Roman (Yerli)

Her Temas İz Bırakır Behzat Ç. Bir Ankara Polisiyesi

her temas iz birakir behzat c bir ankara polisiyesi 5edbb5a238f94

Kızılay, Sakarya Caddesi, SSK İşhanı, Dil-Tarih, Atakule, öğrenci evleri… ve Emniyet… Cinayet Masası. Behzat Ç., “yeni müktesebata” uyum sağlayamamış, lambur lumbur, “dişli” bir başkomiser. Müzik dinlemez, polis telsizi dinler. Kitap okumaz, gazeteye spor sayfasından başlar. Herhangi bir siyasi görüşü yok.

“İçimizden birinin” üçüncü sayfa haberlerine yansımış hali gibi, adı bile tam değil. 1. Amatör’de duran toplara iyi vuran bir stoperken, topçuluğu bırakıp başkalarını tekmelemeye başlamış. Mesela beş lira için kalbinden adam bıçaklayanları, on üç yaşında kızlara tecavüz eden, namus için en yakın akrabalarını vuranları… Kendi adalet anlayışı bakımından sorun yok; “it uğursuz” kimdir, belli gibi görünüyor…

Ama acaba öyle mi? Behzat Ç.’yi ve onun adalet duygusunu da rahatsız eden işler olabiliyor bazen hayatta… At izinin it izine karıştığı bir cinayet… Kim, niye öldürsün bu kızı? Hem niye bu şekilde? Siyaset karışmış desek?.. Garip…

Öğrenci âlemine, başka âlemlere, ama asıl polis âlemine dikiz atan, entrikası bereketli bir polisiye…

***

Yeni yıla kırk beş dakika kalmıştı. Behzat Ç. nöbeti devretmiş, Hüseyin’in meyhanesine giderken, değdiği yerde  mura dönen berbat bir kar yağıyordu. Hüseyin zahmetsiz dostluguyla: “Gel de iki duble içelim, yeni yıla birlikte girelim,” demişti. Arabayı Mithat Paşa Caddesi’nden Sakarya’ya doğru sürerken bir şey unuttuğunu biliyordu, ne olduğunu o an hatırlayamayacağım da. Yapacağı bir işi mi unutmuştu yoksa bir sözcüğü mü, bunun ayrımına varsa hatırlaması işlen bile değildi. Bu unutulan sey kaygıdan çok bir eksiklik duygusu yaralıyordu. Kaygılanacak olsa, gece eve dönüşte bu karda Dikmene nasıl çıkacağını düşünürdü.

Kaymamak için yavaşlayıp vitesi ikiye aldı. Kalabalığın barlara, birahanelere sığmayıp sokaklara taştığı Sakarya’ya sapmak üzereyken kucağında acayip bir yük taşıyan adamın biri ön kaputa çarptı. Çarpar çarpmaz da hiçbir şey olmamış gibi can havliyle koşmaya devam etti. Dikiz aynasından baktı, adamın peşinden başka biri koşuyordu. Sarhoş kavgasıdır diye düşündü, ayıracak mecali yoktu. Kaçan adamın kucağında taşıdığı yükün altı yedi yaşlarında bir çocuk olduğunu görünce frene basıp dörtlüleri yaktı, hafif kayan araba biraz yan dönerek durdu. Arabadan çıkarken kovalayan adamın elinde parlayan bıçağı gördü, geç kalmıştı, otuz metre ötedeydiler. Silahını yoklayıp koşmaya başladı, adamlar Yenişehir Postanesinin önünde gözden kaybolmuştu.

Yer yer buz tutmuş kaldırımdaki kalabalığın arasında kaymamak için büyük bir çaba sarf ederek, olabildiğince hızlı koşuyordu. Omzundan itliği adamın biri küfretti, dönüp cevap vermedi. Ankara’da yayalar böyledir, acelesi olanın yolunu keserler. Silahını çıkarınca homurtular azaldı, önü biraz açıldı. Gözden kaybettiği iki adamı bir mağazanın önünde gördü. Adamlardan biri iki büklüm olmuş, art arda inen bıçak darbelerini savuşturmak isler gibi kollarım öne uzatmışü. Yüzü acıdan kasılmış, ağzından kan gelmişti. Hemen yanlarındaki küçük kız çığlık çığlığa bağırırken, bıçak darbeleri adamın kum torbasına dönen kamına inmeye devam ediyordu. Behzat Ç. “Bıçağı at! Polis!” diye bağırdı. Soluk soluğaydı, nabzının boynunda altığını duyuyordu. Silahın emniyetini açıp, kurşun sürdü. Nişangâh bıçaklayan adamın bacağını görüyordu, tetikteki parmağı kasılmıştı. Havaya bir el ateş edip silahı tekrar adama doğrulttu. Yakınlarda olayı izleyen bir kadın silah sesi üzerine tiz bir çığlık attı, bıçaklayan bir an durdu. “Polis! Bıçağı at!” Adam elindeki bıçakla aptal aptal bakıyordu. Behzat Ç. yineledi: “Bıçağı at! Polis!” Adam bıçağı bıraktı. “Yere yat! Yat yere! Yat lan! Yat!” Adam yere yaunca hızla yanına vardı.

