Padişah ve Hızır’ın Sırrı
Bir varmış, bir yokmuş… Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, büyük bir padişah varmış. Bu padişah, hükmettiği topraklarda adaletli bir yönetici olarak bilinir, halkı tarafından çok sevilirmiş. Ancak padişahın içinde bir dert varmış, öyle bir dert ki, uykularını kaçırır, gönlünü daraltırmış. Bu dert, Hızır’ı görme isteğiymiş. Padişah, ömrü boyunca Hızır’ı görmek, onunla tanışmak istemiş. Ne var ki, bu arzusunu gerçekleştirememiş. Günlerden bir gün, padişah vezirlerini huzuruna çağırmış ve şöyle demiş:
“Memleketimin dört bir yanına haber salın! Her kim bana Hızır’ı getirirse, istediği her şeyi ona vereceğim!”
Vezirler, padişahın emrini hemen yerine getirmişler. Memleketin dört bir köşesine haberler salınmış. Duyurulmuş ki, padişah Hızır’ı bulmak isteyenlere büyük ödüller verecekmiş.
Aylar geçmiş, mevsimler değişmiş, ama Hızır’ı getiren kimse çıkmamış. Padişah, her gün biraz daha ümitsizliğe kapılırken, bir gün saraya garip görünümlü bir adam gelmiş. Bu adam, yaşlı ve yorgun görünüyormuş, ama gözlerinde bir parıltı varmış. Kapıcıya demiş ki:
“Padişaha haber sal, ona Hızır’dan bir haber getirdim.”
Bu sözler üzerine kapıcı adamı hemen padişahın huzuruna çıkarmış. Padişah, adamı görünce şaşırmış ve heyecanla sormuş:
“Hızır’ı gördün mü? Onu bana getirebilir misin?”
Adam, sakince başını sallamış ve şöyle demiş:
“Evet, padişahım. Hızır’ı size getirebilirim. Ama bunun için dört yıl beklemeniz gerekecek. Bu süre boyunca bana dilediğim her şeyi vereceksiniz. Bir dediğimi iki etmeyeceksiniz.”
Padişah, Hızır’ı görme arzusuyla yanıp tutuştuğu için bu şartları kabul etmiş. Böylece adam, padişahın sarayında yaşamaya başlamış. Her istediği anında yerine getirilmiş, sarayda dilediği gibi hüküm sürmüş. Ancak yıllar hızla geçmiş ve dört yılın sonu gelmiş çatmış.
Dört yılın sonunda, padişah adamı huzuruna çağırmış ve demiş ki:
“Zaman doldu! Şimdi bana Hızır’ı göster.”
Adam başını öne eğmiş, sessizce:
“Padişahım, sizi kandırdım. Hızır’ı hiç görmedim. Sadece bencilce arzularımı tatmin etmek istedim,” demiş.
Padişah, derin bir üzüntüyle vezirlerine dönmüş ve sormuş:
“Bu yalancıya ne ceza vermeliyim?”
Birinci vezir:
“Padişahım, bu adamı zindana atalım, gün yüzü görmesin!”
İkinci vezir:
“Hayır, padişahım! Onu halkın gözü önünde asarak ibret olmasını sağlayalım.”
Üçüncü vezir:
“Padişahım, bu adamı saraydan sürgün edelim, aç ve sefil bir şekilde ölsün!”
Son olarak dördüncü vezir söze girmiş:
“Padişahım, bu adam büyük bir hata yaptı, ama yine de ona merhamet gösterin. Belki bu ona doğru yolu bulması için bir fırsat olur.”
Bu sırada, sarayda bulunan yaşlı bir bilge ortaya çıkmış ve padişaha dönerek:
“Padişahım, herkes aslına çeker,” demiş.
Padişah, bu sözlerin anlamını merak etmiş ve bilgeye sormuş:
“Ne demek istiyorsun?”
Bilge gülümsemiş ve anlatmaya başlamış:
“Birinci veziriniz, eski bir zindancıdan gelme. Bu yüzden cezayı zindana atmakla verir. İkinci veziriniz, idamla görevli bir celladın oğludur. Bu yüzden asmayı önerir. Üçüncü veziriniz, bir sürgün memurunun oğludur. Bu yüzden sürgünü seçer. Dördüncü veziriniz ise, merhametli bir alimin oğludur. Bu yüzden affetmenizi tavsiye eder. Herkes aslına çeker.”
Padişah, bu sözleri düşünmüş, sonra da bilgeye dönerek sormuş:
“Sen kimsin?”
Bilge, gözlerini padişaha dikmiş ve yavaşça demiş ki:
“Ben Hızır’ım. Seni görmek için bu adamı seçtim, çünkü insanın içindeki iyiliği ortaya çıkarmak istedim. Gerçek Hızır’ı görmek, merhametli bir yüreğin içine bakmak demektir.”
Padişah, Hızır’ın bu sözleriyle derin bir huzur bulmuş. Hızır ortadan kaybolduktan sonra padişah, adamı affetmiş ve ona yeniden sarayda yaşama izni vermiş. O günden sonra, padişah daima merhametle hükmetmiş, halkı ise onu daha çok sevmiş.
Ve böylece padişah, hem Hızır’ı görmüş, hem de gerçek adaletin ne olduğunu öğrenmiş.