Osmanlı’da İmamlar ve Bir İmamın Günlüğü adıyla takdim etmekte olduğumuz bu çalışma, iki kısımdan meydana gelmektedir. Çalışmanın imamlar ağırlıklı olarak işlenmiş bulunan birinci kısmı, konu hakkında genel bir değerlendirme girişimi olup imamlar dışında hatib, müezzin gibi camiilerdeki diğer cihet sahiblerini de ele almaktadır.
Burada, konu ile ilgili arşivlerimizde mevcud çok sayıdaki belgeden ve bu belgelere dayanarak yapılan geniş örneklemelerden hareketle ilk defa genel bir tablonun çıkartılması amaçlanmaktadır. İmparatorluk dönemindeki bu tablo, geçmişin muhasebesiyle artık hayatî bir zaruret haline gelen Cumhuriyet devrindeki kaçınılmaz ve köklü değişimin sebeplerini gözler önüne sermesi bakımından ayrı bir önem arz etmektedir.
Kitabın sonuna bu konu ile ilgili seçilmiş arşiv belgelerinden oluşan bir bölüm ilave edilmiş bulunmaktadır. Çalışmanın ikinci kısmını teşkil eden ve yazarının Cerîde olarak andığı Günlük, yazma olarak Süleymaniye Kütüphanesi Zühtü Bey kitapları nr.
453 kaydı altında mahfuz olup şimdiye kadar dikkati çekmemiş ve dolayısıyla da herhangi bir yerde kaynak olarak kullanılmamıştır. Bu kısmın ilk bölümünde yer alan, Soğanağa Mahallesi ve burada oturanlar, camiin imam, müezzin ve kayyum gibi hizmetlileri ve bunların aileleri hakkındaki tesbitler, Cerîde’de verilmekte olan bilgilerden hareketle yapılmış ve arşiv belgeleriyle takviye edilmiştir.
Cerîde’de yer alan bilgilerin kaynak değeri ve kullanılabilirliği ise ayrıca sorgulanmıştır. İkinci bölüm, gerekli düzeltme ve açıklamalara dipnotlarında yer verilmek kaydıyla Cerîde metninin kendisine ayrılmıştır. İmamlarla ilgili olarak birinci elden kaynaklardan hareketle yaptığımız bu öncü ve genel mahiyetteki değerlendirmenin daha geniş ve derin araştırmalara ilham vermesini temenni ederek, yayımladığımız Cerîde’ye katkıda bulunmasını, özgün bir eser olan Cerîde’nin ise bu değerlendirmenin muhtemel zafiyetini tahfif etmesini dilemekteyim.
Osmanlı Devleti’nde imamlar, Müslüman topluma hizmet veren kadrolar içinde en geniş yeri işgal eder ve hizmet sahaları itibariyle de çeşitlilik gösterir. Toplum örgütlenmesi içinde mahalle imamları ayrı bir konuma sahip olmakla beraber, sivil ve askerî kesimlerde hizmet vermek üzere özel ve resmî kimlikleri içinde de geniş bir kitle oluştururlar.
Resmî kimlikleri içinde imamlar, padişah beratı ile hizmete alınmaları itibariyle Osmanlı devlet sistemi içindeki tabiri ile askerîden sayılmaktaydılar. Bilindiği üzere ehl-i berât olmak reâyâyı askerîden ayıran en önemli özellik idi. Berat ile atanan imam, müezzin ve bir caminin hatibi vazîfe süreleri müddetince, raiyyet rüsûmu ve avârızdan muaf tutulmuşlardır.
“E’imme ve huteba muktedâ-yı nâs oldukları i‘tibârıyla rusûm-ı ra‘iyyet ve bilâemr-i şerîf tekâlif-i şakka mutâlebesiyle ta‘addi olunmak hilâf-ı kanûndur.” hükmü bu durumu teyid eden bir örnektir.1 XVI. yüzyıldaki uygulamalarda bazı yerlerde müezzin resm-i raiyyet’e tâbi görünmekle beraber, genelde müezzin, hâfız, mu‘arif ve kayyum gibi din hizmetlileri aynı muafiyetten istifade ile avârızdan hariç tutulmuşlardır.
