Serseri ve Kaçak’larla yüz yüze geldi. Şimdi sıra kendi Gurur’unda.
Dur durak bilmeyen hikâyesi ve sıradışı karakterleriyle gençlik romanlarında yepyeni bir akım başlatan Dönüşüm Serisi, içinde barındırdığı aşk ve macerayla sınırları zorlayarak okuyucuyu âdeta kendisine bağımlı kılıyor.
Geride bıraktığı ailesi, sırtını döndüğü aşkı ve yerine getirmek zorunda olduğu kaderiyle karşı karşıya kalan dişli ve dişi karakter Faythe yeni gözdeniz olacak.
Vampir dişlerini ve melek kanatlarını bırakın. Şimdi pençeler çıkıyor…
*
YA HAYATIMIN AŞKINI SONSUZA DEK KAYBEDECEĞİM YA DA ÖLDÜRÜLECEĞİM.
SİZ OLSANIZ HANGİSİNİ SEÇERDİNİZ?
Yargılanıyorum. Eski erkek arkadaşıma enfeksiyon bulaştırmak ve suçumu örtbas etmek için onu öldürmekle suçlanıyorum. Bir insana enfeksiyon bulaştırmak, cinayet işlemek ve varlığımızın bir insana ifşa edilmesiyle birlikte Gurur sürüleri tarafından ölüm cezası gerektiren üç suçtan biri kabul ediliyor.
Üçte iki tamam… başım belada. Umarım kedilerin gerçekten de dokuz canı vardır…
***
Bir
“Bayan Sanders, bize erkek arkadaşını neden öldürdüğünü anlat.”
Yeni bir öfke dalgası, mide ekşimesi gibi göğsümde yükselirken, sağ gözümün arkasında başlayan migrenin ilk sancılarını da beraberinde getirmişti. Bakışlarımı yemek odasının güney duvarını kaplayan pencerelerden görünen güz renkli manzaradan uzun, maun masaya, daha az hoşnutluk verici görüntüye bakmak için çevirdim: Appalachia bölgesi lideri, Calvin Malone’a. Ben baktığım sırada, ince ve biçimli sakalının üstü, dudağının sol köşesi seğirmeye başladı; eğlendiğini gösteren net bir işaret. Kendini beğenmiş herif bam telime basmayı seviyordu. Üstünde “Dikkatli Kullanın” yazan düğmeyi bulmuş, inadına basmaya devam ediyordu.
Ellerim pamuklu, siyah pantolonuma yapışmış bir halde, “Eski erkek arkadaş,” dedim, gıcırdayan dişlerimin arasından. “Ve nefsi müdafaaydı. Aynı soruyu cevapladığım son seferde beni dinlemiş olsaydın, bunu bilirdin.”
Sağımdaki sandalyede oturan Michael boğazını temizledi. Kara kaşlarını gözlük çerçevesinin yukarısına kaldırıp uslu durmamı işaret etti. En büyük ağabeyimden ziyade danışmanım -savunma avukatının kedi adam versiyonu- olarak görevi devraldığından tavsiyesini hiç itiraz etmeden kabul ettim. Muhtemelen bu hayatımda ilk kez oluyordu.
İç geçirerek, dikkatimi tekrar pek saygı duyulan “kısa çöpü çekme” yöntemiyle beni yargılamak için seçilmiş üç liderden oluşan mahkemeye verdim. Resmî olarak duruşma, iki ölüm cezası gerektiren suçtan dolayı suçlu ya da masum olduğuma karar vermek için yapılıyordu. Ancak Malone’un bana olan garezi, sözde suçlarımın işlenmesinden çok daha önceye gidiyordu.
Ama bu da doğru değildi. İnsan adalet sisteminin tersine, kedi adam dünyasında suçlanan kişi masum olduğu ispatlanana kadar suçlu kabul edilirdi. Ve ispat yükümlülüğü sanığa -bana- aitti.
Eski erkek arkadaşım Andrew Wallace’a enfeksiyon bulaştırmakla suçlanıyordum ki zaten bunu kazayla yaptığımı itiraf etmiştim. Suçumu örtbas etmek için onu öldürmekle de suçlanıyordum ki bunu şiddetle reddetmiştim. Andrew’u kendimi korumak için öldürmüştüm ve yargıçlarımın hiçbirisinin anlayamayacağı derecede kendimi bu konuda diğerinden daha suçlu hissediyordum ama başka seçeneğim yoktu. Öldür ya da öl durumuydu ve inatçı kendini koruma duygum birincisinde ısrar etmişti.
