Hayme Ana, üç kıta yedi iklime 700 yıl boyunca hakim olmuş bir Türk devletinin kurucusu olan ertuğrul gazi’nin annesi, Osman Gazi’nin babaannesidir. Türk tarihinin en önemli kişiliklerinden biridir. Dünyada yaşayan bütün türklerin cefakar, fedakar anasıdır. Anadolu türk kanı için en büyük simgedir.
Oğlu Ertuğrul gazi’nin ve torunu Osman gazi’nin büyütülmesinde ve eğitilminde emeği olan Hayme Ana, onları yaşama ve geleceğe hazırlayarak kurulacak büyük devletin temellerini atmış böylece dünya trihinin değişmesinde etkisi olmuştur. Bu yönüyle o, Osmanlı Devleti’nin ilk harcını atan Devlet Ana’dır.
Bu kitap Osmanlı Devletinin kurucusu Osman gazi’nin babaannesinin romanlaştırılmış hayat hikayesidir. Bu yönüyle Türk romanında bir ilk olmanın haklı gururuna sahiptir.
BÖLÜM 1
Mutluluk, başkalarına ne kadar yardıma olduğuna bağlıdır…
Sene 1198. Gökyüzünü kara bulutlar kapladığı için güneş ortalıkta yok. Oba beyi Gündüz Alp yiğitleriyle avda tavşan kovalıyor. Geniş omuzlu, uzun boylu, esmer adam ayaklarına geçirdiği uzun siyah çizmeleri ile atı mahmuzlayıp,
“Yiğitlerim, aslanlarım, önümüz kış, bu yüzden bugün biraz daha fazla av peşinde koşmalıyız,” diye erlerine seslendi.
Öğleden sonra av sona erdi. Tüm erler yola koyuldu. Birkaç saatlik yol vardı obaya. O sırada Gündüz Alp’in eşi Hayme Ana çadırdan çıkmış gökyüzüne bakıyordu. Genç kadın yorgun ve halsiz görünüyordu. Karnı burnundaydı. Kendi kendine.
”Biraz yürüyeyim.” dedi ve kırlara çıktı.
Epeyi yol yürüyen genç. güzel, elma yanaklı kadın dere kenarına gelince ağacın altına oturup ışıltılı suyu seyretti. Berrak, coşkulu dere bir yaramaz çocuk gibi güle oynaya yatağında şırıl şırıl akıyordu. .Suyun coşkusu, onu neşelendirdi.
“Demek ki suyun mutluluğu başkalarına yarımcı olunca daha çok çoğalıyor. Su her zaman nimettir ve hayattır. Herkese yaşaması için yardımcı olur.”
Bakışlarını yukarı çevirdi. Hava biraz kasvetliydi. Her an yağmur yağacak olma durumu genç kadını endişelendirdi. Ayağa kalkıp otağa doğru yürüdü. Obaya çok yaklaştığı sırada yağmur çiselemeye başladı, adımlarını hızlandırıp çadıra vardı. İçeri girer girmez üzerine siyah bir şal alıp kıl çadırın kapısına gelecek yağan yağmuru seyretti. Birkaç dakika sonra bulutların arkasından güne; göründü, yağışın hızı azaldı, aniden ortaya sırlına bir bulutu yük eden gökkuşağı çıktı. Renk cümbüşü içinde olan kuşağın yeryüzüne gülümsemesi Hayme Ana’yı mutlu etti ve uzun bir süre gökyüzünü izledi.
Aradan bir saat geçti. Vakit akşamüzeri olmuştu. Hayme Ana kapı önünde epeyi oturunca içi titremişti. Kollarını büzüştürerek ayağa kalktı, sonra içeri girerek ocağa çorba suyu koydu. Mercimek ve çeşitli sebzelerden hazırladığı çorbayı pişirirken yanına çocukları geldi.
“Biz çok acıktık,” dedi Sungur Tekin.
“Ben de,” dedi Gündoğdu.
“Yemek hazır.” dedi Hayme Ana. “Şimdi hemen yere yaygıyı sererim.”
Çocuklar anneleri sofrayı hazırlamaya koyulunca yere bağdaş kurdular. Kısa sürede Hayme Ana geniş kase içine mis kokulu çorba koydu, vakit kaybetmeden onu sofraya getirip yanına yufka ekmek çıkardı torbadan Çocuklar iştahla sıcak yemeklerini yediler.