“Kafanı kaldırma, sakın kafanı kaldırma!” Yerdekınin kıpırdar gibi olduğunu görünce ayağının dışıyla öyle bir tekme çıkardı ki, adam top olsa kaleciyi de içeri sokardı. Az önce silah sesi üzerine çığlık atan kadın, yanındaki adamın kolunu çekiştirdi: “Gidelim, şahit yazarlar!”

ismet, ilerlemiş yaşına rağmen bütün yaralama ve cinayetlere ilk elden giden Cinayet Bürosu komiseriydi. Hatta biraz tıptan da anlar, hangi yaralının ölüp Cinayet Masasına kalacağını iyi tahmin ederdi. Bu yüzden uzun zamandır kendisine Akbaba lakabıyla hitap edilir olmuş, o da bu durumdan fazla rahatsız olmadığı için adının unutulmasına ses çıkarmamıştı. Ellerindeki kanı silen Behzat Ç.’ye bir ıslak mendil daha uzattı. “Sen izinli değil miydin bu gece?” diye sordu.

Elini sildiği mendili atıp 216’sını yakan Behzat Ç. “O da ne?” dedi.

Akbaba güldü, ardından yüzündeki korkunç ifadeyle sordu: “Minibüsteki çocuk ölenin kızı mı?”

“Evet.”

“Nereden duymuş?”

“Bıçaklanırken yanındaydı.”

Polis kordonunun arkasındaki meraklı kalabalık yılın son cinayetine bakıyordu. Daha doğrusu cinayetten arda kalanlara. Yakası yırtık, üstü başı kan ve çamur içinde kalmış adam, mağazanın önünde, bıçaklandığı yerde sırt üstü yatıyordu. Karnından sızan kan, karın üstünde bir birikinti oluşturmuştu. Behzat Ç. kanı durdurmaya çalışmış ama adamın bağırsakları elinde kalınca vazgeçmişti,

Akbaba önce adama baktı sonra da Behzat Ç.’nin içtiği 216’ya; iç geçirirken “Bir tane de bana versene,” dedi. “Bu taksici milleti iyice psikopat olmuş, kızının yanında babasını bıçaklıyor. Sebep neymiş?”

“Anama küfretli diyor ama tam bilmiyorum, para tarııs-

Suat telsizle “Ekip göndereyim mi amirim?” diye sordu.

“Yok, biz buradayız.”

“Kim var başka?”

Akbaba telsizi alıp “Kim olacak ben,” dedi. Behzat Ç., onun ölecek insanların kokusunu aldığı yönündeki efsaneye iyiden iyiye inanır olmuştu, “Sen ne arıyorsun burada?” diye sordu.

“Evde canım sıkılıyordu, telsizden duydum.” “Yılbaşı akşamı telsiz mi dinliyorsun?” “Ne yapayım, televizyonda bir bok yok. Adamın akrabalarına haber verildi mi?” Behzat Ç. kanı durdurmaya çalışırken adamın cep telefonu çalmıştı.

“Karısı aradı. Ben konuştum.”

Kadının çığlıkları hâlâ kulagındaydı.

“Maktulün akrabaları şimdi gelir Ben taksiciyi alıp gidiyorum, ambulans gelince Adli Tıpa gidecek Keşke sen ambulans şoförü olsaydın.”

Akbaba gülümsedi. Ağzındaki duman 216dan mı yoksa soğuktan mı çıkıyor belli değildi Kordonun içine giren bir iki sarhoşu fırçaladı. Saçları beyazlamış, gözleri içine çökmüş, burnunun ucundaki acayip sigil ve kızıla çalan ten rengiyle çok çirkin, korkutucu bir adamdı Tipini görenler hemen kordon dışına çıktı.

Behzat Ç. telsizi aldı.

“4570 merkez “

“Merkez dinliyor amirim.”

“Şahsı aldım, geliyorum. Olay yerinde Akbaba’yla irtibat kurulsun.”

“Anlaşıldı.”

Arabada bekleyen kelepçeli taksiciye doğru yürüdü. Harun’u arabanın yanında görünce “Sen de mi telsizden duydun?”

diye sordu.

“Evet.”

Harun, geçen yılbaşında izin yapmayan polislerden olduğundan bu gece izinliydi. Genç polisler beraber gidecekleri bara Behzat Ç.’yi de çağırmışlar, ama o gürültülü yerleri sevmediğinden reddetmişti.

“Hadi git. Elemanlara da söyle ağızlarıyla içsinler.”

