Birkaç yüzyıl öncesine kadar medeniyeti belirleyen Müslümanlar, bugün neden geri kalmış durumdalar? Çağdaşlık ve İslam yan yana gelebilir iki kavram mıdır? Kur’an ve İslam hakkında ne kadar şey biliyoruz? Bildiklerimizin ne kadarı gerçekle örtüşüyor? İslam sadece bir inanç biçimi midir, yoksa insan hayatının tüm çizgilerini belirleyen bir sistem mi? Müslüman kadın kimdir, nasıl olmalıdır? İnsanların eşitliği diye bir şey var mıdır? Müslümanların kardeşliği nasıldır ve bu mümkün müdür? Din ve vicdan özgürlüğünün sınırları var mıdır? Azınlıklar sorununa nasıl bakmalıyız? İslamî yeniden doğuş, dinî veya siyasî devrim mümkün mü?
Geçmiş-günümüz-gelecek üçgeninde yer alan bu ve benzeri konuların aydınlatılması, Müslüman zihinlerde şüpheye yer bırakmayacak şekilde çözülmesi gerektiği ortadadır.
Elinizdeki kitapta Aliya İzzetbegoviç, yukarıda bir kısmı zikredilen onlarca soru ve problemin cevabına ilişkin görüş ve düşünceleriyle çözüm önerilerini ortaya koymakta.
MÜSLÜMANLAR NEDEN GERİ KALDI?
Bu sorun uydurma veya basit bir tefekkürün eseri değildir, Cebelitarık’tan Endonezya’ya kadar bütün bölgelerde mevcut sakinlik ve atalet manzaraları bu soruyu zorunlu kılmaktadır. Bazıları tarafından “islam’ın Gecesi” olarak tarif edilen bıı durumun kendini açıkça göstermesi, Hindistan’ın İngiltere tarafından işgali ile I. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar olan dönemi kapsamaktadır. Tıpkı sonuçlarının günümüze kadar bütün gücüyle hissedildiği gibi onun daha derin sebepleri ve çak eskilere dayanan başlangıcı bulunmaktadır.
Bir halkın yükseliş ve çöküş sebepleri her zaman çok karmaşık ve çeşitlidir. O sebeplerin sadece bir kısmı objektiftir ve böylece değerlendirme ve öğrenmeye açık, diğer bir kısmı ise insanların kalp ve iradelerinde bulunduklarından dolayı ulaşılmaz ve açıklanamazdır.
Sayacağımız bölgeler dışındaki geniş alanlarda sayısız nesil “fellih” (köylü) tarih dışında kalıp yerinde sayarak yaşar ve ölürken, aynı zaman diliminde hayat, irade ve aydınlanmanın kaynaklarının tarih boyunca Mısır, Yunanistan, Roma, Arabistan. Hindistan, Çin ve Meksika’da, bugün ise Avrupa ve Amerika’da ortaya çıkma sebepleri nelerdir? Başkalarıyla, aynı güneş ve aynı şartlar altında oldukları halde biçimsiz ve bilinmez olarak gezinmeye devam ederken, bir halkın birdenbire kendini bulması ve kahraman, aziz, şair beşiği olmasını sağlayan nedir?
Açıklamalar bir daîrede toplanmakta Liderler, kurumlar, ekonomik şartlar v.s. suçludur. Halk cahildir ve bu yüzden ahlaksız liderlere tahammül etmektedir. Liderler ise bencildir ve halkını bilinçlendirmemektedirler. Kurumlar ortamın kültür seviyesinin sonucudur ve kendi açısından da düzenin, daha doğrusu aynı kurumların sonucudur. Burada sebep nedir, sonuç ne olabilir?
Tarih, söz gelimi matematik gibi kesin doğru değildir. Onun kendi kuralları vardır fakat bu kurallara bakarak hadiselerin cereyanını tahmin etmek veya cereyan etmiş olanlarını kesin olarak açıklamak mümkün değildir. Tarih hayat ile alakalı bir hikâyedir. Hayat ise özgürlüğün, kendiliğinin ve öngörülmediğin tezahürüdür. Onun son tanımlanmasında hayat sır olarak kalır. Bu sebepten dolayı, bir halk neden geri kalır sorusuna kesin ve tam bir cevap yoktur ve olamaz.
