BİRİNCİ BÖLÜM
Dudley’nin Ruhu Ağzında
Yazın o zamana kadarki en sıcak günü yavaş yavaş sona ererken, Privet Drive’m büyük, kutu kutu evlerinin üzerine uykulu bir sessizlik çökmüştü. Çoğunlukla pırıl pırıl parlayan arabalar şimdi yolda tozlanmış halde duruyordu, bir zamanlar zümrüt yeşili olan çimler ise kavruk ve sararmıştı – kuraklıktan dolayı su hortumlarının kullanımı yasaklanmıştı çünkü. Araba yıkama ve çim biçme gibi iki önemli günlük uğraştan yoksun kalan Privet Drive sakinleri, serin evlerinin gölgesine çekilmiş, bir türlü gelmek bilmeyen meltemi davet edercesine pencerelerini ardına kadar açık bırakmıştı. Dışarıdaki tek kişi, dört numaralı evin önünde, bir çiçek tarhında sırtüstü yatan yeniyet-me bir çocuktu.
Sıska, siyah saçlı, gözlüklü bir oğlandı, kısa sürede çok boy atanların bir deri bir kemik, biraz sağlıksız görünüşüne sahipti. Kot pantolonu yırtık ve kirli, tişörtü bol ve solmuştu, spor ayakkabılarının tabanları da kalkmıştı. Harry Potter’ın bu hali, pasaklılığın yasalarca cezalandırılması gerektiğini düşünen komşuların gözünde onu hiç de
sevimli kılmıyordu. Ama bu akşam büyük bir ortanca öbeğinin arkasına saklandığı için, yoldan geçenlerin gözüne çarpmayacağı kesin gibiydi. Aslında Harry, ancak Ver-non Enişte ya da Petunia Teyze kafasını oturma odası penceresinden dışarı uzatıp tam aşağıdaki çiçek tarhına bakarsa fark edilebilirdi.
Şöyle iyice ölçülüp biçildiğinde, Harry buraya saklanma fikrinin tebrike layık olduğunu düşünüyordu. Belki sıcak ve sert toprağın üzerine uzanmak çok da rahat değildi, ama hiç olmazsa oturma odasında oturup teyzesi ve eniştesiyle televizyon seyretmeye çalıştığı zaman olanlara katlanmıyordu: Kimse ters ters bakmıyor, sinirden dişlerini gıcırdatarak haberleri duymasını önlemiyor, ona çirkin sorular yöneltip durmuyordu.
Sanki bu düşünce kanatlanıp açık pencereden içeri girmiş gibi, birden Harry’nin eniştesi Vernon Dursley’nin sesi duyuldu.
“Oğlan içeri girmeye çalışmaktan vazgeçti çok şükür. Nerde bu, peki?”
“Bilmem,” dedi Petunia Teyze, kayıtsızca. “Evde değil.”
Vernon Enişte homurdandı.
“Haberleri izliyormuş…” dedi sert sert. “Aslında ne iş çeviriyor, merak ediyorum. Sanki normal bir çocuk haberlerde ne olduğunu merak edermiş gibi – Dudley’nin hiçbir şeyden haberi yok; Başbakan’ın kim olduğunu biliyorsa şaşarım! Hem, bizim haberlerimizde onun gibilerle ilgili ne olurmuş ki -”
“Vernon, şrşştl” dedi Petunia Teyze. “Pencere açık!”
“Ah – evet – kusura bakma, canım.”
Dursley’ler sustu. Harry yakınlardaki VVisteria VValk’ta oturan kedi düşkünü kaçık ihtiyar hanım Mrs Figg’in ağır ağır yürüyüşünü izlerken, Fruit ‘n’ Bran mısır gevreğinin cıngılını dinledi. Mrs Figg kaşlarını çatmış, kendi kendine söyleniyordu. Harry çiçeklerin arkasına saklandığına pek memnun oldu, çünkü Mrs Figg son zamanlarda sokakta ona her rastlayışında çaya davet etmeyi âdet edinmişti. O köşeyi dönüp gözden kaybolduktan sonra, Vernon Eniş-te’nin sesi bir kez daha pencereden dışarı süzüldü.
“Dudd çaya mı gitti?”