“Ben onların yanından aynlalı iki saat oldu.”

Harun’un gözleri içkiden kızarmıştı, Behzat Ç. kolundan

sıkıta tuttu “Sakın ha!” dedi. “Sakın ha!”

Hanın bu “Sakın ha!’nın anlamını biliyordu.

“Yok amirim o konuyu kapattım ben.”

“İstersen kapatma. Bölümde gerginlik istemiyorum, sana da torpil geçmem, başka büroya veririm.”

Ekip arabasını olay yerinden hızla çıkardı. Tam Kızılay’ın göbeğinde kırmızıya yakalanınca, yanında oturan Harun “Geçelim, bos,” dedi.

Cevap vermedi; kırmızı ışığın üstünde, altmıştan geriye doğru azalan saniyelere bakarken, uzaktan ambulansın ışıkları göründü. Siren sesi meydandaki kalabalığın hep bir ağızdan söylediği şarkıya karışıyordu. “Nihayet gelebildiler.” Bu sefer cevap vermeme sırası Harun’daydı, sanki başka bir âleme dalmış gibi ambulansın ışıklarına bakıyordu. Arabanın içindeki sessizlik tedirgin edici bir atmosfer yaratınca Behzat Ç. arka koltuktaki taksiciye döndü; “Niye öldürdün adamı?”

“Anama küfretti”

“Ben kızıyla konuştum. Küfretmemiş.”

“Allah belamı versin ki etti komiserim.”

Nihayet kendine gelen Harun, kalın sesiyle “Belalı konuşma lan!” diye gürleyince taksici sustu. Behzat Ç, dikiz aynasını düzeltip “Kavga niye çıktı?” diye sordu.

” Taksimetreye itiraz etti. Parayı eksik verdi.”

“Ne kadar?”

“Beş lira için mi öldürdün adamı?”

Taksici önüne bakıyordu. Güvenpark girişindeki kalabalık ondan geriye doğru saymaya başladı. Havai fişekler atılıyor, meydanda toplanmış insanlar yeni yıla büyük bir hengâmeyle, çığlık çığlığa giriyorlardı. Behzat Ç. dikiz aynasından kendine baktı. Orada sıradan bir polis gördü. Cinayet Büro Amirliği’nde başkomiser, hayata karşı işlenen suçlar uzmanı. Emekliliğine az kalmış, o bu işe başladığında doğan çocuklar Fatih’in istanbul’u fethettiği yaşa gelmiş, kendi kızı dâhil. O da bu arada boşanmış, insan sarrafı olamasa da ceset sarrafı, bu yüzden de biraz melankolik tabiatlı olmuş. Müzik dinlemez, polis telsizi dinler. Kitap okumaz, gazeteye spor sayfasından başlar. İçimizden biri sözü sanki ilk onun için söylenmiş. İşte o kadar sıkıcı bir hayatı vardı.

Harun omzuna dokundu: “Amirim yeşil yandı.”

Fazla gaz verdiğinden araba yerinden ok gibi fırladı. Cep telefonu çalmaya başlayınca, iki saattir hatırlamaya çalıştığı şey aklına geldi. Kızı Berna’yı aramayı unutmuştu. Bütün gece hissettiği eksiklik duygusu yerini kaygıya bırakıyordu şimdi. Tek eliyle direksiyonu idare edip ısrarla çalmaya devam eden telefonu çıkardı. Arayan Hüseyin’di “Nerede kaldın yahu?” diye sordu hafif sitemkâr.

“işim çıktı.”

Dikiz aynasını düzeltip yoluna devam etti. Vitesi üçe alırken, bir kez daha, bu iş dediği işten de kendisinden de nefret etliğini anladı.

Gönül Behzat Ç.’ye, Behzat Ç. tavana bakıyordu.

“Aç mısın, bir şeyler hazırlayayım mı?”

Cevap vermedi. Tavandaki izlerden bir dünya haritası oluşturmaya çalışıyordu. Aylar sonra ilk defa tam gün izin yapmış, kızı Berna’yla buluşamayınca soluğu burada almıştı. Gönül elini Behzat Ç.’nin çıplak karnında gezdiriyordu. Berna’yı gündüz beş sefer aramıştı, duymamasına imkân var mıydı? Nazikçe okşayan el biraz daha aşağıya indi.

“Kalacak mısın?”

Ne zaman kalmıştı ki? Gönûl’e baktı, bu soru bir beklentiyi mi dışarı vuruyordu? Yok canım, daha neler,” dedi içinden. “Ben ve Gönül’. Karısıyla ayrıldığından beri, karşı cinse olan güveni sarsılmıştı ama Gönül farklıydı.

Bunun nasıl bir farklılık olduğunu tam olarak bilmiyor, ancak alttan alta seziyordu. Saman alevi gibi parlayıp sönen duygulardan Farklı, içten içe yanan, sönmeyen bir hoşgörü. Ona sarıldı, kollarında sıktı biraz. Boynuna dökülen saçlarım okşadı. Yataktan kalkıp pantolonunu giydi.