Eğer mahkeme beni suçlu bulursa, kafesteki uzun bir hapse ilaveten, bazı bedensel cezalarla da karşı karşıya gelecektim. Muhtemelen pençelerimi kaybedecektim; bu da çok uslu davranmamı sağlamaya yetecek kadar iyi bir motivasyon kaynağıydı.
“Ama onu ısırdığını kabul ediyorsun, öyle mi?” diye sordu Malone. Önünde duran ince bir kâğıt tomarına hafifçe vururken dudağı tekrar seğirmeye başlamıştı.
Kendimi oturduğum yerde tutmak için sandalyemin vernikli kollarını kavrarken, “Evet,” dedim kenetlenmiş dişlerimin arasından. “Onu ısırdım ama enfeksiyon bir kazaydı. Dişlerimin dönüşüm geçirdiğini bilmiyordum.”
“O zaman sen hâlâ bu,” Malone durup etkisini artırmak için notlarına göz attı, “kısmi dönüşümü geçirdiğini mi iddia ediyorsun?”
Kendini beğenmiş gülümsemesi midemi altüst etti ama içinde bulunduğum şartlarda, uslu olmak için çok ama çok fazla çalışıyordum. “Evet.”
Malone inanmayarak pufladı ve diğer herkesin kendi kuşkuculuğunu paylaşmasını sağlamak için odaya bakındı. Sağında oturan Paul Blackwell kırışık elini masanın üstüne koydu. Gri, çarpık kaşlarını küçük, kara gözlerinin üstüne indirerek kaşlarını çattı. “Peki, o zaman neden bize bu ‘kısmi dönüşüm’ü gösteremiyorsun?”
Çünkü kendimi ölümcül bir öfkeye teslim etmeye tam olarak hazır değilim. Neyse ki aklıma ilk gelen şeyi söylememekte epey iyiye gidiyordum. Çoğunlukla. “Bunu emir üzerine yapamam. Henüz yapamıyorum, en azından. Gerçekleşmesini sağlamak için belli bir ruh hali içinde -bir anlamda, heyecanlı- olmam lazım.”
“Pekâlâ, bu kullanışlı, değil mi?” dedi Malone, Blackwell’e komplocu bir bakış atarak.
“Aslında, tam tersi,” diye çıkıştım ve Michael masanın altından bacağımı tekmeledi.
Malone notlarını yumruğunun içinde sıkıştırdı ve ağzını açtı. Ama o konuşamadan, solundaki lider dikkat çekici bir biçimde boğazını temizleyip tüm bakışları kendisine çekti.
“Calvin, sanırım Faythe’e sorulacak mantıklı bir sorun var.” Mucize eseri, amcam Rick Wade -kuzenim Abby’nin babası- mahkeme için seçilmişti ve babama gösterdiği saygıdan ötürü, aileme duyduğu sadakat herkes tarafından bilinirdi. O olmasaydı, çoktan suçlu bulunmuş ve hüküm giymiştim.
“Tabii ki.” Malone, amcama kızgın bir bakış attı, sonra profesyonel bir poz takındı. Ama bana baktığında, gözlerinde o aynı kin parıltısını gördüm. “Yani Bay Wallace’ı ısırdığında… heyecanlı bir hal içindeydin, öyle mi?”
Ciddi mahkeme salonu yüzümün arkasında yaramaz bir gülümseme dolaştı. Bunu bastırmak için tüm irademi kullanmam gerekti. Ayrıca beni masum göstermek -ve duruşma sırasında düzgün bir görüntü oluşturmayacağını düşündüğü yeni göbek piercing‘imi örtmek- için babamın seçmiş olduğu beyaz bluzun üstünden kendi kendimi çimdiklemem gerekmişti.
“Öyle denilebilir. Okulda, öğle arasındaydık. İkimizin de birkaç saat boyunca dersi yoktu, böylece kendimizi dairesinde bulduk.”
Paul Blackwell bastonunu, pörsümüş parmaklarını çatırdatacak kadar sertçe kavrayıp, “Yatakta mı?” diyerek Malone’un sağ tarafından eğildi.