Petunia Teyze, muhabbetle, “Polkiss’lerde” dedi. “Bir sürü küçük arkadaşı var, öyle popüler ki…”
Harry, “hıh” dememek için kendini zor tuttu. Dursley’ler oğullan Dudley konusunda gerçekten şaşılacak kadar aptalca davranıyorlardı. Onun yaz tatili boyunca her akşam, çetesinin bir başka üyesiyle çay içtiği şeklindeki ger-zekçe yalanlarının hepsini yutmuşlardı. Oysa Harry, Dud-le/nin hiçbir yere çay içmeye gitmediğini çok iyi biliyordu; o ve çetesi akşamlarını oyun parkını kırıp dökmek, sokak köşelerinde sigara içmek, arabalarla çocuklara taş atmakla geçiriyordu. Little Whinging’deki akşam yürüyüşleri sırasında, Harry bunların hepsini kendi gözleriyle görmüştü. Tatilin büyük kısmını sokaklarda avare avare dolaşıp, önüne çıkan çöp tenekelerinde gazete aramakla geçirmişti.
Saat yedi haberlerinin başlayışını bildiren müziğin ilk notaları kulağına çalındığında, Harry’nin midesi altüst oldu. Belki bu akşam -koca bir ayın ardından- beklediği akşam olacaktı. ”ispanya’daki bagaj personeli grevi ikinci haftasına girerken, mahsur kalmış rekor sayıda tatilci havaalanlarını dolduruyor —”
Vernon Enişte, haber spikerinin cümlesi bitince, “Onlara ömür boyu siesta gerek, ben olsam öyle yaparım,” diye hırladı ama, ne önemi vardı ki? Dışarıda çiçek tarhında, Harry’nin kasılmış midesi gevşedi sanki. Eğer bir şey olmuş olsaydı, elbette haberlerde ilk sırada yer alırdı; ölüm ve yıkım, mahsur kalmış tatilcilerden daha önemliydi.
Nefesini ağır ağır bırakıp pırıl pırıl mavi gökyüzüne baktı. Bu yazın her günü böyle geçmişti: gerginlik, beklenti, geçici rahatlamalar ve sonra yeniden tırmanan gerginlik… ve daima, giderek aklından çıkarması daha da zor hale gelen bir soru: Neden henüz bir şey olmamıştı?
Hep dinliyordu, ya Muggle’ların aslında ne olduğunu fark edemedikleri küçük bir ipucu çıkarsa diye – nedeni açıklanmamış bir kayboluş belki, ya da garip bir kaza… Ama bagaj personelinin grevini, Güneydoğu’daki kuraklığa ilişkin bir haber izledi (Vernon Enişte, “Umarım kapı komşumuz dinliyordur!” diye böğürdü. “Hani sabahın üçünde fıskiyesini açan!”), sonra Surrey’de tarlaya çakılmasına ramak kalan helikopterin haberi, onun ardından da meşhur bir kadın oyuncunun meşhur kocasından boşanmasına ilişkin haber (“Sanki onların pespaye ilişkileri umrumuzdaymış gibi,” diye burun kıvırdı Petunia Teyze; oysa saplantılıymış gibi, kemikli ellerine geçirebildiği her dergide bu haberi takip ediyordu).
Spiker, “- ve son olarak da, muhabbet kuşu Hophop bu yaz serin kalabilmek için yeni bir yöntem keşfetti,” derken, Harry, artık alev alev yanan akşam göğüne dikili gözlerini yumdu. “Barnsley’deki Beş Tüy’de yaşayan Hophop, su kayağı yapmayı öğrendi! Mary Dorkins olayı yerinde incelemeye gitti.”
Harry gözlerini açtı. Eğer su kayağı yapan muhabbet kuşlarına gelmişlerse, dinlemeye değer bir şey kalmamış demekti. Dikkatle dönüp yüzüstü yattı, sonra da dizleriy-le dirseklerinin üstünde yükselip pencerenin altından sürünerek çıkmaya hazırlandı.
Ancak beş santim kadar gitmişti ki, arka arkaya büyük bir hızla birkaç şey birden oldu.
Gürültülü, etrafta yankılanan bir şak sesi, uykulu sessizliği silah sesi gibi yardı; bir kedi, park etmiş bir arabanın altından ok gibi fırlayıp gözden kayboldu; Dursley’le-rin oturma odasından bir çığlık, böğürerek edilmiş bir küfür ve kırılan porselen sesi geldi. Sanki beklediği sinyal buymuş gibi, Harry zıplayıp ayağa kalktı, kılıcını kınından çıkarırmış gibi kot pantolonunun belinden ince tahta bir asa çıkardı – ama daha tam doğrulamadan, başının tepesi Dursley’lerin açık penceresine çarptı. Çıkan küt sesi, Petunia Teyze’nin daha da büyük bir çığlık atmasına yol açtı.
