmemiş ve güzel olan bizim ülkemizdi. Antalya Konyaaltı plajında hiç kimseler yoktu. Kumsalın önünden geçen Sidelİ korsanların, deniz tanrısı Poseidon’un ve nereidlerin hayaliyle denize giriyordum. Aksaray Niğde’si ile Sultanhan üzerinden Konya’ya ulaşmak XIII. asırdaki ipek yolculuğunu neredeyse tam lezzetiyle veriyordu. Tozu toprağı dahil.
Tek talihsizliğim ömür boyu uykusuz gecelerde ezberlediğim Rusçayı ancak 40 yaşımda ana ülkesinde kullanabilmek olmuştur. Neyse ki; Gorbaçov devrinde eski Rusya’nın henüz izleri vardı. Şimdi o bile yok. Peki Rusya öyle de bizim ülke daha mı farklı? Utanmaz inşaat histeryasıyla hangi şehir ve kasabamızda eski hava kalabildi ki? 1960’larda İzmir’i, Ege havalisini gezen Antalya’yı, Anamur’u Mersin’i arşınlayan, Karaman’da, Konya’da kalan, 1950’lerin İstanbul’unda yaşayan, Bursa’nın hayal gibi ortamında gezinen bizler için bu arsız değişim bir ızdırabtır. Bütün bu havalide Türkiye kadar kentleri ve tabiatı tahrib eden bir ülke belki ancak Mısır’dır. Ve bir ölçüde de Yunanistan. Bu yazılarımı bir araya getirirken gençliğimin Akdeniz ve Ortadoğu’su ile şimdikini karşılaştırmaya gayret ediyorum. Değişme kaçınılmazdır. Ama vandal-ca değiştirmeye tahammül etmememiz gerekir.
Bu kitabın hazırlanması fikrini ortaya atan ve gerçekleştiren Ali Kemaloğlu’na ve ismail Küçükkaya’ya teşekkür ederim.
Editörün Notu
Benim için çok heyecan verici bir çalışma olan İlber Ortaylı ile Seyahatname projesinin hazırlıkları bir yıldan fazla sürdü. Sevgili hocamızla çalışırken renkli ve emsalsiz tecrübeler edindik, İlber Ortaylı hocamızın engin bilgi ve birikimi, cihan şümul hafızası ve tarihin derinliklerinden damıtılmış hatıraları bize ışık tutuyor. Hocamızın “seyyah kişiliği” ile 40 yılı aşkın bir süredir Osmanlı coğrafyası üzerinde katettiği yollar sanki tarih üzerindeki ayak izleriydi. Bir kısmına bizim de katıldığımız Ortaylı seyahatlerinde daima zamanı ve mekanı aşıp Hoca’ykı birlikte tarihin katmanlarında dolandık.
İtiraf etmek gerekir ki; hocamızın çok meşgul olması ve özellikle Topkapı Sarayı’ndaki vazifesi dolayısıyla Seyahatname çalışmamızı yürütmemiz hiç kolay olmadı. Meşakkatli bir çalışma oldu. Ama inanıyoruz ki; gayretlerimize değdi; kalıcı, öğretici ve keyifli bir eser ortaya çıktı. Hocamıza minnet ve şükranlarımızla,,
İsmail KÜÇÜKKAYA
İÇİNDEKİLER
Önsöz
Editörün notu.
KIRIM: ECDAD TOPRAĞI
ORTADOĞU
Kırk Yıl Öncesi
Suriye Gezim; Şam.
Haleb
Kudüs
Irak
Lübnan .
MISIR
İskenderiye Kütüphanesi
BAHREYN.
Osmanlı Mirasını Yok Etmek.
ADIYEMEN’DİR.
YUNANİSTAN
Girit.
Atina günlüğü.
Selanik.
Selanik’ten Aynaroz’a
ARNAVUTLUK.
MAKEDONYA.
BOSNA
Mostar köprüsü.
BUDAPEŞTE
İRAN
İsfahan, Nısf-ı cihan
Her yerde İran Daskyleion’da da!.
RUSYA
Dukalığın başkenti, Vladimir
Moskova.
KAFKASYA .
Bakü’de İçşehir.
İTALYA
Venedik
Türkiye ve italya
Katolik inancına mensup kitle kan kaybediyor
Devlet içinde devlet
İSPANYA
Endülüs
İspanya zil, şal ve gül müydü?.
Barselona ve Madrid.
ALMANYA
Berlin’de bir haftasonu
ÇEK CUMHURİYETİ VE PRAG.
HİNDİSTAN.
21. yüzyıl eşiğinde Hindistan
ÇİN
JAPONYA
KIRIM: ECDAD TOPRAĞI
Kırım toprağına ilk defa IBM’in bîr gezisiyle gittim. Karaköy’den kalkan deniz yollarına ait gemi betahsis bizim için tutulmuştu. Bütün gün ve bütün gece konferanslar ve konserle geçti. Gezi Livadiya, Yalta ve Odessa limanlarını içeriyordu. Ben bu şehirler hakkında izahat verecektim. Oysa daha kendim görmemiştim; Görmemiştim ama çok dinlemiştim, çok okumuştum ve haritadan adeta ezberlemiştim. Nitekim verdiğim konferansta bu açığa çıktı. Mükrimin Halil Yinanç hoca merhum, “bana Mekke’de Hz Ali’nin evini gösterin bütün şehri bulurum” demiş. Benimki de o hesap. Şehirlerin nirengi noktasını bulduğum an öbürü arkadan geliyordu. Tarih ise zaten içimde doluydu. Sabahın ilk ışıklarıyla Kırım toprağı görün-dü.Yalta limanına yaklaştık.Uzaktan Gurzuf kasabası görünüyordu. Benim için yabancı bir siluet değil. Puşkin de orayı çok sever. Sade o değil, herkes sever.
Sahile çıktık. Hava değişimi için gelen Azerbaycanlılara rastladık. Elbise ve deri palto almak istiyorlardı. Ticaret yeryüzünden kaybolsa Azerbaycan halkı yeniden bulur. Şehirde Kırımlılara tek tük rastlanıyordu. Orta Asya sürgününden henüz dönmeye başlamışlardı. Sözü edilen meşhur Kırım balından aldım. Üç hafta sonra tamamen şeker kestiğini görecektim. Bir yerin halkı sürülünce Önce bağlar ve kovanlar bozulur. Çehov’un kaldığı yeri, Buhara emirinin yazlığını tek tek gezmek nasip oldu. Hoş bir memleket- Karadeniz’in kuzeyinde, güneyinden farklı olarak Akdeniz bitki örtüsü ve serviler daha hakimdir. Sahile hakim Yayla dağı Ukrayna steplerinden gelen soğuğu keser. Akşama kadar Yalta, Livadiya ve Voronzof un İngiliz tarzındaki Sarayı gezildi. Ünlü Yalta konferansı bu mahalde tertiplenmişti.
Ecdad memleketinin bu ucunda Kırım hanlığının ve Osmanlı döneminin izleri pek az görünür. Onun için Sudak gibi, Selçuklu ve Ceneviz limanlarına uğramak gerekirdi. Onu başka bir gezide yapabildim.
Akşam olmadan tekrar gemiye bindik. Kiev operasının en seçkin tenor ve muganniyelerinin, piyanistlerinin verdiği konseri dinledik. Sovyet Rusya dışarıya açılmıştı, o vakit herhalde IBM’in verdiği ücret çok cömert bir hediye olmuştu, onlara. Ertesi gün Odessa’da uyandık. İşte benim bildiğim Odessa; limana inen merdivenler. 1905 isyanı sırasında Potemkin zırhlısının ziyaretini izleyen kitlelere açılan yaylım ateşi. Merdivenleri tırmandıktan sonra Odessa’da sürgünde yaşayan Puşkin’e şehir halkının iane toplayarak yaptırdıkları büst.
Bu büst Puşkin’in en realist büstü olarak değerlendiriliyor. Gerçekten de Büyük Petro’nun Arabi denilen Habeş asıllı yetenekli komutan İbrahim Ganibal’ın bütün yüz çizgileri bu dahi torunun yüzünde görülüyor. Puşkin şiirlerinde soyunu methederken; “benim ecdadım Rusya tarihinde Romanovlar’dan da eskidir” der. Muarızları da; “evet, dedeniz de bir şişe roma satın alınmış bir köleydi” demişlerdir.
Odessa operasında maalesef bir temsil izleyemedik. Ama bina muhteşemdi ve şehir hoştu.
II. Katerina hiçbir şey yapmasa bile Rusya’ya Odessa’yı hediye etmiştir. Bizim Osmanlı’nın Hocabeyi’nin biraz ötesinde bu şehir ortalığı kasıp kavuran kum fırtınaları ve susuzluk yü……