Selam, ben Kira. Lise öğrencisiyim.
Birkaç sorunum var:
1. Ben bir vampirim.
2. Sınıf arkadaşlarımdan biri öldü. Boynunda diş izleriyle.
3. Ben yapmadım! (Yemin ederim.)
4. Kimse bana inanmıyor. Bu yüzden…
5. Katili bulmak zorundayım. Üç tane şüpheli buldum bile. (Hepsi birbirinden yakışıklı, hiç sormayın.)
6. Son olarak: Bunlardan bir tanesine çok fena âşık olmak üzereyim. Ama… Ya katil o ise?
***
Rachel A. için; çünkü olağanüstü birisin ve aynı anda, bir cinayeti çözüp, üç oğlanı idare edip, bir kedi kapısından geçebileceğine iddiaya girerim. 🙂
Ve Kari için; çünkü sebebi belli.
Başlangıç
Ölüyor olsaydın…
On altı yaşında ve ölüyor olsaydın…
Kanın vücudundan dışarı boşalıp onları, gecenin yaratıklarını çağırdığında, ölmekte olduğunu bilseydin…
Onların solgun yüzlerini ve ay ışığında parıldayan sivri dişlerini görseydin ve akan ılık kanı ellerinde hissedip kesinlikle ölmekte olduğunu bilseydin…
Evet demez miydin?
Evet, dönüştürün beni.
Evet, yaşamak istiyorum.
Evet… beni de sizlerden biri yapın.
Birinci Bölüm
Okulumda bir katil var. Bu kez sorumlu ben değilim, o yüzden biraz gıcık olmuş durumdayım.
Ceset, Luna Lisesi önündeki basamaklarda yüzüstü yatıyordu. Basamaklardan yere akan kan, bizi karşılamak için serilmiş bir kırmızı halı gibiydi. Çocuğun üstünde Luna Tigers futbol takımının kırmızı ve altın rengi forması, yüzünde de şaşkın bir ifade vardı. Üçüncü katın penceresinden aşağı atılsam ben de şaşırırdım herhalde. Yukarıda kırık pencereler uğursuzca gıcırdıyor, bedenin çevresindeki kana karışmış cam parçacıkları sabah güneşini yansıtıyordu.
Otoparka girdiğimizde kanın kokusunu alabiliyorduk. Zach’in midesinin guruldadığını duydum. Bana sorarsanız son derece yakışıksız bir tepki. Hele sabah kahvaltısında neredeyse iki galon kan içtiğini düşünürsek çok da saçma.
İki polis memuru merdivenin başında durmuş telsizleriyle konuşuyor ve okula erken gelmiş meraklı gençleri uzaklaştırmaya çalışıyorlardı. Çoğu yüzme takımı sporcuları ve anne, babalan erken işe giden çocuklardı. Bir de ben ve Zach gibi, güneş iyice ortaya çıkmadan içerde olmayı tercih edenler.
Endişelenmeyin, güneşe çıkınca alev almıyoruz. Bu sadece bir efsane. Dracula’yı tekrar okuyun; güneşin onu öldürmediğini, yalnızca gücünü azalttığını göreceksiniz. Bram Stoker’m uzman falan olduğunu söylemiyorum, ama bu konuda haklı bence.
Anlayacağınız, dışarı adım attığımda bir ateş topunun içinde ölüp gitmiyorum, bu da işin iyi tarafı. Kötü habere gelince, doğrudan fazla güneş ışığı altında kaldığımda, kötü bir baş ağrısı çekiyorum ve geçmesi için karanlık bir odada bir süre dinlenmem gerekiyor. Hafif güneş alerjisi gibi bir şey. Dayanıklılığı azalan yaşlı vampirler için durum daha zor. Vücudumuza sürdüğümüz bu garip bitkisel güneş kremi bizi azıcık koruyor; gerçi onun yüzünden fesleğen gibi kokuyorum galiba.
Aslında berbat bir durum, artık deri kanserinden korkmama gerek kalmadığına göre istediğim kadar güneşlenebilmeliyim. Ama ben öldüğüm zamanki deri rengine mahkûmum. Zaten dondurucu Massachusetts’te güneş ışığı bulmak da pek kolay değil. Neyse ki solgun görüntü tekrar moda oluyor. (Gerçekten oluyor, değil mi?)