Harry’ye başı ortadan ikiye ayrılmış gibi geldi. Gözlerinden yaşlar akarak olduğu yerde sallandı, sesin kaynağını saptamak için dikkatini sokak üzerinde odaklamaya çalıştı, ama daha o sendeleyerek doğrulurken, açık pencereden iki koca mor el uzanıp boğazına yapıştı.
“Kaldır – onu – ortadan!” diye hırladı Vernon Enişte, Harry’nin kulağına. “Hemen! Kimseler-görmeden!”
“Çek – ellerini!” dedi Harry güçlükle soluyarak. Birkaç saniye boğuştular. Harry sol eliyle eniştesinin sosis misali parmaklarını boğazından çekmeye çalışırken, sağ eliyle de, havaya kaldırdığı asasını sıkı sıkı tutuyordu. Başının tepesindeki acı tam da berbat bir zonklamaya dönüşürken, Vernon Enişte cıyakladı ve sanki elektrik çarpmış gibi Harry’yi serbest bıraktı. Anlaşılan yeğeninden yükselen görünmez bir güç, onu tutmasını imkânsız hale getirmişti.
Harry soluk soluğa ortanca öbeğine doğru düştü, doğruldu ve etrafa baktı. Gürültülü şaklamayı çıkaran her neyse ondan eser yoktu, ama yakınlardaki birtakım pencerelerden çeşitli yüzler onları gözetliyordu. Harry asasını çabucak kot pantolonunun içine soktu ve masum bir ifade takınmaya çalıştı.
Vernon Enişte, sokağın karşısında, tül perdelerinin ardından gözlerinden ateş saçarak bakan Bayan Yedi Numa-ra’ya el sallayarak, “Nefis bir akşam!” diye haykırdı. “Az önceki egzoz patlamasını duydunuz mu? Petunia’nın da, benim de yüreğimiz ağzımıza geldi!”
Vernon Enişte, meraklı komşuların hepsi pencerelerinden çekilinceye kadar korkunç, manyakça bir şekilde sırıtmayı sürdürdü. Sonra o sırıtış yerini öfkeyle gerilmiş bir yüz ifadesine bıraktı ve eniştesi Harry’ye yanına gelmesini işaret etti.
Harry birkaç adım yaklaştı, ama ellerin ona erişip boğabileceği mesafenin dışında durmaya özen gösterdi.
Vernon Enişte hiddetle titreyen kurbağa sesi gibi bir sesle, “Ne halt etmeye yaptın bunu, çocuk?” diye sordu.
Harry sakin sakin, “Neyi ne halt etmeye yaptım?” dedi.
Bu arada, o şaklamayı çıkaran kişiyi görme umuduyla, sokağın sağını solunu kollamayı da sürdürüyordu.
“Start tabancası gibi bir ses çıkarmayı, hem de tam bizim -”
Harry kararlı bir edayla, “O sesi ben çıkarmadım,” dedi.
Petunia Teyze’nin ince, at gibi suratı da Vernon Eniş-te’nin geniş, mor suratının yanında belirmişti. Dahası onun rengi de mora dönmüştü.
“Niye penceremizin altında sinsi sinsi duruyordun?”
“Evet – evet, tam üstüne bastın, Petunia! Penceremizin altında ne yapıyordun, çocuk?”
Harry kadere rıza göstermiş bir sesle, “Haberleri dinliyordum,” dedi.
Teyzesiyle eniştesi birbirlerine öfkeli bakışlar attılar.
“Haberleri dinlemek, ha! Yine mi?”
“Eh, ne de olsa her gün değişiyor,” dedi Harry.
“Bana kurnazlık taslama, çocuk! Asıl niyetin ne, bilmek istiyorum – hem bu haberleri dinleme martavalıyla kafamı ütülemekten de vazgeç! Çok iyi biliyorsun ki, senin gibiler -”
“Aman, Vernon!” diye fısıldadı Petunia Teyze. Bunun üzerine Vernon Enişte sesini öyle alçalttı ki, Harry onu duymakta zorlanmaya başladı. “- senin gibiler asla bizim haberlerimize çıkmaz!”
“Siz bu kadar bilirsiniz işte,” dedi Harry.
