Kol Manşetinde Notlar, 20. yüzyıl Rus edebiyatının büyük ustası Bulgakov’un edebiyat dünyasına yıldırım gibi düşen öykülerini içeriyor. Bulgakov’un keskin, sert ve neşeli diliyle Kiev ve Moskova’nın günlük hayatının bir panoramasını çizen öykülerinde, Rusya’nın tarihin akışını değiştiren döneminde yaşanan her şey var: İçsavaşın insanları birbirinden ayıran, kuşkulara sürükleyen, herkesin bir taraf seçmek zorunda olduğu günlerinden, Bolşevikler tarafından Yeni Rusya iktidarının kurulduğu, yeni eğitim, yeni ekonomi, yeni kültür gibi sayısız yeniliğin ortaya çıktığı günlere dek her şey. Öykü derlemesine adını veren “Kol Manşetinde Notlar”, genç yazarın bu kıtlık ve bürokrasi günlerinde mesleğe nasıl atıldığını, gazete yazarlığından tiyatro oyunu ve roman yazarlığına uzanan sürecini büyük bir hiciv gücüyle anlatıyor.
MİHAİL AFANASYEVİÇ BULGAKOV, 1891’de Kiev’de doğdu. Genç yaşta doktorluğu bırakarak kendini tümüyle yazarlığa verdi. İlk romanı Beyaz Muhafız (1925), komünist bir kahramana yer vermediği gerekçesiyle Sovyet resmî çevrelerince büyük tepkiyle karşılandı. Sovyet toplumunu eleştiren yergili fantezilerin yer aldığı Şeytanî ’de (1925) resmî çevrelerin eleştirisine uğradı. Bulgakov aynı yıl sözde bilim üstüne bir yergi niteliğindeki Köpek Kalbi’ni yazdı. 1930’a gelindiğinde, eserlerinin yayımlanması yasaklanmıştı. Buna karşın Bulgakov, 1930’larda iki önemli eser daha verdi. Moskova Sanat Tiyatrosu’nun perde arkasını acımasızca yeren yarıda kalmış özyaşamöyküsel romanı Teatral Bir Roman ve göz kamaştırıcı bir fantezi olan Usta ile Margarita. 1940’ta Moskova’da ölen Bulgakov’un eserleri, Stalin’in ölümünün ardından, 1950’lerin sonlarına doğru gittikçe saygınlık kazandı.
İçindekiler
Gelecekten Beklentiler ………………………………………………11
Kafede …………………………………………………………………….15
Kızıl Taç ………………………………………………………………….21
Ayın Üçünün Gecesinde ……………………………………………29
İspritizma Seansı ………………………………………………………47
Elpit’in 13 Kapı Numaralı Evi: İşçi Komünü …………………57
Kol Manşetinde Notlar ………………………………………………69
Bir Çin Tarihi …………………………………………………………121
Ev Yapımı Votka Gölü ……………………………………………..135
Zebur ……………………………………………………………………143
Altın Kent ……………………………………………………………..151
Saldırı ……………………………………………………………………171
Kırk Kere Kırk ………………………………………………………..181
Moskova Sahneleri ………………………………………………….191
Yol Notları …………………………………………………………….201
Kiev ……………………………………………………………………..205
Bloknotta Bir Başkent ………………………………………………219
Yirmili Yılların Moskova’sı ……………………………………….239
Hayatın ve Ölümün Saati …………………………………………255
Hatıralar… ……………………………………………………………..259
Bohem ………………………………………………………………….267
Kırım’a Seyahat ………………………………………………………277
GELECEKTEN BEKLENTİLER
Şanssız vatanımızın “büyük sosyal devrim”in onu attığı yüz karası ve yoksulluk çukurunun en dibinde bulunduğu günümüzde çoğumuzun aklına giderek daha da sık, aynı düşünce geliyor.
Direşken bir düşünce bu.
Karanlık, karamsar bu düşünce bilincimizde yer ediyor ve ısrarla cevap bekliyor.
Bu sade bir düşünce: İleride başımıza neler gelecek?
Doğal görünüyor.
Yakın geçmişimizi analiz ediyorduk. Evet, son iki yılımızın neredeyse her ânını çok iyi inceliyorduk. Ço- ğumuz yalnızca incelemekle kalmıyor, lanetliyorduk da. İçinde bulunduğumuz zaman gözümüzün önünde. Öyle bir zaman ki bu, gözlerimiz kapanmak istiyor.
Görmemek!
Yalnızca gelecek kalıyor. Gizemli, bilinmeyen gelecek.
Aslında: Ne olacağız?..
Geçenlerde resimli bir İngiliz dergisinin birkaç sayısı geçti elime.
Çok güzel resimlere büyülenmiş gibi uzun süre baktım.
Ve sonra uzun uzun düşündüm…
Evet, durum apaçık ortadaydı!
