Bu ülkede köşe yazarı olunca, isteseniz de siyasetin tamamen dışında kalamıyorsunuz. Siyasetin sorunları sizi içine çekip yutan bir canavar gibi, midesine indirip, öğütüyor. Sonra birden herkes birbirine benzeyen yazılar kaleme almaya başlıyor çünkü siyaset dünyası aslında çok kısıtlı ve dar bir dünya.
Ben ilk günden beri hep bu kısıtlı dünyanın dışına çıkmak istedim ve çok şükür çıktım da… Mizah benim için yazarlığımın ‘asıl’ gücünü gösterdiğim yer. Mizahla birlikte popüler kültür, toplumu ve dünyayı anlamak için siyasetten çok daha fazla ipucu verir insana. Popüler kültürün kodlarını ve çok katmanlı anlamlarını çözümleme sürecinde kendinize ve hayata dair çok şeyi anlarsınız.
Siyaset yazarken insan tam dürüst olamıyor ne yazık ki… Ben sadece mizah ve popüler kültür üzerine yazarken kendime ve dünyaya karşı dürüst olduğumu hissettim. İşte bu nedenle popüler kültür yazılarından oluşan ve okunması hayli keyifli olduğunu sandığım bu kitabı sunuyorum sizlere. Üstelik kitabın adı da bu dürüstlüğe atıf yapıyor.
Dostoyevski’nin ‘Budala’ adlı romanını okuduysanız, kitabın adındaki budalanın anlamını da hemen kavrarsınız.
Zihninizi okşayacağını sandığım bu kitabı okurken iyi eğlenceler diliyorum…
***
1
En kutsal yazarlık görevi insanları güldürmek
Akademik hayattan gelen ve bilimsel çalışma yapmaktan mutluluk duyan bir insanım. Teorik tartışma yapmaktan ayrıca özel zevk de almama rağmen hayatta en kutsal yazarlık görevimin insanları güldürmek olduğunu düşünürüm. Ciddi yazılarımın sayısı ve ağırlığı bazı dönemlerde zorunlu olarak artınca sevdiğim bir arkadaşım bana daima telefonda “Sakın ha mizah duygunu kaybetme” der. Böyle bir tehlikenin olduğunu düşünmüyorum. Çünkü ben hayata her durumda mizahmış gibi bakar, yaşamın detaylarında hep komedi olduğunu görür ve bunun kıymetini bilirim. En ciddi yazılarımı yazarken bile içimden gülerim. Yüzüme çoğu kez yansımaz bu gülümseme. Çünkü ben beyniyle gülen insanlardanım. Ama önceki akşam Cem Yılmaz beni hem beynimle hem de kahkahalarla güldürdü. Bu yazıyı düşünmeme neden de o oldu zaten, insanlar neye neden güler meselesi üzerinde ben bir mizah yazarı olarak düşünmek zorundayım. (Mizah yazarı lafI bile ruhuma hoş geliyor. Böyle olabilmek onur veriyor bana.) Bunca yıldır açıklamış olmama rağmen ben hala daha ” Onu neden yazdın, bu lafI neden söyledin, bu lafına karın kızmıyor mu, senin yaşındaki adama yakışır mı? ” gibi şeyler diyen mektuplar alıyorum. Sokakta tanıyanlar da söylüyor bazen bunları. Dolayısıyla “İNSANLARI GÜLDÜRMEK” konusuna adanmış bir pazar renkleri yazısının zamanının çoktan geldiğini düşünüyorum, İlk önce Cem Yılmaz’ın esprisini aktarayım da beni neden güldürdüğünü o vesileyle açıklamış olayım. Sonra da güldürmek konusunda bazı ilkeleri komedyenden örnekler vererek açarım.
Cem Yılmaz’ın dört yılı
Bunu eksik ya da fazla anlatıyor olabilirim. Çünkü bu espri bir reklamda oldu ve ben her zaman olduğu gibi kanallar arasında şöyle bir geçiyordum. Eksik anlatıyor olmam normal de fazlası ne diye düşünebilirsiniz. Yapılmış olan espriye kendi kafamda bazı unsurlar katmış da olabilirim, isterseniz buna komedyenler arası empati de diyebilirsiniz. (Hayır kendimi Cem Yılmaz ile aynı düzeyde bir komedyen olarak falan görmüyorum tabi ki.., Onun için gereksiz bazı saldırılar düzenleyip enerjinizi tüketmeyin). Reklamda bir takım rakamlar veriliyor. “Bu avantajlı bunu seçin ” demek için. Sonra da Cem Yılmaz bu hesapların doğru olamayacağını söyleyen birisine, hesapların yanlış olamayacağını, çünkü kendisinin matematiğinin çok iyi olduğunu çünkü lisede tam dört yıl hazırlık okuduğunu söylüyor. Bunu yaparken de elini iki işareti yaparak ekrana uzatıyor, İki parmakla ifade edilen tam dört yıl ha! İşte bu bana bir hayli absürd ve komik geldi. Ben insanın gözüne sokularak yapılan esprilerden hiç hoşlanmam. Anlaşılmak için kendisini detayına kadar açıklamaya çalışan ve gülmesi istenilen kişi de düşünme zorunluluğunu hiç bırakmamaya çalışan komediden hiç hoşlanmam. Bu yüzden Levent Kırca’nın mizah anlayışı bana hiç hitap etmez. Hiçbir esprisine de gülmedim. Cem Yılmaz’ın esprisi ise bir stand-up komedyende bulunması gereken her unsuru, yani zeka, biraz soyutluk ve absürd boyut taşıyordu.