Bunlar, vazîfeleri sona erdiğinde tekrar raiyyet olur ve raiyyet rüsûmu öderlerdi.2 İmamlar; halife, fakih veya molla sıfatlarıyla anılır3 ve hizmet verdikleri mescid ve camilerin sair görevlileri için de geçerli olduğu gibi genelde bu kurumların vakıflarından maaş (vazîfe) alırlardı.
Dolayısıyla vakıflar, bu gibi görevlilere geniş bir iş sahası yaratan kurumlar olarak öne çıkmaktadır.4 İmamlar içinde timar sahibi olanlara da rastlanabilmekte; bazılarına bir takım bağ, bahçe, mezra ve tarlalardan gelen gelirler tahsis edilebilmekte ve aşağıda belirtileceği gibi sair değişik kalemlerden de maaşlarının karşılanması söz konusu olabilmekteydi.
Tayinleri genelde vakıf mütevellisinin veya nazırının teklifi ve bazen mahal kadısı başta olmak üzere örnekleyeceğimiz çeşitli merciilerin arzı ile gerçekleşmekle beraber, özellikle mahalle veya köy imamlarının, ahalinin kabul edebileceği bir şahıs olması öngörülürdü. Kasımpaşa’da Sururî Mahallesi’ndeki aynı isimli mescidde günde 6 akçe ile imam olan Salih b. Süleyman’ın imameti kendi rızasıyla aynı mahalleden Mehmed’e devr etmek (ferâğ ve kasr-ı yed) istediğinde, adayın her vechle imamete kadir olması yanında mahallelinin de rızası ve onayının alınmış olduğunun ve kendisine berat verilmesinin semtin bağlı olduğu Galata kadısı tarafından arz edilmesi, bu tür uygulamaya bir örnektir.
5 Yine Ayasofya Camii civarında İshak Paşa Mahallesi ahalisi 41 mühürlü olarak verdikleri arzuhalde, Hafız Halil’in vefatı ile uhdesinde olan imamet ve hitabet cihetlerinin, ulûm-ı Arabiyyeye vâkıf, hüsn-i ahlâk ile mevsûf ve herkesin kendisinden hoşnûd olduğu büyük oğlu Nazif’e tevcihini istirham etmekteydiler.
Nazif’in, Ahırkapı’da İshak Paşa Mescidi vakfından imamet için günde 9 akçe ve hitabet için I. Mahmud kütüphanesi vakfından günde 10 akçe vazîfe ile tayininin gerçekleşmiş olduğu anlaşılmaktadır.6 Ahalinin onayı ile beratsız olarak imamet hizmetinde bulunanlar da söz konusu olabilmektedir. Bunlara 16. yüzyılda namazcı denilmekte olduğu ve resmen imam unvanıyla anılmadıkları bilinmektedir.7
Bu tür imamlara, özellikle kırsal kesimde XIX. yüzyılda da rastlanmaktadır: Nitekim Trabzon’a bağlı Yoros nahiyesi Livari köyünde beratsız ve hasbî olarak imam ve hatiblik yapmakta olan Ahmed b. Ömer, tekâlif-i şakka mutalebesiyle ta‘addi edilmekte olduğuna dair şikâyetini dile getirdiğinde, e‘imme ve huteba muktedâ-yı nâs olarak kabul edilmelerinden ötürü emr-i şerîf isdarıyla muafiyyetini tescil ettirmiştir.
8 Yine Muş kazasına bağlı Musyan köyü camii imamı Hüseyin’in bu şekilde hizmet vermekte ve vergi mutalebesiyle rencide edilmektedir. Beşiktaş Sarayı bahçesinde rençber olarak çalışan oğlunun vasıtasıyla imamet ve hitabet cihetlerinin kendisine tevcihi için berat taleb etmekte ve vergiden muafiyyetini dilemektedir (1844).