Alan sınırlaması sebebiyle mümkün olmadığı gibi bu makalenin hedefi Müslüman halkların gerileme sebeplerini araştırma hatta saymak bile değildir. Fakat ona rağmen diğerlerinden, taşıdıkları önem itibarıyla ayrılan iki sebebi zikredeceğim: Dış sebep Moğol İstilası, iç sebep islam’ın teolojik yorumu.
Her ne kadar Moğol istilasıyla alakalı olarak çok yazılıp çizildiyse de, bu facianın korkunç boyutlarının insanların zihinlerinde hiçbir zaman yeterince anlaşılmadığını düşünüyorum. İslam için hayatî önem taşıyan muazzam büyüklükteki alanda yüzlerce şehir ve insan eli ile yaratılan ne varsa yeni ve hatta eski tarihte Örneği bulunmayacak şekilde yok edilmiştir. Birçok bölgenin nüfusu, son insana kadar, tamamen ortadan kaldırılmıştır. Ayaklat altına alınmış insanların bir daha ayağa kalkmaları mucize sayılabilir.
Diğer taraftan; İslam’ın sadece teolojik olarak anlaşılması onun sadece din mesajı olarak algılanması ve böylece dış dünyayı düzenleyen ve değiştiren rolünün dışlanması hatta yok sayılması İslam toplumunun gücü ve direncini içerden zayıflatarak barbarların kolay avı haline gelmesine sebep olmuştur.
Şimdi bu makalenin gerçek görevine dönelim. Ki bu görev sadece ve sadece sebeplerin karmaşıklığı, içinde milyonlarca müslümanın dini, ülküsü, hayat tarzı veya hayat felsefesi olarak İslam, “halkların geri kalmalarının sebebi olabilir mi?” meselesini değerlendirmektir. Geçmişte İslam halkları veya onların büyük çoğunluğu geri kalmış değillerdi. Bugün ise geri kalmışlık vardır.
Fakat Müslümanlar İslam’ı takip etmemekledirler. İlki için şahit olarak tarihi, ikincisi için kendimi, sizi ve hepimizi alıyorum,
II
İslam; Kur’an, Hadis ve diğer kaynaklarda mevcut bulunan mesajların toplamıdır. Fakat aynı zamanda İslam gerçek dünyada yar olan bir hadisenin, hukuk, şehirler, devletler ve medeniyetler yaratan hareketin adıdır. Hem mesaj olarak hem de gerçek tarihi olay olarak o gerilemeyi reddeder. İslam’ı savaşçı din kabul edip ona saldıranları, onu “ibadette bile sakin olmayanların, insanları Tanrı İmparatorluğuma hazırlamak yerine dünyayı fethetme hedefleri olanların, oruç tutmaları daha çok içinde güç ve merhamet ile tat ve zevkin umutsuz bir karışımı olan kimselerin dini” olarak görenleri hatırlayalım.