Hayme Ana çocuklar dışarı çıkınca ortalığı topladı. Tam işini bitirdiği sırada otağa eşi Gündüz Alp geldi. Genç adam avdan döndüğü için üstü başı itiz toprak içindeydi. Kadıncağız ona temiz giysiler verdi, sonra eşiyle birlikte yemek yedi. Sofradan kalkan Gündüz Alp,
“‘Çocuklar nerede?” diye sordu.
“Yemeklerini giyip dışarı çıktılar. Birazdan gelirler.”
Hayme Ana bulaşıkları yıkamak için dışarı çıktı Gündüz Alp de obanın erkeklerinin yanına gitti.
Hayme Ana gece yatarken biraz sancısı tuttu; fakat kimseyi endişelendirmek istemediği için sesini çıkarmayıp sakince bekledi. Birkaç saat sonra sancısı hafifleyince başını yastığa koyup ailesi İçin bol bol dua etti. Dakikalar ilerledikçe göz kapakları ağırlaştı ve uykuya daldı. Rüyasında Dede Korkut’u gördü. Yaşlı bilge onu bir nehir kenarına götürüp şöyle dedi.
‘”Sen ve ailen bu nehrin içindeki bir damlasın; ama zamanla bu damla gürleşip coşan bir nehir halini alacak.”
Hayme Ana sabah uyandığında eşine rüyasını anlattı.
“Bilge Dede Korkut vardı rüyamda. Beni yeryüzünde olmayan öyle büyük bir nehre götürdü ki şaştım kaldım.”
Adamcağız eşini dinlerken gözlerini ipiri açtı, şaşırmış olduğu her halinden belli oluyordu.
“Oranın yeryüzünde olmadığını çok net hatırlaman çok ilginç.” dedi.
“Orada soyumuza ait olan her damla gürleşip nehir haline geldi,” dedi Hayme Ana. “Yani o nehirde yaşamlar vardı.”
Gündüz Alp Bey eşine dikkatli bakıp,
“Hayal adeta bir nehre benzer,” dedi. “Demek ki Bilge Dede Korkut soyumuzun geleceği ile ilgili bir şeyler anlatmış sana.”
“Evet. çok haklısın,” dedi Hayme Ana ve yataktan çıkarak üzerine uzun yeleğini giydi.
Yerler buz gibiydi. Yatağın ucunda katlı duran renkli ipliklerden örülmüş yün patiklerini ayağına geçirdikten sonra ocağa gidip üzerine süt tenceresini koydu.
Aradan bir hafta geçti. Vakit öğle üzeriydi. Genç kadın yeni doğum yapmıştı. Ağlayan minik bebeğini kucağına alıp eşine uzattı.
Uzun tikreşi olan Gündüz Alp heyecanlıydı. Elindeki palayı yere koyup biraz oyalandı. Bebek çok minik olduğu için onu kucağına almaya çekiniyordu. Bakışlarını eşine çevirdi.
“Hadi al,” dedi kadıncağız.
Genç adam sürekli ağlayan oğlunu kucağına almakta biraz daha tereddüt edince Hayme Ana ona destek verdi.
“Çekinme, al onu kucağına. Oğlumuz çok güzel.”
“Ağlıyor ama” dedi Gündüz Alp.
“Sen kucağına alınca susar. Karnını doyurdum.”
Gerçekten de babasının kucağına giden bebek birkaç saniye içinde sustu, kahve renkli gözleri sevgi ile parlayan oba beyi gülümseyerek,
“Aşiretime onu göstermeliyim,” dedi ve onunla birlikte çadırın dışına çıktı.
Ahlat bir anda Hayme Ana’nın doğum yaptığını duydu. Kadınlar, erkekler hemen otağı sarıp sarmaladı. Otağın dışında olan Gündüz Alp’in diğer oğulları koşarak babalarının yanına geldi; fakat etrafın kalabalığından fazla yaklaşamadılar minik kardeşlerine. Kendi aralarında konuşmaya başladılar.
Büyük oğul kardeşlerine.
“Bebek kesinlikle bana benziyordur,” dedi.
Ama en küçük kardeşi ona itiraz edince aralarındaki ipler gerildi ve uzun uzadıya tartıştılar. On dakika sonra etraftaki insanlar şenlik hazırlığı için dağılınca babalarına yaklaşıp bebeğe baktılar. Fakat onu hiç kimseye benzetemediler.
Gündüz Alp onlara gülümseyerek şöyle dedi.
‘”Bu sizin en küçük kardeşiniz.”
Sungur Tekin sordu.
“Baba kardeşimizin adı ne?”
“‘Ertuğrul Gazi.”
Onlar sohbet ederken tüm oba minik bebeğin doğumunu kutlamak için hemen deveden buğra, anan aygır…