Bir haftadır aralıksız yağan kat ağaçların yükünü artırmış, kaldırımları beyaza boyamıştı. Silecekler cama yapıdan karları sağa sola atarken, telsizin sesi cızır cızır bir melodi halinde yükseliyordu. Saat gece yansını çoktan geçmişti, Meclis’in önünden Dikmen Caddesi’ne saparken yolların bomboş olduğunun ayrımına vardı. Dışarıda, gecenin ayazında nöbet tutan askerlerden başka kimse yoktu.

“Merkez 3340, 4570.”

Telsizi aldı.

“4570 dinliyor, merkez.”

“Amirim. Mithatpaşa Caddesi Sakarya girişinde bir intihar olayı var. Bir ekibin intikal etmesi gerek. Tamam.”

“Anlaşıldı. Tamam.”

Behzat Ç. telsizle Harun’a ulaştı.

“Duydunuz mu?”

“Duyduk amirim. Olay yerine intikal ediyoruz.”

“Yanında kim var?”

“Kim olacak ben.”

Karşı taraftan duyulan Akbabanın sesiydi. Frene basıp, sağa çekti. Bir 216 yakıp arabanın dumanlı havasında bir süre kararsız kaldı, gitmeyebilirdi. Sabah tutanakları okur, tanıklar varsa ifadelerini alırdı. Cinayet Bürosunun altmış don kişilik kadrosunda aktif olarak on üç kişi çalışıyordu. Bütün Ankara’nın cinayetlerine,

yaralamalarına, intiharlarına koşturan on iki adam, bir de kadın. Ekibi on ikişer saatlik mesailer halinde ikiye ayırmıştı. Kendisinin mesai saati yoktu, çoğunlukla iki olay arasında boş vakti olursa eve gidiyor, telefon açtıklarında geri dönüyordu.

Camı açınca soğuk havayla beraber kar kokusu doldu içeri. Balıkçı kazağının yakasını kaldırdı. Her yıl onlarca polis intihar ediyordu: “Ya bu da öyleyse.” Aklına Sezai geldi, tanıdığı en dürüst başkomiser, intihar ederken bile devletin kurşunu ziyan olmasın diye babasından kalan beylik tabancasını kullanmıştı. 216’yı arabanın küllüğüne bastırıp camı kapanı, ilerideki kavşaktan geri döndü. Ekip amiri Suat bu gece izinliydi ve zaten bu karda Dikmen’e çıkmak da bir Şüpheli intihar vakasıyla uğraşmak kadar zor olacaktı.

Olay yerine varana kadar, arabanın kaymadığı anlarda kalasında tilkiler uçuşlu durdu. “Berna telefonu açmadıysa haklı nedenleri olabilirdi, zira bir çocuğu yıllarca ihmal edersen olacağı buydu. Ama hep o galerici cinayeti yuzünden olmuştu. Kafa bırakmıyorlardı ki adamda, yoksa aramayı neden unutsun? Kredi kartlarından uzak durmalıydı. Yoksa o da bir gün Sejai gibi…” Meşrutiyet Caddesi’nden Mithat Paşaya sapmak üzereyken kan kırmızı bir Vosvos hızla geçti yanından Gözünü bir süre ayıramadı, Berna küçükken kırmızı Vosvosları sayıp fal tutardı.

Galiba gündüz doksan dokuz tane kırmızı Vosvos sayıp, gece de yatmadan on tane yıldız sayarsan dileğin gerçekleşiyormus. Ne acayip bir lal, şimdi kimse tutamaz, kırmızıyı bırak, o kadar Vosvos kaldı mı yollarda? Sağ ön lastikten ani bir çarpma sesi gelince frenlere asıldı. Kaldırıma çıkmak üzere olan arabayı zor topladı. İndi ama bir şey göremedi, ufak bir çarpmaydı..

Harun ekip arabasını, üstü gazete kâğıtlarıyla örtülü şahsın dibine kadar sokmuştu. Olay yerinde, çevredeki barlardan kopup gelmiş meraklı bir kalabalık vardı. Aldıkları onca alkole rağmen, Akbaba’nın tehditkâr akışları, daha fazla yaklaşmalarını engelliyordu. Polis kordonuna var gücüyle koşan bir çocuğun hızıyla yürüdü.

Yanına ilk gelen Harun oldu:

“Amirim sen niye geldin?”

“Saçma sapan konuşma.”

Harun şaşırdı. Elinde bir kimlik tutuyordu. Behzat Ç, kimliği aldı ama bakmadı.

“Bu arabanın burada işi ne?”

Kızılay, Sakarya Caddesi, SSK İşhanı, Dil-Tarih, Atakule, öğrenci evleri… ve Emniyet…
Cinayet Masası. Behzat Ç., “yeni müktesebata” uyum sağlayamamış, lambur lumbur, “dişli” bir başkomiser. Müzik 

dinlemez, polis telsizi dinler. Kitap okumaz, gazeteye spor sayfasından başlar. Herhangi bir siyasi görüşü yok.

“İçimizden birinin” üçüncü sayfa haberlerine yansımış hali gibi, adı bile tam değil. 1. Amatör’de duran toplara

iyi vuran bir stoperken, topçuluğu bırakıp başkalarını tekmelemeye başlamış. Mesela beş lira için kalbinden adam

bıçaklayanları, on üç yaşında kızlara tecavüz eden, namus için en yakın akrabalarını vuranları… Kendi adalet

anlayışı bakımından sorun yok; “it uğursuz” kimdir, belli gibi görünüyor…
Ama acaba öyle mi? Behzat Ç.’yi ve onun adalet duygusunu da rahatsız eden işler olabiliyor bazen hayatta… At

izinin it izine karıştığı bir cinayet… Kim, niye öldürsün bu kızı? Hem niye bu şekilde? Siyaset karışmış

desek?.. Garip…
Öğrenci âlemine, başka âlemlere, ama asıl polis âlemine dikiz atan, entrikası bereketli bir polisiye…

***

Yeni yıla kırk beş dakika kalmıştı. Behzat Ç. nöbeti devretmiş, Hüseyin’in meyhanesine giderken, değdiği yerde

çamura dönen berbat bir kar yağıyordu. Hüseyin zahmetsiz dostluguyla: “Gel de iki duble içelim, yeni yıla

birlikte girelim,” demişti. Arabayı Mithat Paşa Caddesi’nden Sakarya’ya doğru sürerken bir şey unuttuğunu

biliyordu, ne olduğunu o an hatırlayamayacağım da. Yapacağı bir işi mi unutmuştu yoksa bir sözcüğü mü, bunun

ayrımına varsa hatırlaması işlen bile değildi. Bu unutulan sey kaygıdan çok bir eksiklik duygusu yaralıyordu.

Kaygılanacak olsa, gece eve dönüşte bu karda Dikmene nasıl çıkacağını düşünürdü.
Kaymamak için yavaşlayıp vitesi ikiye aldı. Kalabalığın barlara, birahanelere sığmayıp sokaklara taştığı

Sakarya’ya sapmak üzereyken kucağında acayip bir yük taşıyan adamın biri ön kaputa çarptı. Çarpar çarpmaz da

hiçbir şey olmamış gibi can havliyle koşmaya devam etti. Dikiz aynasından baktı, adamın peşinden başka biri

koşuyordu. Sarhoş kavgasıdır diye düşündü, ayıracak mecali yoktu. Kaçan adamın kucağında taşıdığı yükün altı yedi

yaşlarında bir çocuk olduğunu görünce frene basıp dörtlüleri yaktı, hafif kayan araba biraz yan dönerek durdu.

Arabadan çıkarken kovalayan adamın elinde parlayan bıçağı gördü, geç kalmıştı, otuz metre ötedeydiler. Silahını

yoklayıp koşmaya başladı, adamlar Yenişehir Postanesinin önünde gözden kaybolmuştu.
Yer yer buz tutmuş kaldırımdaki kalabalığın arasında kaymamak için büyük bir çaba sarf ederek, olabildiğince

hızlı koşuyordu. Omzundan itliği adamın biri küfretti, dönüp cevap vermedi. Ankara’da yayalar böyledir, acelesi

olanın yolunu keserler. Silahını çıkarınca homurtular azaldı, önü biraz açıldı. Gözden kaybettiği iki adamı bir

mağazanın önünde gördü. Adamlardan biri iki büklüm olmuş, art arda inen bıçak darbelerini savuşturmak isler gibi

kollarım öne uzatmışü. Yüzü acıdan kasılmış, ağzından kan gelmişti. Hemen yanlarındaki küçük kız çığlık çığlığa

bağırırken, bıçak darbeleri adamın kum torbasına dönen kamına inmeye devam ediyordu. Behzat Ç. “Bıçağı at!

Polis!” diye bağırdı. Soluk soluğaydı, nabzının boynunda altığını duyuyordu. Silahın emniyetini açıp, kurşun

sürdü. Nişangâh bıçaklayan adamın bacağını görüyordu, tetikteki parmağı kasılmıştı. Havaya bir el ateş edip

silahı tekrar adama doğrulttu. Yakınlarda olayı izleyen bir kadın silah sesi üzerine tiz bir çığlık attı,

bıçaklayan bir an durdu. “Polis! Bıçağı at!” Adam elindeki bıçakla aptal aptal bakıyordu. Behzat Ç. yineledi:

“Bıçağı at! Polis!” Adam bıçağı bıraktı. “Yere yat! Yat yere! Yat lan! Yat!” Adam yere yaunca hızla yanına vardı.