Tamam. Öldürülen gence dönelim.
Otoparkta, uzaktan bakınca dikkatimizi çeken bir şey daha vardı. Polisler gördüklerinin ne olduğunu pek anlayamasa da bizim gibi vampirler için boyundaki delikler önemli ipuçlarıdır.
Peki, iki küçük mükemmel delik yarası nasıl meydana gelebilir sizce? Her yerde bunu görürsünüz ama fiziksel olarak pek de mümkün değildir aslında, ben denediğim için iyi biliyorum. Evet, üstte iki sivri dişimiz var ama altta da iki küçük keskin dişimiz var. İyice kavrayıp, gereken tüm kanı çekebilmenin tek yolu hepsiyle birden ısırmak. Bu da dört küçük yara anlamına gelir, tabii temiz iş yapılmışsa.
Daha sık rastlanan ise, tıpkı burada olduğu gibi, çevreyi kan gölüne çevirmek.
Benim de boynumda ve bileğimde dört küçük yara izi var. Yarısı Olympia’nm (vampir “annem”) eseri, diğer yansı ise Crystal’m (vampir “kız kardeşim”). Şimdi çil gibi görünüyorlar, onları saçım ve kol saatimle gizliyorum. Tüyler ürpertici çiller… Ama daha kötüsü de olabilirdi.
Bu genç gibi boynumun yarısını kaybedebilirdim.
“İğrenç,” dedi Zach, arka koltuktan öne doğru eğilip omzumun üstünden dikkatle bakarak. Ondan uzaklaşmak için iyice cama yapıştım ama farkına varmadı. “Bunu yapan tekniğini geliştirmeli.”
Olympia arabayı park etti ve büyük, siyah gözlerinde Her şeyi biliyorum ifadesiyle beni süzmeye başladı.
“Ben yapmadım,” dedim hemen.
“Kira…” diye söze başladı.
“Benden kuşkulanacağını biliyordum! Bu haksızlık! Yemin ederim, ben yapmadım! Aman Tanrım, bir tek hata yaptım ve birdenbire tüm vampir saldınları benim suçum oldu.”
“Kabul etmelisin ki bu çok garip,” dedi Olympia. “İki şehirde arka arkaya iki vampir saldırısı. Senden önce yirmi beş senedir böyle aleni bir saldırı görmemiştim.”
“Tamam, tuhaf olduğunu kabul ediyorum ama yapan ben değildim,” dedim. “Yemin ederim.”
Gerçekten de vampir saldınlan her gün rastlanan olaylardan değildir. Aslında çok ender görülür. Sivri dişlerle uyandığım andan itibaren bütün kurallar kafama iyice sokulmuştu, geçen sene yaptığım küçük hatadan sonra da tekrar tekrar anlatılmıştı.
“Ayrıca, önce-ye-sonra-bırak benim tarzım değil, bilmiyor musun?” diye ekledim.
Arabanın ön camına doğru şaşı şaşı bakıp, “Hey, bu Tex Harrison,” dedi Zach.
“Olamaz,” dedim. Yalnızca bir aydır buradaydık ama Luna’nm yıldız oyun kurucusunu ben bile tanıyordum. “Nereden anladın?”
“Futbol formasından,” dedi Zach. “Dokuz numara, görmedin mi?”
Sanki bunu bilmem gerekiyordu.
“Bak!” dedim Olympia’ya dönerek. “Benim yapmadığımın ispatı! Tex Harrison gibi bir Neandertal’ı asla ısıramam. Kanının tadı bira ve Cheetos gibidir herhalde.”
Olympia gözlerini yuvarladı. Bunu sık sık yapar. Muhtemelen sadece benim yanımda. Galiba, on altı yaşındaki bir kızı ekibe katmanın iyi bir fikir olup olmadığını sorguluyor kendi kendine. Ölümsüz yaşamımın geri kalan kısmında on altı yaşında gibi davranıp davranmayacağım hâlâ belirsiz. Bana sorarsanız, bir sene önceki halimden çok daha olgun olduğumu düşünüyorum, yani endişelenecek hiçbir şey yok. Endişelenmesi gereken biri varsa, o da ben olmalıyım çünkü on altı yaşında bir bedenle yirmi beş… veya elli… veya beş yüz yaşında olmak pek de eğlenceli olmasa gerek. Sonsuza kadar her yıl liseye gitmek zorunda kalmaksa ölümden beter.