Hakaret
Her mizahçıya meslek kariyeri boyunca mutlaka “neden hakaret ediyorsun?” sorusu sorulur. Bana da soruluyor. Daha da beteri davalar açılıyor. Bu da kaçınılmaz bir anlamda. Mizahçılar başta kendileriyle dalga geçmeyi başarmak zorundalar. Gerekirse kendinize de hakaret edeceksiniz ki başkaları için ağır bir laf kullandığınızda “hakaretlerimden herkes, kendimde dahil nasibini alır” deme şansınız olsun. Bu hemen bütün komedyenlerin kullandığı bir taktiktir. Stand-up komedi gösterisine kendine ve evliliğine hakaret ile başlayıp sonra da başkalarına yönelmek en sağlam metottur. Hemen hemen bütün esprilerine “bana hiç saygı duyulmadı” diye başlayan Rodney Dangerfield kendi kendisine hakaretin uzmanıdır, “ben öyle çirkindim ki doğduğumda doktor ağlıyım diye popom yerine suratımı var gücüyle tokatlamıştı” diye başlar ve saatlerce çirkinliği üzerine konuşabilir. Çirkin olduğundan kadınlarla arası hiç iyi olmamıştır, örneğin “kız bana telefon açtı ve evde kimse yok haydi gel dedi. Hemen gittim ve dediği gibi evde gerçekten kimse yoktu kapıyı açan bile olmadı” diyen de Dangerfield’dır.
Kadınlar seks ve penis
Mizahın artık klişeleşmiş bazı konuları vardır. Bunlar olmadan insanları güldürebilmek neredeyse imkansızdır ve ister yazıda ister sahnede olsun bir komedyen insanların yüzünde gülümseme görmek istiyorsa bu konulardan espri yapmak zorundadır. Bunları ana başlıklar olarak sayabilirim bile… Karınızla ya da kocanızla dalga geçeceksiniz. Evlilik kurumuna karşı acımasız olacaksınız. Sevgi dolu karşılıklı anlayış içinde sorunsuz mutlu giden bir evlilik hakkında espri yapan bir komedyen tarihte henüz ortaya çıkmamıştır. Aslında birbirine yabancı iki insanın hayatlarının her alanını paylaşma kararı vermesinin komik olmaması da mümkün değildir. Bu kaynağı her komedyen acımasız bir şekilde kullanmıştır. Dolayısıyla bana “Rana yazdıklarına kızmıyor mu? ” diye soran insanlara rahatlıkla hayır cevabını daima verebiliyorum. Penis ise dünyada hakkında en çok mizah yapılmış organdır. Dolayısıyla bu konuda da lütfen artık soru sormayın.
Take my wife… Please!
Karısı ve evlilik ile dalga geçmenin kurallarını koymuş olduğunu söyleyebileceğim büyük stand up komedyeni Henny Youngman bir gece sahnedeyken konuyu karısına getireceğini açıklamak için “şimdi alın karımı” diye başladı söze ve aynı zamanda bir zamanlama ve tempo uzmanı olduğundan bu cümleden sonra biraz duraksayıp sonra sadece seyirciye “lütfen alın onu” dedi ve anında tarihe geçti. “Şimdi alın karımı… lütfen alın” dan daha basit bir espri herhalde düşünülemezdi ama Henry karısı hakkında başka espriler yapılacağı beklentisi içine soktuğu seyirciye zamanlaması ile bir sol kroşe çakıvermişti. O andan itibaren karısı hakkında yıllar boyunca demediğini bırakmadı, “biz kırk yıldır evliyiz kırk yıldır aynı kadına aşığım…(yine o meşhur duraklamadan sonra) Bunu sakın ha karıma söylemeyin öğrenirse çok kızar bana” veya “karımı gittiğim her yere götürürüm ben… Ama maalesef o yolu bulup geri dönmeyi başarır” türünde şeyler onun repertuarının en önemli unsurlarıydı.