Dursley’ler, faltaşı gibi açık gözlerle birkaç saniye ona baktılar, sonra Petunia Teyze, “Sen pis, küçük bir yalancısın,” dedi. “Peki ya bütün o -” o da sesini alçalttı, Harrydaha sonraki kelimeyi ancak onun dudaklarını okuyarak çıkarabildi, “- baykuşlar ne yapıyor, sana haber getirmiyorlar madem?”
Vernon Enişte, muzaffer bir fısıltıyla, “Aha!” dedi. “Hadi bakalım, buna da cevap bul, çocuk! Bütün haberleri o mikrop yuvası kuşlardan aldığını bilmiyoruz sanki!”
Harry bir an duraksadı. Bu sefer gerçeği söylemek ona sahiden de bir şeylere mal olacaktı, her ne kadar tey-zesiyle eniştesi bunu itiraf ederken kendini ne kadar kötü hissettiğini hayatta anlayamasalar bile.
“Baykuşlar…” dedi duygusuz bir sesle, “bana haber getirmiyor.”
“İnanmıyorum,” diye cevap verdi Petunia Teyze hemen.
Vernon Enişte, üstüne basa basa, “Ben de,” dedi.
Petunia Teyze, “Bir işler çevirdiğinin farkındayız,” dedi.
“Aptal değiliz herhalde,” dedi Vernon Enişte.
Bir anda tepesinin tası atan Harry, “Bak işte bu yeni haber,” dedi ve daha Dursley’ler onu çağıramadan olduğu yerde döndü, evin önündeki çimenliği geçti, alçak duvarın üstünden atladı ve sokaktan yukarı doğru yürümeye başladı.
Artık başı dertteydi, bunu biliyordu. Daha sonra tey-zesiyle eniştesinin karşısına çıkıp bu kabalığının bedelini ödeyecekti. Ama şu anda pek de aldırmıyordu, kafasında çok daha acil konular vardı.
Harry şaklamanın, Cisimlenen ya da Buharlaşan biri tarafından çıkartıldığından emindi. Ev cini Dobby de durdük yerde havaya karışıp giderken tam aynı sesi çıkarırdı çünkü. Dobby’nin Privet Drive’da olması mümkün müydü? Dobby şu anda onu takip ediyor olabilir miydi? Bu aklına gelince hemen olduğu yerde dönüp geriye, Privet Drive’a baktı, ama görüldüğü kadarıyla sokak tamamen ıssızdı. Harry de Dobby’nin görünmez hale gelmeyi bilmediğinden emindi.
Nereye gittiğinin pek de farkında olmadan yürüdü, son zamanlarda bu sokaklarda öyle çok taban tepmişti ki, ayaklan onu kendiliğinden en çok dolaştığı yerlere götürüyordu. Birkaç adımda bir dönüp arkasına bakıyordu. Petunia Teyze’nin can çekişen begonyalarının arasında yatarken yakınlarında bir yerde sihirli biri vardı, emindi bundan. Peki, niye kendisiyle konuşmamıştı, niye temas kurmamıştı, hem niye şimdi saklanıyordu?
Derken, tam hayal kırıklığı duygusu doruğa ulaştığında, güveni sarsılmaya başladı.
Belki de duyduğu sihirli bir ses değildi. Belki ait olduğu dünyadan en ufak bir temas işaretini bile büyük bir hevesle beklediğinden, tamamen sıradan gürültüleri fazla büyütüyordu. Bunun, bir komşunun evinde kırılan bir şeyin çıkardığı ses olmadığından emin miydi?
Harry’nin içi fena halde burkuldu ve daha neye uğradığım anlamadan, yaz boyunca başına bela olmuş umutsuzluk duygusu onu yeniden baştan aşağı sardı.
Ertesi sabah çalar saatle beşte uyanacaktı ki, Gelecek Posfasz’nı getiren baykuşa para verebilsin – ama onu almaya devam etmeye değer miydi acaba? Harry bugünlerde birinci sayfaya şöyle bir bakıyor, sonra da gazeteyi bir kenara atıveriyordu; gazetenin başındaki budalalar Volde-mort’un geri döndüğünü nihayet anladıklarında, bu haber manşetlere çıkardı nasılsa. Harry’nin ilgilendiği tek haber de buydu.
Şansı varsa eğer, en iyi arkadaşları Ron ve Hermi-one’den mektup getiren baykuşlar da gelirdi ama, onların mektuplarının kendisine haber getireceği yolundaki umutları çoktan yıkılmıştı.