Olympia her zaman, “Köprüye vardığımız zaman karşıya geçeriz,” der. Bütün bir okul dönemini olağanüstü bir ölüm (benimki gibi mesela) olmazsa, taşınmak zorunda kalmadan bitirebilme olasılığımızı kasteder. Olumlu tarafından bakarsak, üçüncü kere Amerika Tarihi’ni okumak çocuk oyuncağı… ama ne yazık ki biraz da sıkıcı.
“Bizim gibi uyanacak mı?” diye sordu Zach. “Yani bir vampir olacak mı? Mezarını kazıklarla belirleyelim mi?”
Olympia doğru sözcükleri arıyor gibiydi. Bizi öldürecek konularda biraz hassastı. Evimizde tahtadan yapılmış hemen hiçbir şey bulunmazdı.
“Duruma göre değişir,” dedi Olympia. “Ölmeden önce ısırıldıysa evet, vampir olacak.” Oluşan kan gölünden aşağı, basamaklara damlayan kanı işaret etti. “Ama bu görüntü, önce öldürüldüğü, sonra ısırıldığı izlenimini veriyor. Aksi halde vampir onu camdan fırlatmadan önce kanını iyice emerdi. Bence vampir onu camdan attıktan sonra bir şeyler atıştırmak istemiş ancak kızı…”
“Ya da erkeği!” diye itiraz ettim.
“…bir şey durdurmuş herhalde, çünkü cesette hâlâ çok kan var.”
“Bu son derece iğrenç bir muhabbet,” dedim. Vampirliğin Hımmm, kan, leziz olayına tam olarak uyum sağlayamamıştım. Bedenim kan isterken, beynim öğğğ, KAN bu, düşüp bayılacağım şimdi durumundaydı.
“Bu konuyu Wilhelm’le konuşmalıyım,” dedi Olympia iç çekip. Wilhelm benim vampir “babam.” (Kendisine “Reis” denmesini tercih eder. Şakayla bile baba diyecek olsanız, solgun kollarını deli gibi sağa sola sallar ve bıyığının üzerinden, öfkeyle burnundan soluma sesleri çıkarır.) Genellikle tabutunda yatar ve dünyanın bugünlerde ne kadar yozlaştığını ilan edip durur. Anlaşılan ortaçağdan beri her şey daha da kötüleşmiş.
“İyi, ona benim yapmadığımı söyle,” dedim.
“Başka kim olabilir ki?” dedi Zach. Çok yardımcı oldun. Sağ ol Zach.
“Sen yapmış olabilirsin,” dedim. “Senin ani isteklerini iyi kontrol edebildiğin ne malum?”
Kabul etmeliyim ki vicdansız bir saldırıydı. Öfkelendi ve yüzü kızardı. Bu da ancak, daha önce belirttiğim gibi, kahvaltıda içtiği iki galon kanla açıklanabilirdi.
“Ben dün akşam Bert’le kan bulmaya çıkmıştım,” dedi buz gibi bir sesle.
“Doğru,” diye onayladı Olympia. “Uzun süre yoktular.”
“Sen neredeydin?” diye sordu Zach.
Onun da kesinlikle bildiği gibi dışarıda, tek başımaydım. Onun dışarıda olduğunu bilseydim, çıkmaz, evde oturur televizyon izlerdim. Zach’ten-uzak-dur modunda olduğum için, uyuduğundan emin olana kadar uzun gece yarısı yürüyüşlerine çıkıyorum. (Aramızda insan saatine en uygun davranan odur.) Cinayet sırasında nerede olduğumu kanıtlamak açısından, yürüyüşte olmam maalesef iyi bir özür sayılmazdı.
“Mezarlıktaydım,” dedim iç çekerek. Bunun bir klişe olduğunun farkındaydım. Ama orası geceleyin gerçekten çok huzurlu. Mezar taşlarına bakmaktan ve yatanlar arasında vampir olarak geri dönenler olup olmadığı konusunda tahmin yürütmekten çok hoşlanıyorum. Ayrıca ay ışığı bizi daha güçlü kılıyor, bu da ertesi gün fizik ve beden eğitimi derslerine katlanabilmeme yardımcı oluyor. Eminim, Wilhelm’in zamanında Transilvanya’daki vampirler böyle acı çekmemişlerdir.