Blackwell hem mahkemenin hem de bölge konseyinin en yaşlı üyesiydi. Ailesinden ve diğer pek çok liderden yönetimi damadına bırakması için gelen baskılara rağmen yıllardır Güneybatı bölgesinin liderliği pozisyonuna sımsıkı tutunmaktaydı. Katır gibi inatçı, açık sözlü ve son derece eski kafalıydı, evlilik öncesi seks ve bir kadının dünyadaki yeri hakkındaki modası geçmiş fikirlere inatla bağlı kalmaktaydı. Aslında, Andrew’la olan “edepsiz” ilişkimden, en az ona enfeksiyon bulaştırıp öldürmemin düşüncesi kadar şoke olmuş gibi görünüyordu.
Ama babama göre, Blackwell hem dürüst hem de onurluydu. Herhangi bir politik birlik veya daha önceden güdülen bir kinden ziyade, vicdanının sesini dinleyerek oy verecekti. O yüzden vicdanının, masum olduğumu bilmesini sağlamak zorundaydım. Çoğunlukla masum. Ve kasıtlı olarak yapmadığım bir şey için özür dilemeyecek kadar kendime saygı duyduğumu da bilmesini sağlamalıydım.
Utanmadığımı göstermek için cesurca gözlerine baktım. “Evet. Yatakta. Sevişiyorduk ve ben… kulağını biraz fazla sert ısırdım.”
“Ve yeminli ifaden bu… olay sırasında aslında hiç dönüşüm geçirmediğin midir?” diye sordu Malone, zaten altı kez duymuş olduğu gerçekleri doğrulamak istermişçesine.
Başımla onayladım, sonra aynı pozisyonda aralıksız bir şekilde saatlerce kalmaktan boynuma yerleşen gerginliği yumuşatmak için başımı bir yandan öteki yana çevirdim. “Sadece dişlerim dönüştü, en son sefer de söylediğim gibi. Ve ondan önceki seferde de. Ve ondan önceki seferde…”
Michael, “Faythe…” diye uyardı ve babamız oturduğu sandalyede kımıldadığında Michael’ın arkasındaki ahşap gıcırdadı.
Konsey başı olarak bulunduğu pozisyona rağmen, sanıkla -benimle- olan ilişkisinden ötürü davamı gören mahkemede babamın görev yapmasına izin verilmemişti. Ama babam dava süresince konuşmaya izni olmasa da mahkemede bulunmakta ısrar etmişti. Son üç saattir yaptığı gibi Michael’ın tam arkasında, duvara dayalı düz sırtlı bir sandalyede oturuyordu; ayak bileklerinden biri diğer dizinin üstünde duruyor, elleri sandalyenin kollarında uzanıyordu. Tüm görünüşüyle sakin ve kendinden emin bir havası vardı ama dudağının sıkı çizgisinden, onun da en az benim kadar sinirlendiğini biliyordum. Ve çok daha endişeliydi ki bu bana anlatmadığı bir şeyler olup olmadığını merak ettiriyordu.
Kaşlarımı çatarak, kollarımı göğsümde kavuşturdum ve sandalyemde geriye yaslanıp sonraki soruyu bekledim. Şüphesiz çoktan yanıtladığım bir şey olacaktı.
Malone not defterindeki eğimli karalamadan bakışlarını kaldırdı. “Bay Wallace dişlerinin dönüştüğünü fark etti mi?”
“Hayır. Ben de fark etmedim.”
Malone’un başı hızla yukan kalktı. Kaşları da şaşkınlıkla kalkmıştı. Belli ki yeni bir şey söylemiştim. “Dişlerinin o anda dönüştüğünü bilmiyorsan, gerçekleşen şeyin bu olduğundan nasıl emin olabilirsin ki?”
Kahretsin. Sandalyeme yaslanıp serinkanlı bir güven göstermeye gayret ettim. “Çünkü bu tek mantıklı sonuç. Andrew’a bir şekilde enfeksiyon bulaştırdım,” kokusundan bunun gerçek olduğunu biliyorduk, “ve onun önünde asla bilinçli bir şekilde dönüşüm geçirmedim. Bu yüzden mantıklı olan bunu kazara yapmış olmam. Ve onu ısırdığım o gün, öldüğü güne kadar onu gördüğüm son gündü. Bunun o zaman gerçekleşmiş olması gerekiyor.”