Motifleri ne olursa olsun bu saldırıda biraz gerçek vardır. İslam her ?aman. iç ve dış, ahlakî ve tarihî, bugünü ve ahireti, iki dünyayı istemiştir. İslam bu ikili davetle tanımlanabilir. Allah’a ve iyiliğe karşı İslam teslimiyeti emrediyordu fakat kötülük, zulüm, düşmanlar, hastalık, pislik ve batıl inanca karşı onun sadece tek bir emri vardı: Mücadele. Fransız islamolog jacques Rissler İslam’ın beş değil altı ana emri (İslam Şartı) olduğunu iddia eder; ona göre İslam’ın altıncı şartı mücadeledir. Kuşkusuz, gerçek İslam’ın ruhu ve sözünün en güvenilir yorumcuları ilk Müslümanlar olmuştur. Aşağıda vereceğimiz bilgiler onların, İslam davetinde kadere boyun eğmek değil, dünyanın fethedilme ve değiştirilme talebinin sesini duyduklarını açıkta ortaya koymaktadır,
İslam 610 yılında, bilinmeyen kabileler arasında ve o zamanki medenî dünyanın uzak bir bölgesinde ortaya çıktı. Muhammed a.s. 632 yılında vefat etti ve bundan sadece 100 yıl sonra onun askerleri bugünkü Paris’in önünde bulunmaktaydılar (732 yılında Poltiers savaşı). Hayatın bu güçlü basıncını ve sadece 100 yıl içinde onun dev kuşağı cereyan eden hadiseleri gözlemleyelim. Temelleri devamlı hareket ve inşa faaliyetlerinde bulunan ve o zamana kadarki olanların hiç birine benzemeyen yeni bir dünya yaratıldı. O zamanki kültür dünyasının muazzam alanı akıl ve dinin belirgin gücü ile asimile edilmişti. Suriye 634, şarT1 (Dımeşk) 635. Ktesifon 636 yılında fethedildi, Hindistan ve Mısır’a ise 641 yılında ulaşılmış oldu. Kartagina 647, Semerkand 676, İspanya 71° yılında fethedildi. 732 yılında ise Müslümanlar Fransa’da durduruldu. 629 yılında uzak Çin’e gelen islam tebliğcileri o zamanki çar olan Tay Çung’a mesajları teslim ederek görev için İzin aldılar (o sırada onlar bugün de ayakta olanı/e dünyanın o bölgesinde en eskisi sayılan Kanton’da cami inşa etli). Bu heyecan, bu “örneği bulunmayan meşhur (büyülenmiş) insanlığın kurtuluşu” (Spengler), insanlık tarihinde tek bir hadise olarak karşımada durmaktadır. Dünya Tarihi eserinde H.G.Wels o günlerle alakalı olarak “Arabistan din ve iradenin odağı haline geldi” demektedir. 655 yılında İslam donanması Likya sahillerinde cereyan eden savaşta Bizans donanmasını yenmiş ve bugüne kadar Arapların böylesine bir donanmaya nasıl sahip oldukları açıklanamamıştır. Böylece 662 ve 667 yıllarında Muaviye istanbul’u kuşatır. Halife Abdülmelik ve oğlu Velid hilafeti esnasında İslam Devleti batıda İspanya (Piriney adasın’dan doğuda Çin’e kadar olan toprakların hakimiydi (685715 yılları arasında). Daha sonra Kurtuba. Bağdat ve Delhi merkezleriyle İspanya, Ortadoğu ve Hindistan’da kurulan islam imparatorlukları tarihin 1000 yıldan fazla bir bölümünü kapsamaktadır. Engizisyon’un acımasız darbeleri karşısında, İslam’ın 700 yıl boyunca en güzel çiçeklerini verdiği ispanya’dan çekilmek zorunda kaldığı zamanda yeni ve güçlü bir dalga Küçük Asya’da (Anadolu) büyümeye başladı ve İstanbul’u fethederek Balkanlar üzerine Avrupa’ya güçlü bir şekilde aktı. Türkler (burada Müslümanlar demek) en son 300 yıldan az (daha doğrusu 1682 yılında) bir zamanda Viyana’nın önünde idi. Hindistan’daki islam iktidarı “Hindistan’ın tarihinde yaşadığı en güzel dönem” den sonra aso’den evvel sona erdi (H.G.Wels’in Büyük Moğollar hanedanı dönemi (1526i707)hakkındaki düşüncesi). Sırf fikir vermek maksadıyla, belli bir sıra takip etmeksizin, işte bazı tarihi gerçekler.
Büyük Moğollar hanedanından olan meşhur Şah Ekber “en büyük Hindistan hâkimlerindendi ve aynı zamanda dünya tarihi içinde büyük insanlar grubuna aitti. Hindistan’ın daha güçlü olmasını sağlayan organizasyonun bir kısmı bugün dahi varlığım….