Roman (Yerli)

Hata Yaptıysam Aramızda Kalsın (Yol Öyküleri)

hata yaptiysam aramizda kalsin yol oykuleri 5edbb12c0e26eUzun ve yorucu yolculuklardan sonra denize varmayı çok severim.
Hayatın tam içine girip, göze aldığım ne varsa dibine kadar yaşayıp sonra yine kendime dönmek bana hep iyi gelir.

Neresi olursa olsun yola çıkmayı severim. Yola çıkmak aşka benzer çünkü. Sonunda er geç yol da aşk da hakkını ister. Ya bir ödül kazanırsın ya da büyük bir diyet ödersin. Ya emeklerin, inançların geri döner sana ya da terk edilirsin. Ama her ikisinde de yaşamış olursun. Her ikisinde de boşuna yaşamadım, dersin.

Öyleyse çıkmak yollara. Öyleyse gitmeli. Hep gitmeli…

HATA YAPTIYSAM

ARAMIZDA KALSIN

‘Yol Öyküleri’

İÇİNDEKİLER

* Manevi Ağabeyim ve Tutku Suçları Üzerine….

* Dostum, Bu Yürüyüş Kaç Gün Sürer…

* Münevver Teyze

* “Burada Allah Yoktur, Peygamber İzine Çıkmıştır!”

* Oligarşinin Çayı

* Berivan, Kafka’yı Arıyor

* İkinci Kemancı

* Üstelik, Arkamızda İsa Bile Vardı…

* Beyaz Kemerli Asker ve Devrim…

* Son Barutunu Benim İçin Saklıyordu…

* Başkanım, Paket Emin Ellerde!..

* Borcumuz Ne Kadar Hakkâri?..

* ‘Kentin Melekleri’

* Huriye Abla

* Herkes İşini Yapıyor

* Neriman Abla

* “Bir Teröristin Kulak Memesi

* Bacım Saz

* Gizlendiği Yerde Vurmuştu Onu Hayat

* Çalın Kapıyı, Mutlaka Açılacaktır…

* Sen Şimdi Yazar Mısın?

* Geceyi Savcının Evinde Geçirmek

* Müsait Olduğumda Ararım Seni…

* Keçi, Zina ve Benim Çocuk Kalmış Ülkem…

* Epistemolojik Yalnızlık!..

* Sosyalizm Kadar Güzel Bir Dosttu O: Meksikalı

* Ruhların Davetsiz Konukları

* Vazgeçtim, İntihar Etmiyorum…

* Gittik, Şırnak’ı Gördük

* Sahi Bir Mendil Niye Kanardı

* Halkımız Seni Bekliyor Abi…

***

MANEVİ AĞABEYİM

VE TUTKU SUÇLARI ÜZERİNE…

Romanı masanın üzerine öfkeyle fırlatıp attığımı hatırlıyorum. Hiç yapmadığım bir şeydi, ama yaptım… Sonra kendime kızdım, neden böyle davrandım, diye. Ancak, kitapta okuduğum bölüme duyduğum öfke, kendime yönelik kızgınlığımın çok üstündeydi… Kitabın yazarı, Marki de Sade’dı. Acı çektirmekten zevk alan ya da acı çekmekten haz duyan insanları anlatan Fransız yazar. Sadizm ve mazoşizmin yazarı. İnsanlardaki iki tekinsiz, karanlık, hastalıklı duygu. Dilimize pek çok kitabı çevrilmiş ve 18. yüzyılın ortalarında yaşamış, bu ilginç, sıra-dışı yazarın yanılmıyorsam, “Tutku Suçları” adlı kitabıydı okuduğum. Şöyle bir bölüm vardı kitapta: “Kadının biri gecenin bir yarısı evine aldığı adamla, -aşığı, sevgilisi diyemiyorum çünkü- şöminenin önünde tarifsiz bir hazla sevişmektedir. Bu sırada kadının üç-dört aylık bebeği ağlamaya başlar. Kadın bebeğini susturmaya çalışır ama başaramaz; sonunda onu öfkeyle şöminenin alevlerine atıp, sevişmeye kaldığı yerden devam eder. Bebeğinin alevlerin ortasında yanarken attığı çığlıklar, kadının sevişme çığlıklarına karışır. Adam da duymazlıktan gelir, bebeğin ölürken attığı çığlıkları…” İşte, tam bu anda kitabı, “Olur mu böyle bir şey, lanet olsun, ne rezil bir roman bu!” diyerek, masanın üzerine fırlatıp atmıştım…

“Marki de Sade, böyle bir acımasızlığı nasıl düşlemiştir?” diye merak ettim önce. Yoksa birinden mi duymuştu bu olayı? Belki de ona, bu olayın tanıkları olan; o kadın ya da adam anlatmıştı olayı… Nasıl olmuşsa olmuştu ama benim asıl isyanım; insan denen varlığın, üstelik bir annenin cinsel tutkusunu bebeğinin canından çok daha önde tutmasıydı. Bebeğinin çığlıklarını duymasına rağmen sevişmeye gözü dönmüş bir şekilde devam etmesineydi en çok… Demek, ki insanın karanlığını henüz çok iyi bilmediğim bir dönemdi.

Benzer sarsıntıyı, daha henüz geçtiğimiz aylarda bir yaratığın, annesinin gözü önünde 17 aylık bir çocuğa tecavüz ettiğini gazetelerden okuduğumda da yaşamıştım. Demek, bu da vardı insan denen tekinsiz varlığın içinde. Demek, iki yüz elli sene önce yaşamış olan Marki de Sade’ın kitaplarında yazılanlar akıldışı fanteziler değildi. Kimi insanlarda cinsel tutku insani tüm değerlerin üstüne çıkabiliyordu. Çok ürkütücüydü ama bir o kadar da gerçekti, ne yazık ki…

Bugünlerde annemle eski günlerimizi çok konuşuyoruz… Güzel günleri özlediğimiz o eski günleri… Oysa beklenen o güzel günler hiç gelmemişti. Belki de güzel günleri düşlediğimiz günlermiş, en güzel günler. Ya da her şey, hep o iyi günleri beklemekten ibaretmiş… Annemin inanılmaz güçlü bir belleği var. Geçmişte olanları neredeyse saatine varıncaya kadar hatırlıyor.

Şimdi sizin de gördüğünüz bu fotoğraf, 1949 yılında çekilmiş. Annemle babam yeni evlenmişler. Annem, Urfa’dan babamın görev yaptığı Zonguldak’a gelin gelmiş. Annem orada 19-20 yaşlarında. Yüzündeki incelikli asalete bakın. Parmaklarının kıvrılışına, elindeki mendili zarifçe tutuşuna…

Babam o tarihte 35 yaşında bir yüzbaşı. Kendinden emin ve heybetli bir duruşu var. Mutlu mu mutsuz mu pek belli değil; sanki annemse biraz şaşkın. Babamın gücü karşısında hafif bir eziklik içinde sanki, ama pek belli etmiyor gibi. O yıllarda babama, “Komutanım,” dermiş ve içeri girdiğinde ayağa kalkar, o oturmadan oturmazmış. Yıllar sonra bu duruma çok güldüğümüzü hatırlıyorum. Çünkü babam emekli olduktan ve yaşlandıktan sonra annemden çok korkmaya başlamıştı. Evin idaresi yılların sonunda yavaş yavaş annemin eline geçmişti.

Yazar

BENZER İÇERİKLER

SESSİZ EV

Editor

Yusuf’un Defteri / Kaderin Ürkütücü Labirentinde Üç Genç…

Editor

Boşluk

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası