Ben uydurdum bütün bu hikayeleri. Ama size şunu söylüyorum ki: Daha yüksekte duran bir gerçeği işaret etmek için bunca hikaye uydurdum. Demek istediğim, hepsi yalanken anlattıklarımın, anne kalbinde bir çocuk yokluğunun işaret ettiği acı yalan değildi. Yalan değildi eşi zalim avcı tarafından vurulan turnanın zaruri ölümü. Yalan değildi kemalin arkasından zevalin geldiği. Olgunlaşan her şeyin sonunda bozulduğu. Bir şey bozulurken onunla birlikte başka şeylerin de bozulduğu. Yalan değildi devletlerin insanlar gibi, aşkların da devletler gibi ömürleri olduğu, mahiyeti safiyet olan aşkı en çok karanlıkların boğduğu. Yalan değildi aşkın birbirine uymayan iki tanımının olduğu. Bu tanımlardan biri sorgusuz sualsiz teslimiyet anlamına gelirken, diğerinin, sorgusuz sualsiz teslimiyetin kurulumu demek olduğu. Böylece aşkın mutlak tanımının mümkünse aleminde na-mümkün olduğu. Yalan değildi güzel kokunun ezel hatırası taşıdığı. Yalan değildi bazı şeylerin hep bir şeyle bir şey arasında ürperti gibi asılı durduğu. Günahı ve ihaneti bu dünyada su, öbür dünyada ateş arıtacakken, suyla arınmayan aşık kalbinin ancak ateşle durulduğu. Belki de bu yüzden bir büyük yangının koptuğu. Bir ocağın; kelama mecbur çileden yenik elemden ibaret bir kalpten kopa gelen yangınla tutuşup kül olduğu. Hikayelerine ayrılarak anlatılmış bir romanda son kez yemin ediyorum ki; Vallahi yalan değildi!
Sebepleri önce yazan ve sonra yaratan Tanrı, Adem’e önce
isimleri öğretmişti de hayatları sonradan vermişti. Ki Adem
bildiği isimlerle meleklere üstün kılındı, bir sürgününün ardından
onlarla tevbe kıldı, onlarla secde kıldı, isimleri, varlıktan beyanınday
dı çünkü. İsim hayattan evveldi, isim sebepti. İsim her şeydi.
Padişah ite yeniçerinin isimleri arasında yazıldı bu hikâye. Kul ile şahın. Bu sebepler âleminde padişah bir isimdi çünkü, onun neferi de bir isimdi.
Halkına dair bütün hükümleri iki dudağı arasında tutan, sonra bir mumun alevini titretip titretmeyeceğini hesaba katmaksızın, bir nefesle salıveren padişahın varlık hükmü de iki isim arasındaydı: Sikke ve hutbe.
Hutbe: Söz.
Sikke: Yazı.
Adına basılan sikkenin üzerine yazılan ismi ve adına okunan hutbede söylenen ismi, padişahı padişah ederdi Böylece padişah kayıt altına aldığı iki isimle padişah ederdi ismini.
Adı hutbeden çıkarılan her padişahın son bulmuş bir hikâye olması, İsim ve hayat arasındaki ölümcül muaşakadandı. Hutbede şiirini okumayı terk eden coğrafyayı en evvel kaybetmem bu yüzdendi padişahın İsminin ulanmadığı yerlere hükmü geçmezdi padişahın İsmi kadar yakardı her padişah padişah bu yüzden bir isim demekti.
O kadar “bir isim “di ki bir padişah. Mehmed, Selim. Süleyman, kendi biricikliğini kuramayıp da. yani ki kendi hayatını tasarlayıp da. kendi adını koyamayıp da, havında bir sıra sayı şifalı. Üçüncü Mehmed, Üçüncü Selim, İkinci Süleyman, çoğul bir uzun tek düze örneklerinden biri olarak kaldığında yitirirdi kendine özgü padişahlığını. bazen bu sayı sıfatlarının dördüncüsü, beşincisi hana alımcısı bile olurdu İtti yüzden olmalı ki onlardan kendi biçildiğinde var alabilen her biri; aynı değil farklı, bir değil çok hayat yaşadığında ve hayat bir İsme sığmadığında, kendi isminden de çok kendisine koyulan bir diğer isim olurdu. Onu diğer isimdaşlarından ayıran bir lâkap, İkinci bir isim:
Fatih. Yavuz Kanuni.
Pahası, bazen iki isme sığmazdı da. üçüncü bir İsim taşırdı padişahı. Muhteşem! Onu kim “I. Süleyman” olarak tanıyor ki?