Şu şey hakkında, ne olduğunu bilirsin, fazla bir şey söyleyemeyiz tabii… Mektuplarımız başkalarının eline geçerse diye önemli hiçbir şey söylemememiz tembih edildi… Hayli meşgulüz, ama burada sana ayrıntı veremem… Epeyce bir şeyler oluyor da, artık seni görünce hepsini anlatırız…
İyi de, ne zaman göreceklerdi onu? Kimse zahmet edip kesin bir tarih bildirmemişti. Hermione, Harry’nin doğum gününde gönderdiği kartın içine, Seni yakında göreceğimizi umuyorum diye çiziktirmişti ama, yakında ne kadar yakındı ki? Mektuplarındaki belli belirsiz imalardan anlaşıldığı kadarıyla, Hermione ile Ron aynı yerdeydiler, herhalde Ron’ların evinde. O, Privet Drive’a tıkılıp kalmışken, ikisinin Kovuk’ta eğleniyor olmalarının düşüncesine bile dayanamıyordu. Aslında onlara o kadar kızgındı ki, doğum gününde gönderdikleri iki kutu Balyumruk çikolatasını açmadan atmıştı. Ama sonra, Petunia Teyze’nin o gece için hazırladığı porsumuş salata önüne sürülünce pişman olmuştu, o başka.
Hem Ron’la Hermione neyle meşguldüler bakalım? Harry’nin kendisi niçin meşgul değildi? Onlardan çok daha fazla şey halletmeyi becerdiğini kanıtlamamış mıydı?
Neler yaptığını hepsi de unutmuş muydu yani? Mezarlığa girip Cedric’in katledilmesini seyreden, sonra da o mezar taşına bağlanan ve ölümün eşiğinden dönen hep o değil miydi?
Harry o yaz belki yüzüncü kere kendi kendine Bunu düşünme dedi, kararlı bir şekilde. Kâbuslarında mezarlığı ziyaret edip durması yeterince kötüydü zaten, bir de uyanıkken kafayı buna takması gerekmiyordu.
Köşeyi dönerek Magnolia Crescent’a girdi; yarı yolda, vaftiz babasını ilk kez gördüğü yerden, bir garajın yanındaki dar yoldan geçti. Hiç değilse Sirius, Harry’nin neler hissettiğini anlıyor gibiydi. Doğru, onun mektupları da dişe dokunur bir haber verme açısından Ron ve Hermi-one’ninkiler kadar fakirdi ama, hiç değilse eziyet edici imalar yerine ihtiyat ve teselli sözleri içeriyorlardı: Bunun senin için sinir bozucu olduğunu biliyorum… Burnunu olur olmaz şeylere sokmazsan her şey yolunda gider… Dikkatli ol, cüretkârlık etme…
Harry, Magnolia Crescent’ı geçip Magnolia Road’a saparak, karanlıkta kalmaya başlayan oyun parkına doğru giderken, eh, diye düşündü, (genelde) Sirius’un sözünü dinledim. En azından, sandığını süpürgesine bağlayıp tek başına Kovuk’a gitme yönündeki dayanılmaz arzuya direnmişti. Aslında Harry, örnek bir davranış sergilediğini düşünüyordu. Hele bunca zamandır Privet Drive’a tıkılmanın, Lord Voldemort’un neler yaptığına işaret edebilecek bir şeyler duyma umuduyla çiçek tarhlarında saklanmanın onu ne kadar sinirlendirip öfkelendirdiği düşünülecek olursa. Yine de, büyücü hapishanesi Azkaban’da on iki yıl yatmış, kaçmış, hüküm giydiği cinayeti işlemeye kalkışmış, sonra da çalıntı bir Hipogrif le sıvışmış bir adamın kalkıp da, cüretkârlık etme, demesi biraz küstahçaydı doğrusu.
