Dan Brown; Da Vinci Şifresi, Melekler ve Şeytanlar’dan sonra Kayıp Sembol’de insanlığın yüzyıllardır beklediği bir gerçeğin peşinde… Harvard Simgebilim Profesörü Robert Langdon, Kongre Binası’nda konferans vermesi için yakın bir arkadaşından davet alır. Ancak, Washington’a varır varmaz oldukça garip bir durumla karşı karşıya kalan profesör, kendini korkunç bir oyunun ortasında bulur. Kongre Binası’na bırakılmış olan bir sembolün -yakın arkadaşı Peter Solomon’ın kesik eli- varlığını haber veren bir telefon, Langdon’ı hiç de yabancısı olmadığı bir dünyaya davet etmektedir. Antikçağlarda kullanılan bu sembolik çağrı, daveti alan kişiyi ezoterik bilgeliğin hüküm sürdüğü, çok eskilerde kalmış kayıp bir dünyaya sürükleyecektir. Sonu belli olmayan bu mistik daveti arkadaşını kurtarmak için kabul eden Langdon, bir anda masonik sırların, saklı kalmış tarihin ve o güne dek görmediği yerlerin gizli dünyasında inanılmaz bir gerçekle yüzleşmek zorunda kalır. Artık cevaplanması gereken sorular vardır: İnsanlığın Altın Çağı, açılmaması gereken bir kapının aralığından sırlarıyla birlikte yok mu olacak, yoksa hikmetin ışığında tüm soruların cevapları mı bulunacaktır?…
Dünyanın anlamının farkına varmadan dünyada yaşamak, kitaplara dokunmadan büyük bir kütüphanede dolaşmaya benzer…
Tüm Çağların Gizil Öğretileri
GERÇEKLER
1991 yılında CİA başkanının kasasına bir belge saklanmıştı. O belge bugün de hâlâ orada durmaktadır. Şifreli metinde eski bir kapıya ve yeraltındaki bilinmeyen bir bölgeye atıfta bulunulmaktadır. Bu belgede aynı zamanda “orada bir yerde gömülü” ifadesi yer almaktadır.
Farmasonlar, Invisible College”. Güvenlik Ofisi’, SMSC” ve Noelik Bilimler Enstitüsü’” de dahil olmak üzere bu romanda ismi geçen tüm organizasyonlar gerçekte mevcuttur.
Bu romandaki tüm törenler, sanat eserleri ve anıtlar gerçektir.
ÖNSÖZ
20.33
İşin sırrı ölümün nasıl olduğu…
Zamanın başlangıcından bu yana sır ölümün nasıl olacağıydı.
Otuz dört yaşındaki üye, bakışlarını avucunda tuttuğu insan kafatasına indirdi. Bir kase gibi çukur olan kafatası, kan kırmızısı şarapla doldurulmuştu.
Kendi kendine iç, dedi. Korkacak bir şey yok.
Gelenek olduğu gibi yolculuğuna; üzerinde çıplak göğsünü gösteren ve sağ kolu dirseğe kadar kıvrılmış bol bir gömlek ve sol bacağı dize kadar sıvanmış bir pantolonla damgasına götürülen bir ortaçağ kâfirini tasvir eden ritüel kıyafetiyle başlamıştı. Boynuna geçirilmiş kalın bir ip yere kadar sarkıyordu, yani kardeşlerin deyimiyle “cable tov…… Ama bu akşam şahitlik eden diğer kardeşler gibi o da usta kıyafetleri içindeydi.
Etrafını çevreleyen kardeşler topluluğu koyun derisi önlükleri, kordonları ve beyaz eldivenleriyim loca kıyafetlerini giyinmişlerdi. Boyunlarında, loş ışıkta hayalet gözleri gibi parlayan tören madalyonları asılıydı. Bu adamların pek çoğu gerçek yaşamlarında Önemli mevkilere sahiptiler, ama üye, onların dünyevi mevkilerinin bu duvarların arasında hiçbir şey ifade etmediğini biliyordu. Burada herkes eşitti, hepsi de gizemli bir bağı paylasan yeminli kardeşlerdi.
Üye, ürkütücü topluluğa göz gezdirirken, bu adamların bir yerde, hem de böyle bir yerde toplanacağına dışarıdaki dünyadan kimlerin inanacağım merak etti. Bu oda, antik dünyanın mabetlerini andırıyordu.
Ama gerçek daha da garipti.
Beyaz Saray’dan birkaç blok ötedeyim.
Washington D.C., 1733 16. Sokak Kuzeybatı adresindeki devasa yapı, Hıristiyanlık öncesi tapınakların bir kopyasıydı; Kral MausulIusun tapınağı, orijinal mozole… ölümden sonra götürülen yer. Ana girişin dışında, on yedi tonluk iki sfenks, bronz kapılara bekçilik ediyordu. İçerisi ise tören alanı, koridorlar, mühürlü mahzenler, kütüphaneler ve halla duvara yapılmış niş benzeri bir bölmede yatan iki cesedin bulunduğu gösterişli bir labirentten oluşuyordu. Üyeye bu binadaki her odanın bir sırrı sakladığı söylenmişti, ama o hiçbir odanın, şu anda avcundaki kafatasıyla diz çöktüğü bu dev salondan daha derin bir sırrı saklamadığını biliyordu.
Mabet Odası.
Burası kusursuz ölçülerde yapılmış kare şeklinde bir odaydı ve mağarayı andırıyordu. Yeşil granitten yekpare kolonların taşıdığı tavan, yerden otuz metre yüksekteydi. Domuz derisiyle koyu ceviz, ağacından el yapımı sıralar odayı çevrelemişti. On metre uzunluğundaki bir taht batı duvarına hâkimdi, karşısındaysa gizlenmiş bir kilise orgu duruyordu. Duvarlar; Mısır’la. İbrani kültürüyle:, astronomiyle, simyayla ve bilinmeyen pek çok şeyle ilgili antik sembollerden oluşan bir kaleydoskoptu…
Bu akşam Mabet Odası özenle yerleştirilmiş mumlarla aydınlanıyordu. Onların loş ışıltısına sadece tavandaki yuvarlak açıklıktan süzülen soluk ay ışığı eşlik ediyordu. Odanın tam ortasına yerleştirilmiş en şaşırtıcı unsur olan siyah Belçika mermerinden yontulmuş devasa sunağa ay ışığı vuruyordu.
Üye kendi kendine, işin sırrı ölümün nasıl olduğunu diye hatırladı.
Bir ses, “Vakit geldi.” diye fısıldadı.
Üye. önünde duran beyaz, cüppeli şahsı tepeden tırnağa süzdü. Üstadı Muhterem. Ellili yaşlarının sonlarındaki adam; çok sevilen, güçlü ve büyük servet sahibi olan bir Amerikan masonuydu Bir zamanlar koyu olan saçları artık griye dönüyordu, ünlü siması gücünü ve dinç zekâsını yansıtıyordu.
Üstadı Muhterem düşen bir kar tanesi kadar yumuşak sesiyle, “Yeminini et,” dedi. “Yolculuğunu tamamla.”
Üyenin yolculuğu, bu türden tüm yolculuklar gibi birinci dereceden başlamıştı. O akşam, şimdikine benzeyen bir törende Üstadı Muhterem …