Suskundum, yüreğimi inatla kenetlemiş, gözlerine bakmaya korkuyordum… Her söylediğin söze karşılık yüreğim sana haykırıyordu… Sen ‘seni seviyorum, seni bekleyeceğim diyen kimse yok etrafında’ dediğinde yüreğim ‘ama bak, ben varım işte!’ demek istedi can havliyle, oysa dudaklarımdan dökülen sadece sessizlik, asillik ve sensizlikti… Sonra aynı telden çalmaya, kendimizden uzaklaşarak konuşmaya başladık… Ben aşk’a boyun eğmek zayıflıktır derken, Sen aşkın ömrü 2 yıldır dedin… Oysa benim isteyip de söyleyemediğim çok şey var… dı kaptan!
Hoşçakal İçimin Mavisi
Yeniden onun yanında gibiyim sanki. Uzaktan uzağa nasıl olduğunu merak edip hislerimle tahmin etmek yerine kendisiyle iki çok uzak tanıdık gibi konuşup ‘nasılsın’ diye sorabiliyorum. Kendimi şanslı hissediyorum bunun için, onunla konuşarak, onun biraz olsun streslerinden uzak kalmasına yardımcı olmak için uzak bir yabancı gibi konuşuyorum. Öyle çok özlemişim ki onunla konuşmayı sıradan da olsa. Varlığını bilmek öylesine güzel ki. Her yeni merhaba deyişimde gidişini öğreniyorum, varlığı gibi gidişlerine de alıştığımı fark ediyorum Ne kadar alışsam da hep içimde bir yerler buruk kalıyor, içimden geçenlerden çok uzaklarda bir özlem oluyorum onunla konuşurken, eskiden olsa içimde, yanmaz bir yerden sonra onu ne kadar özlediğini haykırırdı ama şimdi uslu bir çocuk gibi seyirci kalıyor bana. Anlıyorum korkuyor; çünkü o da çok iyi biliyor ki ne zaman bunu dile getirse onu hepten kaybediyor, onsuzluğa mahkûm oluyor.
İşte bu yüzden olmalı ki sessizce yetiniyor varlığıyla. İlk onun tebessümünü de simgelerle görmüştü ya şimdi de öyle görüyor sonra yüzündeki duruşuyla birleştirince öylesine derinden mutlu oluyor ki yüreğim bunu bile yansıtmamak için derin bir nefese bırakıyor tüm sevincini. Tekrar yok olmasına dayanacak gücü yok çok iyi biliyor. Öyle çok Özlüyorum ki o zamanlar, sırf bunu kendime bile diyemediğimden benden uzaklaşıyorum, bana hepten yabancılaşıyorum, terk ediyorum ta ki bir başka rüzgârın getirdiği küçük bir umut yaprağına kadar. Ne zaman ki tamamen gitti diyorum, tamam bu defa kaybettim diyorum ve kendimi terk ediyorum, bir bakıyorum ki bir şekilde karşımda. Öylece duruyor bıraktığım gibi. Kendini dış dünyadan uzak içine hapsetmiş bir çocuk gibi buluyorum, öylesine mutsuz bir şekilde. Ama yansıtmadığını sanıyor Herkesi mutlu etmek herkese güçlü umursamaz gözükmek için o da tıpkı benim gibi kendini terk ediyor. Soruların cevabı hazır bir şekilde ama asla yapmacık değil, çünkü herkes onu öyle görüyor, öyle biliyor, çünkü o herkese öyle olduğunu söylüyor. Oysa biliyorum ki daha çok başında olduğu hayatının korkularıyla besleniyor, kendini bu seçimine mahkûm sanıyor. Ve kimseyi esaretine yakIaştırmamaya ant Üzerine ant içiyor .Bütün bunları söylemeye kalksam asla kabul etmeyeceğini öyle iyi biliyorum ki. Zaman geçip gidiyor ama o hep var ya da hiç yok.
Onu tanıdığımdan beri yıllar geçti. Küçüktüm yıllara göre ama o zamandan hep büyüktüm yıllar uğramaz, bir şey değiştirmez sanıyordum. En deli dolu çağlarımdayken onu tanıdım, en heyecanlı yılların dahi eskitemediği o yıllarımda onunla kalbimin attığını anladım. Birilerinden ayrılmayı çok küçükken öğrenmiştim. Terminallere öfkemi ve nefretimi ve bir de özlemi bırakıp bir bir veda ediyordum her şeye. O maviliğe, o çocukluğumda haftanın bir günün o mutlaka ayırdığım, içimde ki tüm korkusuzluğumun simgesi olan deniz işte bir otobüs penceresinde gözlerimin önünden hızla geçerken ben bir daha kimseye, hiçbir şeye bağlı kalmayacağıma ellerim arasında çocukluğumun kahramanı olan amcamın resmiyle yeminler ediyordum, gözyaşlarıma boğulduğum o veda da ardımızda kalkan elleri hiç unutmayacaktım. Ve ben en büyük bağlılığı onun o gittiği gece anladım ve tabi ki ayrılığı da. Sanıyordum ki bağlanmamışım, sanıyordum ki gitmelere ben hepten alışmışım, sanıyordum ki kalbime o an da ben hükmediyorum, oysa git gide azalırken sesi son ana kadar sudan koparılmış bir balık gibi çırpmıyordum ve işte ilk kez gitmeler peş peşe dökülüyordu dudağımdan. Gitme ne olur gitme. Gitme, lütfen gitme.Günler geçtikçe değiştiğimi söyleyenler oluyordu ama hani o kendime yediremezliğim yok mu işte bu huyum kendime bile kafa tutmama yetiyordu. Kağıtlara yazıp sonra da okuduğumda hemen…