“Kafanı kaldırma, sakın kafanı kaldırma!” Yerdekınin kıpırdar gibi olduğunu görünce ayağının dışıyla öyle bir

tekme çıkardı ki, adam top olsa kaleciyi de içeri sokardı. Az önce silah sesi üzerine çığlık atan kadın,

yanındaki adamın kolunu çekiştirdi: “Gidelim, şahit yazarlar!”
ismet, ilerlemiş yaşına rağmen bütün yaralama ve cinayetlere ilk elden giden Cinayet Bürosu komiseriydi. Hatta

biraz tıptan da anlar, hangi yaralının ölüp Cinayet Masasına kalacağını iyi tahmin ederdi. Bu yüzden uzun

zamandır kendisine Akbaba lakabıyla hitap edilir olmuş, o da bu durumdan fazla rahatsız olmadığı için adının

unutulmasına ses çıkarmamıştı. Ellerindeki kanı silen Behzat Ç.’ye bir ıslak mendil daha uzattı. “Sen izinli

değil miydin bu gece?” diye sordu.
Elini sildiği mendili atıp 216’sını yakan Behzat Ç. “O da ne?” dedi.
Akbaba güldü, ardından yüzündeki korkunç ifadeyle sordu: “Minibüsteki çocuk ölenin kızı mı?”
“Evet.”
“Nereden duymuş?”
“Bıçaklanırken yanındaydı.”
Polis kordonunun arkasındaki meraklı kalabalık yılın son cinayetine bakıyordu. Daha doğrusu cinayetten arda

kalanlara. Yakası yırtık, üstü başı kan ve çamur içinde kalmış adam, mağazanın önünde, bıçaklandığı yerde sırt

üstü yatıyordu. Karnından sızan kan, karın üstünde bir birikinti oluşturmuştu. Behzat Ç. kanı durdurmaya çalışmış

ama adamın bağırsakları elinde kalınca vazgeçmişti,
Akbaba önce adama baktı sonra da Behzat Ç.’nin içtiği 216’ya; iç geçirirken “Bir tane de bana versene,” dedi. “Bu

taksici milleti iyice psikopat olmuş, kızının yanında babasını bıçaklıyor. Sebep neymiş?”
“Anama küfretli diyor ama tam bilmiyorum, para tarııs-
Suat telsizle “Ekip göndereyim mi amirim?” diye sordu.
“Yok, biz buradayız.”
“Kim var başka?”
Akbaba telsizi alıp “Kim olacak ben,” dedi. Behzat Ç., onun ölecek insanların kokusunu aldığı yönündeki efsaneye

iyiden iyiye inanır olmuştu, “Sen ne arıyorsun burada?” diye sordu.
“Evde canım sıkılıyordu, telsizden duydum.” “Yılbaşı akşamı telsiz mi dinliyorsun?” “Ne yapayım, televizyonda bir

bok yok. Adamın akrabalarına haber verildi mi?” Behzat Ç. kanı durdurmaya çalışırken adamın cep telefonu

çalmıştı.

“Karısı aradı. Ben konuştum.”
Kadının çığlıkları hâlâ kulagındaydı.
“Maktulün akrabaları şimdi gelir Ben taksiciyi alıp gidiyorum, ambulans gelince Adli Tıpa gidecek Keşke sen

ambulans şoförü olsaydın.”
Akbaba gülümsedi. Ağzındaki duman 216dan mı yoksa soğuktan mı çıkıyor belli değildi Kordonun içine giren bir iki

sarhoşu fırçaladı. Saçları beyazlamış, gözleri içine çökmüş, burnunun ucundaki acayip sigil ve kızıla çalan ten

rengiyle çok çirkin, korkutucu bir adamdı Tipini görenler hemen kordon dışına çıktı.
Behzat Ç. telsizi aldı.
“4570 merkez ”
“Merkez dinliyor amirim.”
“Şahsı aldım, geliyorum. Olay yerinde Akbaba’yla irtibat kurulsun.”
“Anlaşıldı.”
Arabada bekleyen kelepçeli taksiciye doğru yürüdü. Harun’u arabanın yanında görünce “Sen de mi telsizden duydun?”

diye sordu.
“Evet.”
Harun, geçen yılbaşında izin yapmayan polislerden olduğundan bu gece izinliydi. Genç polisler beraber gidecekleri

bara Behzat Ç.’yi de çağırmışlar, ama o gürültülü yerleri sevmediğinden reddetmişti.
“Hadi git. Elemanlara da söyle ağızlarıyla içsinler.”
“Ben onların yanından aynlalı iki saat oldu.”
Harun’un gözleri içkiden kızarmıştı, Behzat Ç. kolundan
sıkıta tuttu “Sakın ha!” dedi. “Sakın ha!”
Hanın bu “Sakın ha!’nın anlamını biliyordu.
“Yok amirim o konuyu kapattım ben.”
“İstersen kapatma. Bölümde gerginlik istemiyorum, sana da torpil geçmem, başka büroya veririm.”
Ekip arabasını olay yerinden hızla çıkardı. Tam Kızılay’ın göbeğinde kırmızıya yakalanınca, yanında oturan Harun