Don Rickles ekolü
Amerika’da 1960lı ve 70li yıllarda Don Rickles adlı bir komedyen vardı ve hakaretten oluşan bir mizah üslubu meydana getirmişti. Hatta arada bir üzerinde nefret ediyorum yazılı olan ve neden nefret ettiğini açıklayan cümle yazılı bir tişört giyerdi. ” Neden nefret ediyorsun?” diye sorulduğunda “kendim de dahil her şeyden” derdi. Bir gece onu sahnede izlerken zencileri ele almaya başladı. Benim aklıma dahi getirmeye korkacağım şeyleri söylemeye başladı. Öylesine uç noktada öylesine absürddü ki kimse kızmayı düşünmedi bile. Salon katılıyordu. Bu arada ilginç bi iş oldu. Seyirciler arasındaki bir zenci ayağa kalktı ve Rickles’a konuşmaya başladı. Bu seferde komedyen direkt onu hedef alıp hakaret etmeye başladı. Onun fiziği ile alay etti, karısını tatmin etmesinin olanaksız olduğunu filan söyledi. Hızını alamadı “çabuk sahneye gel seni karşımda görmek istiyorum” diye bağırdı. Bunu söyledikten sonra ona sırtını döndü ve diğer esprileri sıralamaya başladı. Meğerse o adam basamaklı bir yerde ayağa kalkmışmış ve boyu göründüğünden 30 40 santim daha uzunmuş. Oysaki Rickles onun cüceliği ile de alay etmişti. Neyse o dev adam arkası dönük konuşmayı sürdüren Rickles’ın yanına sahneye çıktı. Rickles arkasını döner dönmez adamı yanında buldu. Hemen ağlamaya başladı. Hiç sektirmeden elinden mikrofonu fırlatıp adamın ayaklarına kapandı ve affedilmek için yalvarmaya başladı. Bu slapstick komedinin klasiği bir davranıştı. Tabi ki salondaki herkes katılarak güldü bu duruma.
Jim Carrey ekolü
Ben mizahın biraz soyut biraz absürd olanını severim dedim ya, bu Jim Carrey usulü komdiden hoşlanmadığım anlamına gelmez. Vucud dilini müthiş kullanır Jim Carrey. Aslında bu konuda onun Şarlo’nun direkt mirasçısı olduğunu söyleyebiliriz. Tabi ki bu komedi türünün tarihinde Jerry Lewis de var. Ben Recep İvedik’te de bu tür komedinin unsurlarını görüyorum.
Önyargıları kullanacaksınız Komedyenlerin söylediği şeyler çoğu zaman insanları rahatsız eder. Bunun nedeni de onların rahatsız olacağını bildiğimiz konulara özellikle saldırılmasıdır. Çoğunluk kızar mizaha. Çünkü anlamazlar. Bazıları gülse bile kızar. Gülüp unutanların sayısı çok azdır. Mizah yazarı risk almak zorundadır. Örneğin ; diğer insanları aptal olduğu yönünde yapılan bir espri her insanı güldürür, kimse espriyi üstüne alınmaz. Ama komedyenler açısından en risksiz mizah karşı cins hakkında yapılan espirlerden oluşur. “Karımla ben 20 yıl boyunca mutluyduk… sonra 20.yıl birbirimizle tanıştık ve evlenmeye karar verdik.” Evrensel geçerliliği bulunan ve her komedi şov rutininde mutlaka sonuç getiren bir espridir. Henny Youngman’i bir gün karısı aramış “bir kaza oldu arabamız şuan mutfakta” demiş. Henny de ona “arabayı mutfağa sokmayı nasıl başardın” diye sormuş. Kadın da “çok basitti koridorda düz gittim salona gelince bir sol sonra da sağ yaptım ve mutfağa ulaştım” demiş. Ta taaaaam… bu aşamada sahnede bateriyle esprinin bittiği sinyalini vermekte gelenektendir. Ancak yazıyla mizah yapanların bu avantajı maalesef yoktur.
Son söz
Amacım komedinin tarihini yazmak filan değildi tabi ki. Bu yüzden de birçok konuda eksik oldu bu yazı. Örneğin daha uzun bir çalışma yapıldığında absürt soyut komedinin klasiklerini üretmiş olan İngiliz ekolünü ayrıca ele almak gerekiyor. Monty Payton’s Flying Circus komedisini incelemek için insan ayrı bir kitap bile yazabilir. Slapstick komedide ise Jacques Tati ve Fransız ekolü incelenmeden fazla içerikli bir şey söyleyebilmek herhalde mümkün değil. Ben gazete için uzun olan bu yazıda bir mizahçı olarak sık sık karşılaştığım okur reaksiyonlarına teorik bir cevap vermeyi başardığımı umuyorum. Umarım bazı itiraz konularının