Harry, kilitli park kapısının üstünden atlayıp kavruk otlar arasından yürüdü. Park da onu çevreleyen sokaklar kadar boştu. Salıncaklara gelince, Dudley ile arkadaşlarının şimdiye kadar kırmayı başaramadıkları tek salıncağa oturdu, bir kolunu zincire sardı ve hüzünlü gözlerle yere baktı. Bir daha Dursley’lerin çiçek tarhında saklanamaya-caktı. Yarın haberleri dinlemenin yeni bir yöntemini bulmalıydı. Bu arada bekleyeceği hiçbir şeyi de yoktu, yine huzursuz, tedirgin edici bir gece dışında. Çünkü Cedric’e ilişkin kâbuslardan kurtulsa bile, uzun karanlık koridorlar hakkında rahatsız edici rüyalar görüyordu ve hepsi de çıkmazlarla ya da kilitli kapılarla sona eriyordu. Harry bunun uyanıkken hissettiği kapana kısılmışlıkla ilgisi olduğunu sanıyordu. Çoğu kez alnındaki eski yara izi de ciddi şekilde batıyordu, ama artık Ron ya da Hermione ya da Sirius’un bunu eskisi kadar ilginç bulacaklarını düşünüp kendini kandıracak hali yoktu. Eskiden yara izinin acıması, Voldemort’un güçlendiğine dair bir uyarı yerine geçerdi. Şimdi Voldemort döndüğüne göre, büyük bir ihtimalle ona, yara izinin sürekli acımasının beklenen bir şey olduğunu hatırlatacaklardı… üzülecek bir şey yok… bayat haber…
Bütün bunların ne kadar adaletsiz olduğu duygusu kabardı içinde, hiddetle haykırmak istedi. O olmasa, kimse Voldemort’un geri döndüğünü bile bilmeyecekti! Ödülü de tam dört hafta boyunca, sihirli dünyadan tamamen kopmuş, su kayağı yapan muhabbet kuşlarını duymak için, can çekişen begonyalar arasında çömelmiş halde, Little VVhinging’de tıkılıp kalmaktı! Dumbledore nasıl olur da onu böyle kolaylıkla unutabilirdi? Ron ve Hermi-one neden onu da davet etmeden bir araya gelmişlerdi? Sirius’un ona olduğu yerde kalmasını, uslu durmasını söylemesine daha ne kadar tahammül etmesini bekliyorlardı; ya da aptal Gelecek Postası’na yazıp Voldemort’un döndüğünü belirtme arzusuna dayanmasını? Bu hiddet dolu düşünceler Harry’nin kafasında anafor gibi döndü, ortalığa bunaltıcı, kadifemsi bir gece inerken içi öfkeyle buruldu. Hava ılık, kuru ot kokusuyla doluydu, duyulan tek ses de park parmaklıklarının gerisindeki trafiğin hafif uğul tuşuydu.
O salıncakta farkında olmadan kim bilir ne kadar oturmuştu ki, birtakım seslerin derin düşüncelerini böl-mesiyle başını kaldırıp baktı. Çevredeki yolların sokak lambaları, parktan geçen bir grup insanın siluetini çıkaracak kadar kuvvetli, puslu bir ışık yayıyordu. Birisi avaz avaz, kaba bir şarkı söylüyordu. Ötekiler gülüyordu. Yanlarında götürdükleri pahalı yarış bisikletlerinden hafif tıkırtılar geliyordu.
Harry bunların kim olduğunu biliyordu. Öndeki kişinin, sadık çetesinin eşliğinde evine dönen kuzeni Dudley Dursley olduğuna hiç şüphe yoktu.
Dudley her zamanki kadar irikıyımdı, ama bir yıllık sıkı bir rejim uygulaması ve ortaya yeni bir yeteneğinin çıkması, fiziğinde hayli büyük bir değişikliğe yol açmıştı. Vernon Enişte’nin, zahmet edip de dinleyen herkese keyifle anlattığı gibi, Dudley bu yakınlarda Güneydoğu’nun Okullararası Genç Ağırsıklet Boks Şampiyonu olmuştu. Vernon Eniş-te’nin deyişiyle “asil spor”, Dudley’yi, ilkokul günlerinde Harry onun ilk kum torbası görevini yerine getirdiği zamankinden de daha heybetli kılmıştı. Harry artık kuzeninden hiç mi hiç korkmuyordu, ama Dudley’nin eskisinden daha sıkı yumruk atmasının ya da hedefe tam isabet kaydetmesinin de sevindirici bir yanı olmadığını düşünüyordu. Semtin bütün çocuklarının ondan ödü kopuyordu – hatta onlara kaşarlanmış bir sokak serserisi olduğu ve St Brutus İflah Olmaz Suçlu Çocuklar Güvenlik Merkezi’ne gittiği söylenen “o Potter denen çocuk”tan bile fazla korkuyorlardı ondan.
Harry çimlerden geçen karanlık gölgelere baktı ve bu gece kimi dövdüklerini merak etti. Onlara bakarken, Etrafınıza bakın, diye düşündüğünü fark etti birden. Hadi… etrafınıza bakın… Burada tek başıma oturuyorum… gelin de şansınızı deneyin…