İsmi olan padişah varlıktı, onun yeniçerisi ise varlık uğrundaki yokluk. Padişah efendilikti, yeniçeri kulluk. O kadar ki efendiliği ile var olan padişahın kulunu bağladığı sonra O da bir isimdi. İsimleri yaraları ve sonra öğreten ve sonra en güzel isimlerin sahibi, ve doksan dokuz ismin sahibi, ve sonra azam ismin sahihi olan Allah’ın ismi: Kelimetullah. Allah’ın ismi kul ile efendi arasında yüceltici ve bağlayıcı sonuç isimdi. bu yüzden yeniçeri, suların henüz yataklarında aktığı evvel zamanlarda varlık gayesinde kuldu ama köle değildi.
Varlık isimdi. Yokluk? Ölüm. O da isimsizlik demekti. Bir kulilge kaydolmakla başlardı yeniçerinin hayatı. Bir defter. bir isim. Sonra bir ismin iptali, üzerinden bir çizgi geçiverilmesi. Defterden bir ismin silinmesi. Yokluk böyleydi.
Bu yüzden, Ölümü hak etmiş ve İnfazı ancak kendi subayına havale edilmiş bit yeniçeri, Ölümünün gizlice dökülen bir kan suretinde gelen sırrına teslim edilmeden önce, adı ocak deflerinden silinirdi. Böyle başlardı yeniçerinin ölümü hikâyesi. Belli ki ölüm bir yeniçeriye adı kütükleri silindikten sonra gelirdi. O ki bir yeniçeri, ismi deftere kayıtlı olduğu sürece ölüm çağıracak kadar büyük bir suç işleyemezdi. Ve eğer ölüm çağıracak kadar büyük bir suç işlemişse, önce adı silinirdi defterden sonra ölüme verilirdi. Adının deflerden silinmesi bir yeniçeri için zaten ölüm demekti. Ve adı olmayan bir yeniçeri hayatı da olmayan bir yeniçeri demekti.
Bir yeniçeri isminin defterden silinmesi ya kırmızı mürekkeple oluverirdi ya da siyah mürekkeple. Bir hayat, bir defter üzerinde öyle biterdi. Kırmızı mürekkeple geçilmişse bir ismin üzerinden, ya bir ayrılık, emeklilik olmuş olurdu kışladan ocaktan, ya da bekleyenini yatakta yakalayan munis bir ölümün şerhi düşmüş olurdu yeniçeriye yazılmış kaderin üzerine. Lâkin siyah mürekkebin söylediği müthiş olurdu. Siyah, eğer ki iptal serüvenini yazan mürekkebin rengiyse, o haneden bir idam geçmiş demek olurdu.
Aksam ile yatsı, iki vakit arasında uygulanırdı ceza. İdamdan önce, Ağakapısı veya Yedikule zindanında ya da Rumelihisarı ‘nda bir mahpusluk beklerdi, ismi birazdan defterden silinip gidecekleri. Ve gecenin sessizliğinde boşluğa dağılan bir top sesi haber verirdi İstanbul’da bir yeniçerinin idam edildiğini. Bütün ömrünü göklerin altında ve toprağın üzerinde yürüyerek geçirmiş bulunan ve denizin ürkütücü derinliğine, suyun sesine hiç karışmamış olan ağır piyade yeniçeriyi, bir masal ırmağına benzeyen Boğaz’ın sularında kayıplara karışırken uğurlayan son ses olurdu bu tek parça top sesi.
Z aman dizimi İhlâl edilmiş olan bu hikayede, bir devşirme olarak kurguya girecek olan Nezuka’nın yeni bit isimle yeni bir hayatı başlamasından çok uzun zamanlar sonra. Düzme bir solağın çağrışımıyla anlatılacak olan tumanın efsanesinin İse çok ama çok daha sonrasındaki bir zamanda. Tuna üzerine çoktan bir köprü kurulduğu, Süleyman’ın bir hayata sığmayıp da önce Kanuni, sonra Muhteşem olduğu saadet zamanlarının da sonrasında. Süleyman’dan sonra, bedelini pek pahalı ödese de isminin başına yeni bir İsim getirebilen ilk padişah olan Genç Osman’ın yeniçeriler tarafından ihanete uğradığı, Selimlerin üçüncüsünün bestekârlıkla padişahlık arasında sarayının duvarlarına gül ebrûsu çizdiği zamanlardan da sonra. Her şeyin önce kurulduğu sonra bozulduğu zamanlarda. Padişahın ikinci Mahmud olduğu. Devletlerin de insanlar gibi ömürleri olduğu asırlar önce yaşamış Tunuslu tarihçinin büyüleyici teorisiyle çoktandır aşikâr kılındığı ama herkeslerin hem sebepler hem çareler arayıp durduğu. Kıvılcımlarından önlenemez yangınlar çıkıp duran yeniçeri ocağını ateşe atmak fikri, İkinci Mahmud’un zihninde uzun zamandan beri bir çare olarak su gibi akıp durduğu zamanlarda.
Zaman zamandan önce, zaman zamandan sonra. Padişahın yine İkinci Mahmud, sadrazamın Mehmed Selim Paşa. şeyhülislamın Kadızade Tahir Efendi, Yeniçeri Ağasının Mehmed…