“Geçelim, bos,” dedi.
Cevap vermedi; kırmızı ışığın üstünde, altmıştan geriye doğru azalan saniyelere bakarken, uzaktan ambulansın

ışıkları göründü. Siren sesi meydandaki kalabalığın hep bir ağızdan söylediği şarkıya karışıyordu. “Nihayet

gelebildiler.” Bu sefer cevap vermeme sırası Harun’daydı, sanki başka bir âleme dalmış gibi ambulansın ışıklarına

bakıyordu. Arabanın içindeki sessizlik tedirgin edici bir atmosfer yaratınca Behzat Ç. arka koltuktaki taksiciye

döndü; “Niye öldürdün adamı?”
“Anama küfretti”
“Ben kızıyla konuştum. Küfretmemiş.”
“Allah belamı versin ki etti komiserim.”
Nihayet kendine gelen Harun, kalın sesiyle “Belalı konuşma lan!” diye gürleyince taksici sustu. Behzat Ç, dikiz

aynasını düzeltip “Kavga niye çıktı?” diye sordu.
” Taksimetreye itiraz etti. Parayı eksik verdi.”
“Ne kadar?”
“Beş lira için mi öldürdün adamı?”
Taksici önüne bakıyordu. Güvenpark girişindeki kalabalık ondan geriye doğru saymaya başladı. Havai fişekler

atılıyor, meydanda toplanmış insanlar yeni yıla büyük bir hengâmeyle, çığlık çığlığa giriyorlardı.
Behzat Ç. dikiz aynasından kendine baktı. Orada sıradan bir polis gördü. Cinayet Büro Amirliği’nde başkomiser,

hayata karşı işlenen suçlar uzmanı. Emekliliğine az kalmış, o bu işe başladığında doğan çocuklar Fatih’in

istanbul’u fethettiği yaşa gelmiş, kendi kızı dâhil. O da bu arada boşanmış, insan sarrafı olamasa da ceset

sarrafı, bu yüzden de biraz melankolik tabiatlı olmuş. Müzik dinlemez, polis telsizi dinler. Kitap okumaz,

gazeteye spor sayfasından başlar. İçimizden biri sözü sanki ilk onun için söylenmiş. İşte o kadar sıkıcı bir

hayatı vardı.
Harun omzuna dokundu: “Amirim yeşil yandı.”
Fazla gaz verdiğinden araba yerinden ok gibi fırladı. Cep telefonu çalmaya başlayınca, iki saattir hatırlamaya

çalıştığı şey aklına geldi. Kızı Berna’yı aramayı unutmuştu. Bütün gece hissettiği eksiklik duygusu yerini

kaygıya bırakıyordu şimdi. Tek eliyle direksiyonu idare edip ısrarla çalmaya devam eden telefonu çıkardı. Arayan

Hüseyin’di “Nerede kaldın yahu?” diye sordu hafif sitemkâr.
“işim çıktı.”
Dikiz aynasını düzeltip yoluna devam etti. Vitesi üçe alırken, bir kez daha, bu iş dediği işten de kendisinden de

nefret etliğini anladı.

Gönül Behzat Ç.’ye, Behzat Ç. tavana bakıyordu.
“Aç mısın, bir şeyler hazırlayayım mı?”
Cevap vermedi. Tavandaki izlerden bir dünya haritası oluşturmaya çalışıyordu. Aylar sonra ilk defa tam gün izin

yapmış, kızı Berna’yla buluşamayınca soluğu burada almıştı. Gönül elini Behzat Ç.’nin çıplak karnında

gezdiriyordu. Berna’yı gündüz beş sefer aramıştı, duymamasına imkân var mıydı? Nazikçe okşayan el biraz daha

aşağıya indi.
“Kalacak mısın?”
Ne zaman kalmıştı ki? Gönûl’e baktı, bu soru bir beklentiyi mi dışarı vuruyordu? Yok canım, daha neler,” dedi

içinden. “Ben ve Gönül’. Karısıyla ayrıldığından beri, karşı cinse olan güveni sarsılmıştı ama Gönül farklıydı.