Devasa fabrikalarda devasa makineler taşkömürünü yutarcasına tüketerek gece gündüz hummalı çalışıyor, erimiş madenleri büyük gürültülerle, çarpmalarla dökü- yor, kalıplıyor, dövüyor, biçimlendiriyordu. Yakın bir geçmişte, büyük zaferin her yana ölüm ve yıkım saçan savaş makinelerini büyük barışın makinelerine çeviriyorlardı. Batı’da büyük ulusların büyük savaşı sona erdi, şimdi yaralarını sarıyorlar. Elbette toparlanacaklar, çok çabuk toparlanacaklar! Ve nihayet, aklı aydınlanan herkes; bu kötü niyetli hastalığımızın Batı’ya yayılacağı, orayı bozguna uğratacağı zavallı saçmalığına inanan herkes, Batı ülkelerinin şimdiye kadar görülmemiş yükseklere taşıyacağı o dev barışın gücünü anlayacak. Ya biz? Biz geç kalacağız…
Öylesine geç kalacağız ki, belki de sonunda, günü- müzün peygamberlerinden hiçbiri onlara ne zaman ula- şacağımızı ya da bir gün ulaşıp ulaşamayacağımızı söyleyemeyecek. Belki de cezalandırıldık biz. Şu andan bir şeyler yapmamız anlamsız. Önümüzde çok ağır bir sorun var: Savaşmak, bizim olan toprakları geri almak. Hesaplaşma başladı. Gönüllü kahramanlar Troçki’den Rus toprağını karış karış geri alıyorlar. Hepsi de… görevlerini cesurca yerine getirmekte olanlar da, şimdi güneyin cepheden uzak kentlerinde acı bir yanılgı içinde gözlerini kapayıp vatanın onların katkı- sı olmadan kurtarılacağını sananlar da, tutkuyla özgürlü- ğe kavuşmayı bekliyorlar. Ve özgürlüğe kavuşturacaklar vatanı.
Çünkü kahramanları olan bir ülkede vatanın artık öldüğünü düşünmek suçtur. Ama çok mücadele etmek, çok kan dökmek gerekiyor; çünkü Troçki zalimlerinin arkasından giden eli silahlı, yaşama değil ölümcül savaşa inanan, aklını yitirmiş çok çılgın var. Savaşmak gerekiyor. Ve orada, Batı’da, bilincin makineleri harıl harıl çalışırken bizde ülkenin bir ucundan öte ucuna makineli tüfekler takırdayacak. Son iki yılın çılgınlığı korkunç bir yola itti bizi, duramıyoruz, durup bir soluk alamıyoruz. Ceza kadehini içmeye başladık, sonuna kadar da içeceğiz onu. Orada, Batı’da sayısız elektrik ışıkları parlayacak, pilotlar fethedilen gökleri delip geçecekler, orada inşaatlar dikecekler, araştırmalar yapacaklar, kitaplar yazıp yayımlayacaklar, öğrenecekler… Ya biz… Biz birbirimizle boğuşacağız, kavga edeceğiz. Çünkü bu gidişi durdurabilecek, değiştirebilecek bir güç yok. Savaşarak kendi başkentlerimizi ele geçireceğiz. Ve fethedeceğiz. Ovaları kandan çiyle nasıl kapladığımızı, Almanya’yı Paris’ten döverek nasıl çıkardığımızı hatırlayan İngilizler bir an önce Moskova’ya ulaşmamız için borç kaputlar, postallar bile verecekler bize. Ulaşacağız da Moskova’ya. Alçaklar, akılsızlar kovulacak, dağıtılacak, yok edilecek. Ve savaş bitecek. Kanlar içinde, harabe ülke ayağa kalkmaya başlayacak… Yavaş yavaş, ağır ağır doğrulacak. “Yorgunluktan” yakınanlar ne yazık ki hayal kırıklığına uğrayacaklar. Çünkü daha çok “yorulmak” durumunda kalacaklar. Geçmişin yanlışlarını silmek için inanılmaz çaba harcamaları, büyük yokluklar yaşamaları gerekecek. Mecazi anlamda da, gerçek anlamda da geçmişin günahlarını ödeyecekler…
Mart günlerinin deliliklerinin, Ekim günlerinin çılgınlıklarının; kendinden menkul bozguncuların, işçilerin ahlaksızlıklarının, Brest’in, para basma tezgâhının delice kullanımının günahlarını ödeyecekler… Her şeyin! Biz de ödeyeceğiz. Ve ancak artık çok geç olduğunda, tam hak sahibi olmak için, bizi tekrar Versailles salonlarına kabul etmeleri için yeniden çalışmaya başlayacağız. O parlak günleri kimler görecek? Bizler mi? Oh, hayır! Ama belki bizim çocuklarımız, belki torunlarımız; çünkü tarih çok uzundur, on yıllar bir yıl gibi çabucak geçer… Ve başarısız bir kuşağın temsilcileri olan bizler iflas etmiş zavallılar gibi ölürken çocuklarımıza şöyle diyeceğiz: “Ödeyin, dürüstçe ödeyin ve sosyal devrimi daima hatırlayın!”