“Aramızdan biri değilse,” dedi Olympia, “o zaman bu, şehirde başka bir vampir olduğu anlamına geliyor.” Aslında, büyük olasılıkla birden fazla. Bizler de kan emmeyen normal insanlar gibi çoğunlukla ailece seyahat ederiz. Bu şekilde çevreyle daha uyumlu görünürüz.
Şüpheli birini görebilmek ümidiyle, otoparkta büyüyen öğrenci kalabalığını gözden geçirdim. Ya da bilirsiniz işte… aç görünen birini.
Hemen herkes uykuluydu. Sabahın altı buçuğuydu. Kim olursa olsun, uyanık olmak için çok erken bir saatti. İnsanken böyle hissederdim ve şimdi vampir olarak da kesinlikle aynı şekilde hissediyorum. Şu an yatağa girmiş, gün ışığından kaçmak için uyuyor olmam gerekirdi ama Olympia elimizden geldiği kadar insan gibi davranmamız gerektiğini düşünüyor. İnanın, okuldan eve döndüğüm an uyuyakalıyorum. Hava iyice karardıktan sonra uyanıyorum ve sabaha karşı üçte ödevlerimi yapıyorum.
Çevremizdeki yüzlerin çoğu da gece çok geç yatmış gibi yorgun görünüyordu.
Ama bir kişi vardı ki…
Tamam, itiraf edeyim. Dikkatimi çekmesinin ilk nedeni seksi olmasıydı. Evet, kan emici bir vampirim ama aynı zamanda yeni bir okula başlamış genç bir kızım ve seksi tipler sürekli ilgimi çekiyor. Kısmen Japon gibi görünüyordu; tıpkı benim gibi. Kısmen de başka bir şey olmalıydı… belki Polinezyalı, belki de Hawaiili. Koyu renk saçları kıvırcıktı ve açık konuşmak gerekirse, sörf yapan veya en azından sörfle ilgili bir filmde oynayan birini andırıyordu. Polis barikatından birkaç metre uzaktaki siyah bir arabaya, sıradan bir şey izliyor gibi yaslanmıştı: Ah, bakın, bir cinayet…aman her neyse. Boynunda çok tatlı bir ip kolye vardı ve güneş gözlüğü takmıştı.
Ama süper vampir görüşüm sayesinde -önceki gece ay ışığında yaptığım tembel gezinti iyice şarj olmamı sağlamıştı- koyu renk camların ardından gözlerini görebiliyordum ve böylece ölü bedene dikkatle baktığını söyleyebilirdim. Diğer herkesin gözündeki Vah vah, okulumuzun basamaklarında bir ceset var bakışı değildi onunki.
Daha çok, Ne olduğunu kesinlikle biliyorum bakışıydı.
İkinci Bölüm
Tabii ki başkalarının zihnini okuyamıyorum. Gerçi çok uzun çalışmalardan ve bin yıllık bir vampirlikten sonra bu fiyakalı güce sahip olup, mesela insanları büyüleyebileceğinizi duydum. (Doğru olabilir korkusuyla Wilhelm’in yanındayken onunla ilgili kötü şeyler düşünmemeye özen gösteriyorum.) Yani, seksi gencin yüz ifadesinin ne anlama geldiğinden emin olamamıştım. Ama mutlaka öğrenmek istiyordum.
“Belki de gidip araştırmalıyım,” dedim, elimle kapı kolunu kavramıştım bile.
“Bekle,” dedi Olympia. “Önce biraz inceleyelim.” Yedi yüz yıl yaşamayı başarmasının nedeni bu tedbirliliğiydi herhalde ama beni çileden çıkarıyordu.
Doğrusu onun neyi incelediğini pek bilmiyorum ama ben “gözlemsel” bakışlarımı Bay Seksi’den ayırmıyordum. Vampir olabilir miydi? Benden çok daha yanık tenliydi, belki de sadece daha koyu bir ten rengiyle doğmuştu.
Sorun şu ki vampirler genelde bariz bir sıra dışı görünüme sahip değildir. Galiba benim köpekdişlerim azıcık daha uzun,