Din, hemen her toplumda olduğu gibi, Türk toplumunda da kültürün önemli bir öğesi durumundadır. Bireyin kişiliğini bulmasında etkin rol oynamıştır. Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan bir süre sonra İslamlık devlet desteği ile yerleşir. İslam’ın kuralları işlenmeye başlar. 600 yıl gibi bir süreç içinde İslam tüm Anadolu insanına damgasını vurur. Onun ulusal bilincini yok etme pahasına potasında eritir. 1908 yılında Meşrutiyet yönetimi ile Türklük bilinci yaratma çabaları başlar.
Bu çaba Cumhuriyet döneminde de yoğun biçimde sürer. Nedir, sözkonusu çaba bir yandan cumhuriyet aydınında değer boşluğu yaratırken, bir yandan da Anadolu insanını yeni düzene karşı direnmeye iter. Altmış yılı aşkın süredir varlığını koruyan bu bocalamayı İslam’ın yapısını ve Türk toplumuna etkilerini anlamadan tanımlamak olası değildir. İslamlık kökende din olmasına karşın, kurucusu Muhammet onu daha çok bir “ulus” biçiminde tanımlama eğilimindedir.
Böylece İslamm ümmetçi yapısı, İslam halkları arasında derin iz bırakır. Ümmetçi yapı, tüm Müslümanları birbirine bağlayan, onları cemaat biçimine sokan öğedir. Her Müslümanda silik bile olsa bir cemaat varlığı ve yüksek değerler bilinci bulunur, ilerici ya da cahil olsun, bir Müslümanı öbür Müslümana bağlayan bir bağ bulunur. Din kaygısından uzak marksist etki altındaki işçilerde bile bu dinsel topluluk (cemaat) duygusu sezilir.
Nedeni, ümmet yapısının İslamda karmaşık bir yapıda oluşundadır. İslam dumanı tüten bir toplumda doğan kişi bu ümmet ruhundan kolay kolay sıyrılamaz. Öte yandan, İslamm ideolojik yapısı, kişinin Tanrıya tümüyle teslim olması biçimindedir. İnsanın Tanrı’ya teslim olmasının yolu şeriata teslimden geçer. Oluşan bir toplumun başında bir yönetici değil, doğrudan Allah’ın kendisi vardır.
İslamı kabul eden biri “Sen bizim hükümdarımız” dediğinde Muhammet, ona “Hükümdar Allah’tır ben değil” biçiminde karşılık vermiştir. 1 Böylece, bir İslam toplumunda yönetim doğrudan Tanrı’nın yönetimidir. Halkın üzerine gözlerini diken Tanrı’nın egemenliğidir. Tanrı ortak yarar adına çalışan üst gücün adıdır. Kamu hazinesi, Tanrı’nm hazinesi, ordu Tanrının ordusu, kamu görevlileri Tanrı’nm görevlileridir.
İslamm bu özelliği Osmanlı Devleti döneminde en derin biçimde yerleşir. Padişah devletin yöneticisi olduğunca dinin de yöneticisidir. Tanrı’nm yeryüzündeki gölgesidir. Tanrı buyruklarının uygulayıcısıdır. Bu yüzden ona karşı gelen Tanrı’ya karşı gelmiş sayılır. Ülkede yaşayan hiç kimsenin can ve mal güvenliği bulunmaz. Öte yandan, Kur’an günlük gereksinimleri ele alır.
Bunları düzenlemeye çalışır, inanca göre, Kur’an son, gelişmiş eksiksiz kitaptır. Muhammet tüm davranışları ile kusursuz insandır. Bu iki temel ilke sonsuza dek geçerlidir. Bu iki ilkenin yanlışlığını düşünmek, tartışmak olası değildir.
Bu yüzden kişinin bütün yaşamı boyu davranışlarını bu iki ilkeye göre düzenlemesi gerekir. İslamm çok çeşitli terbiye yönlendirici bir işlevi vardır. Çocuklar İslamm kalıpları içinde terbiye edilecek, yönlendirileceklerdir. Bu noktada İslam’ın başka bir özelliği sözkonusudur: İslam topluluklarda biçim ve kalıplar egemendir, İslam’ın topluluk düzeni, Batı’nm toplum düzeninden kesin çizgilerle ayrılır.
Batı toplumlarında değerler vardır, İslam’da ne yapılması gerektiğine kişi vicdanıyla karar veremez, toplum kalıplarına göre yapar. Neyin hayır, neyin şer olduğunu din belirlemiştir. Kişisel seçenekler yok denecek ölçüde azdır. Ne ki, Türk toplumunun kendine özgü bir hiyerarşik düzen ilkesi vardır.
Bu Türk halkının bir özelliğidir. Tarihsel akış içinde böyle bir özellik geliştirilmiştir. Çağlar boyunca içinde yaşadığı yayla ve ordu yaşamı, Türk’te toplumsal bir kumanda ve disiplin düzenini herşeyin üzerine çıkarmıştır. Bu toplumsal vicdanını temsil edecek otorite bir hakan mı olur, bir şef mi olur, bir cami hocası mı olur, yoksa bir kurultay mı olur, önemli değildir.
İradesini topluma egemen kılacak bir makam bulunması yeter. O zaman oradan gelecek yasalar, kurallar tüm yaşam düzenini bile değiştirse bunlar, halkın ruhuna bir su gibi kolayca akar.2 Bu nedenle Türkler, bir topluluk biçimini korudukları, aşamalı (hiyerarşik) düzenlerini korudukları sürece dışa karşı dayanıklı olabilmektedirler. Ancak aşamalı düzenleri bozulduğunda, öbür uluslardan dağınık olmakta ve daha kolay bozulabilmekteler.
Kore’de tutsak düşen Türk askerleri aşamalı düzenlerini korudukları ve toplu oldukları sürece tutsaklık yaşamını öbür uluslardan daha kolay sürdürmüşlerdir. Ancak aşamalı düzen bozulunca öbür uluslardan daha dağınık olurlar ve kolayca beyin yıkanmasına sokulabilirler.
Cami sözkonusu otorite boşluğunu doldurur. İslam toplumlarında bireyin kişiliğinin oluşma süreci, Batı’dakine göre çok daha uzundur. Az değişmiş İslam toplumları gibi kaypak bir ortamda büyüyen çocuk büyüme bunalımlarını Batılı çocuğun çözdüğü biçimde çözemez. Çocuğun ulusal kişilik kazanmasına İslam engel olur.
Sonuçta ise çocuk ulusal kimlikten çok dinsel kimlik kazanır. Romancı Kemal Tahir Batı ile Doğu toplumları arasındaki bu kimlik bulma olayını şöyle açıklar: “Batıda aile dölyatağı gibi birşey!.. Hayvanlar, nasıl yavrularını, yürüyüp kendi başlarına yaşayacak hâle gelinceye dek bakıyorlar, sonra da onları yuvadan uzaklaştırıyorlarsa, Batı adamı da çocuğuna belli bir yaşa kadar bakıyor.
Kişiliğinin oluşmasında bunun elbette payı vardır. Ama merhametsiz insan yetişmesinde de elbet etkisi vardır. Doğudaki aile bireylerden oluşuyor, ama bireylerden farklı bir karaktere, bir ayrı bütünlüğe sahip oluyor. Bireylerden birinin başına gelen, bütün aileyi ilgilendirir.