Blackvvell ikna olmamış gibiydi ve Malone ise büsbütün kuşkulu görünüyordu. “Madem konuyu sen açtın, haydi Bay Wallace’ın öldüğü günü konuşalım,” dedi tekrar kâğıtlarını karıştırarak.
Şakaklarıma masaj yaparken başım zonkluyordu. Dava süresince hissettiğim bütün keyif kuruyup bitmiş, yerini hoşnutsuzluk ile berbat ve kötü bir ağrı almıştı. “Size zaten her şeyi anlattım.”
“Tekrar anlat.” Malone gözlerini sayfalardan ayırmadı.
Geçtiğimiz otuz altı saat boyunca suçlamalarının ve Andrew’un ölümünün her bir detayının üzerinden geçmiş, sadece yemek ve dinlenmek için kısa molalar vermiştik. Bunları tekrarlamakla beni yıpratmak dışında -amaçları bu olmalıydı- kazanacağımız hiçbir şey yoktu. Beni şaşırtmaya çalışıyorlardı. Bir yalanımı yakalamaya çalışıyorlardı. Ama bu olmayacaktı; inansalar da inanmasalar da onlara doğruyu söylüyordum.
Gözlerimi kapayınca hatıralar hücum etti. Olayları tekrar yaşamam için beni zorladıkları sayısız seferden sonra bile hatıralar hâlâ daha az korkunç hale gelmiyordu. Zihnimde Andrew’un yüzü netleştiğinde irkildim. Engel olamadım. Ölümünü seyretmek bu zamana kadar katlandığım en zor şeylerden biriydi ve her ne kadar istemeden olmuş olsa da sebebin kendim olduğunu bilmek, hayatımdaki en büyük pişmanlıktı.
“Ne bilmek istiyorsun?” Sesimdeki bezginliğe engel olamadım ama gözlerinin içine bakmazsam bakışlarımda kederden ziyade suçluluk göreceklerini bilerek kendimi gözlerine bakmak için zorladım.
Malone notlarını taradı. “Çiviyi nereden buldun?”
Demir yolu çivisi. Andrew’un tam boynundan geçen, kanıyla birlikte hayatını da ondan söküp alan o korkunç, on beş santimlik demir yolu çivisi. “Her yere saçılmış duruyorlardı…” Görüntüyü zihnimden atmayı başaramadığımda saygı dolu bir sessizliğe çekildim.
“Neden çiviyi ona sapladın?”
Bu defa ellerim herkesin görebileceği şekilde, masanın üstünde tekrar yumruk oldu. “Onu üstümden atmaya çalışıyordum. Başımı ezecekti!”
Malone sandalyesinde geri yaslanıp gözlerini kısarak bana baktı. “Veya belki de senin ne yaptığını herkese anlatmakla tehdit ediyordu. Ona enfeksiyon bulaştırdığını anlatmakla. Bunun onu öldürmek için yeterince mantıklı bir sebep olarak görüneceğini sanıyorum.”
Sakinleşmek için derin bir nefes aldım. “Bak, onu öldürmek istemiyordum ve kesinlikle herhangi bir şeyi örtbas etmeye de çalışmıyordum. Olayın birkaç dakika öncesinde bizimle birlikte beş kişi daha vardı ve onlara Andrew’a enfeksiyon bulaştırdığımı çoktan söylememiş olsaydım bile -ve hepsinin onlara bunu söylemiş olduğuma yemin edeceğinden eminim- kanından benim kokumu alabiliyorlardı zaten. Bu bir örtbas etme durumu değildi. Nefsi müdafaaydı.”
Malone’un gözleri kısıldı, tartışmak için dudakları çoktan aralanmıştı ama Rick amca erken davrandı. “Bunlann hepsini daha önce duymuştuk,” dedi ve ona minnettarlıkla baktım. “Devam edelim.”
“İyi.” Malone kaşlarını çatıp aradığı şey neyse onu bulana kadar kâğıtlarına göz gezdirdi. Bakışları tekrar benim üstüme odaklandı. Gözlerindeki hevesli bakışlardan hiç hoşlanmadım. “Geçtiğimiz altı yılda birçok evlilik teklifini geri çevirdiğin doğru mu?”
Ne? Yüzüm sinir içinde alev alev yanmaya başladı. “Bunun hangi lane…” Başka bir şekilde ifade etmek için duraksadım, çünkü liderlerden oluşan bir kurulda küfretmek çok ama çok kötü bir fikirdi. “Bunun herhangi bir şeyle ne alakası var? Andrew asla evlilik teklifi etmedi.”
“Lütfen soruya cevap ver, Bayan Sanders,” diye emretti Blackwell, az kalsın ağzımdan kaçıracağım laftan dolayı bariz bir şekilde sinirliydi.
Michael bu yeni sorgulamaya benden daha mutlu bir tepki vermemişti ama cevaplamam için başıyla bana işaret etti.
“Evet.”
“Toplamda kaç tane evlilik teklifini geri çevirdin?” diye devam etti Malone. Düşünüyormuş gibi yaparak gözlerimi kapadım, fakat aslında çenem bana içinden çıkamayacağım kadar büyük bir mezar kazmadan önce sinirimi kontrol altına almaya çalışıyordum. “Bunu saymak zor,” dedim en sonunda, gözlerimi açıp Malone’un keyifli bakışlarıyla karşılaşarak.
“O nedenmiş?” diye sordu.
“Çünkü aynı kişiden birçok teklif aldım.” Bu kişi elbette Marc’tı.
“Anlıyorum.” Malone sanki anlamış gibi başıyla onayladı. Ve muhtemelen anlamıştı da. Dedikodulara göre karısı en sonunda onunla evlenmeyi kabul edene kadar peşinden yıllarca koşmuştu. Kişisel teorim karısının savunmasını aşındırdığı üzerineydi. Ama bunu yüzüne karşı söylemeyecek kadar akıllıydım.
“O zaman sana kaç tane erkek kedi evlilik teklifinde bulundu? Bunu saymak kesinlikle zor olamaz,” dedi Malone, amcam önünde duran not defterine okuyamadığım bir şeyler karalarken.
İç geçirdim. “Dört.”
“Ve bu tekliflerin hiçbiri ilgini çekmedi mi?”
Bir anda jetonum düştü ama bu beni sakinleştireceğine daha fazla sinirlendirdi. Yıllar önce aldığım evlilik tekliflerinden bir tanesi çok az tanıdığım, benden iki yaş küçük, genç bir adamdan gelmişti. Brett Malone. Calvin Malone’un ilk çocuğu. Dar kafalı, aşağılık herif çocuklarını doğurmayı seçmediğim için deliye dönmüştü. Oturumun sebebi bu değildi tabii ki. Ama kesinlikle Malone’un seğirmekte olan, kindar gülümsemesinin kaynağıydı.
“Elbette ilgimi çekti.” Böylesi aşağılık bir kindarlığa gözlerimi devirmemek için kalan irademin çoğunu kullanmam gerekmişti. “Ama onlan geri çevirmek için nedenlerim vardı.”
“Bu nedenler n…”
“Calvin, sanırım cevabını aldın.” Rick amca, Malone’un lafını yarıda kesti, belli ki benimle aynı sonuca varmıştı.
Malone kaşlarını çattı. “İyi.” Tekrar notlarına başvurdu. “Anladığım kadarıyla herhangi bir türle artık herhangi bir ilişkin yok. Bu da doğru mu?”
Öfkelenerek, göz ucuyla Michael’a baktım ama Michael sadece başıyla onaylayıp cevap vermemi belirtti.
“Evet.”
“Evlenmek veya çocuk sahibi olmak için hiçbir planın olmadığı da doğru mu?”
Damarlarımın içinden bir öfke duygusu yakıp geçerek tüm vücuduma minik alevler gönderdi. Ağabeyimin pasif baş sallamasından artık tatmin olmayarak, uzun siyah saçlarımı savurup tekrar Michael’a döndüm. “Neden bana bu saçmalıkları soruyorlar? Bu onları hiç ilgilendirmez, ayrıca Andrew’a olanlarla en ufak bağlantısı yok. Senin buna… itiraz etmen falan gerekmez mi?”
“Bu bir adliye mahkemesi değil, Faythe,” diye hatırlattı Michael, en az yüzüncü defa. “Sana istedikleri her şeyi sorabilirler.