Bunun nasıl bir farklılık olduğunu tam olarak bilmiyor, ancak alttan alta seziyordu. Saman alevi gibi parlayıp

sönen duygulardan Farklı, içten içe yanan, sönmeyen bir hoşgörü. Ona sarıldı, kollarında sıktı biraz. Boynuna

dökülen saçlarım okşadı. Yataktan kalkıp pantolonunu giydi.
Bir haftadır aralıksız yağan kat ağaçların yükünü artırmış, kaldırımları beyaza boyamıştı. Silecekler cama

yapıdan karları sağa sola atarken, telsizin sesi cızır cızır bir melodi halinde yükseliyordu. Saat gece yansını

çoktan geçmişti, Meclis’in önünden Dikmen Caddesi’ne saparken yolların bomboş olduğunun ayrımına vardı. Dışarıda,

gecenin ayazında nöbet tutan askerlerden başka kimse yoktu.
“Merkez 3340, 4570.”
Telsizi aldı.
“4570 dinliyor, merkez.”
“Amirim. Mithatpaşa Caddesi Sakarya girişinde bir intihar olayı var. Bir ekibin intikal etmesi gerek. Tamam.”
“Anlaşıldı. Tamam.”
Behzat Ç. telsizle Harun’a ulaştı.
“Duydunuz mu?”
“Duyduk amirim. Olay yerine intikal ediyoruz.”
“Yanında kim var?”
“Kim olacak ben.”
Karşı taraftan duyulan Akbabanın sesiydi. Frene basıp, sağa çekti. Bir 216 yakıp arabanın dumanlı havasında bir

süre kararsız kaldı, gitmeyebilirdi. Sabah tutanakları okur, tanıklar varsa ifadelerini alırdı. Cinayet Bürosunun

altmış don kişilik kadrosunda aktif olarak on üç kişi çalışıyordu. Bütün Ankara’nın cinayetlerine,

yaralamalarına, intiharlarına koşturan on iki adam, bir de kadın. Ekibi on ikişer saatlik mesailer halinde ikiye

ayırmıştı. Kendisinin mesai saati yoktu, çoğunlukla iki olay arasında boş vakti olursa eve gidiyor, telefon

açtıklarında geri dönüyordu.
Camı açınca soğuk havayla beraber kar kokusu doldu içeri. Balıkçı kazağının yakasını kaldırdı. Her yıl onlarca

polis intihar ediyordu: “Ya bu da öyleyse.” Aklına Sezai geldi, tanıdığı en dürüst başkomiser, intihar ederken

bile devletin kurşunu ziyan olmasın diye babasından kalan beylik tabancasını kullanmıştı. 216’yı arabanın

küllüğüne bastırıp camı kapanı, ilerideki kavşaktan geri döndü. Ekip amiri Suat bu gece izinliydi ve zaten bu

karda Dikmen’e çıkmak da bir Şüpheli intihar vakasıyla uğraşmak kadar zor olacaktı.
Olay yerine varana kadar, arabanın kaymadığı anlarda kalasında tilkiler uçuşlu durdu. “Berna telefonu açmadıysa

haklı nedenleri olabilirdi, zira bir çocuğu yıllarca ihmal edersen olacağı buydu. Ama hep o galerici cinayeti

yuzünden olmuştu. Kafa bırakmıyorlardı ki adamda, yoksa aramayı neden unutsun? Kredi kartlarından uzak

durmalıydı. Yoksa o da bir gün Sejai gibi…” Meşrutiyet Caddesi’nden Mithat Paşaya sapmak üzereyken kan kırmızı

bir Vosvos hızla geçti yanından Gözünü bir süre ayıramadı, Berna küçükken kırmızı Vosvosları sayıp fal tutardı.

Galiba gündüz doksan dokuz tane kırmızı Vosvos sayıp, gece de yatmadan on tane yıldız sayarsan dileğin

gerçekleşiyormus. Ne acayip bir lal, şimdi kimse tutamaz, kırmızıyı bırak, o kadar Vosvos kaldı mı yollarda? Sağ

ön lastikten ani bir çarpma sesi gelince frenlere asıldı. Kaldırıma çıkmak üzere olan arabayı zor topladı. İndi

ama bir şey göremedi, ufak bir çarpmaydı..
Harun ekip arabasını, üstü gazete kâğıtlarıyla örtülü şahsın dibine kadar sokmuştu. Olay yerinde, çevredeki

barlardan kopup gelmiş meraklı bir kalabalık vardı. Aldıkları onca alkole rağmen, Akbaba’nın tehditkâr bakışları,

daha fazla yaklaşmalarını engelliyordu. Polis kordonuna var gücüyle koşan bir çocuğun hızıyla yürüdü.
Yanına ilk gelen Harun oldu:
“Amirim sen niye geldin?”
“Saçma sapan konuşma.”
Harun şaşırdı. Elinde bir kimlik tutuyordu. Behzat Ç, kimliği aldı ama bakmadı.
“Bu arabanın burada işi ne?”

Yazar

BENZER İÇERİKLER

ABDÜLHAM D’İN KURTLARLA DANSI

Editor

Mehmet Ali Bulut – Fardipli Sinha

Editor

Sebastian Knight – Bir Endülüs Hikâyesi

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası