Newton gibi rasyonel düşünceyi benimseyen, pozitif bilimin kurucuları arasında yer alan ve pozitivist-materyalist anlayışların adeta temel referanslarından birisini oluşturan önemli bir bilginin, hayalleri zorlayan, böylesine Messianist, apokaliptik, mitik ve mistik bir metinle ilgilenmiş olması çok manidardır.
Ne var ki ondan sonra gelen Aydınlanmacı, rasyonalist ve pozitivist aydınların çoğu bu metnin otantik olup olmadığını tartışmakla yetinmişler ve ifade ettiği anlam üzerinde pek durmadıkları gibi, çalışmayı görmezlikten gelmişlerdir.
Diğer taraftan bu eser din-bilim ilişkileri bakımından da büyük bir önem arz etmektedir. Sadece ilahiyatçıların ve özellikle de dinler tarihçilerinin uğraştıkları bir konuda pozitif bilimlerin önde gelen simalarının ortaya koyacakları yaklaşımlar, dini bakımdan bir anlam ifade etmese de, bilim, felsefe ve entelektüel düşünce bakımından çok önem ifade eder..
***
İÇİNDEKİLER
Teşekkür / 7
Sunuş / 9
Birinci Kısım
Daniel’in Kehanetleri Üzerine / 19
Birinci Bölüm
Eski Ahit Kitapları’nın Derleyicileri Bahsine Giriş / 21
İkinci Bölüm
Peygamber Diline Dair / 33
Üçüncü Bölüm
Dört Madenden Oluşan Heykel Rüyasına Dair / 39
Dördüncü Bölüm
Dört Büyük Canavar Düşü’ne Dair / 43
Beşinci Bölüm
Heykel’in Demir ve Kilden Yapılmış Ayaklarıyla Temsil Edilen
Krallıklar’a Dair / 47
Altıncı Bölüm
Dördüncü Canavar’ın On Boynuzu ile Temsil Edilen
On Krallığa Dair / 57
Yedinci Bölüm
Daniel’in Dördüncü Canavarı’nın Onbirinci Boynuzu / 75
Sekizinci Bölüm
Daniel’in Dördüncü Canavarı’nın Vakitleri ve Yasaları Değiştirici
Onbirinci Boynuzu’nun Gücüne Dair / 85
Dokuzuncu Bölüm
Daniel’in Koç ve Teke ile Temsil Edilen Krallıkları / 105
Onuncu Bölüm
Yetmiş Hafta Kehanetine Dair / 113
Onbirinci Bölüm
Mesih’in Doğumu ve Passion Dönemine Dair / 123
Onikinci Bölüm
Hakikat’in Kutsal Metni Kehaneti’ne Dair / 137
Onüçüncü Bölüm
Başına Buyruk Davranan, Kendisini Her Tanrıdan Daha Yüce Sayan,
Mahuzzimleri Onurlandıran ve Kadınları Arzulamayı Hakir Gören
Krala Dair / 151
Ondördüncü Bölüm
Başınabuyruk Davranan Kralın Onurlandırdığı Mahuzzimlere Dair / 157
İkinci Kısım
Aziz John’un Mahşer’i Üzerine / 175
Birinci Bölüm
Giriş, Mahşer’in Yazılış Tarihi’ne Dair / 177
İkinci Bölüm
John’un Mahşer Kitabı’nın Musa’nın Şeriat Kitabı ve Tapınak’ta Tanrı’ya
İbadet ile Bağlantısına Dair / 191
Üçüncü Bölüm
John’un Kehaneti’nin Danıel’in Kehaneti ile Bağlantısına ve Kehanet’in
Konusuna Dair / 205
Görseller / 227
TEŞEKKÜR
Sir Isaac Newton, Batı’nın Bilim-Kültür-Uygarlık ekseninde yer alan önemli bir kişidir. Türkiye, Batı dünyası ile kendi axiologic (değerler sistemi) yapısını koruyarak ve geliştirerek buluşmak ve bunların arasından evrensellik özelliği taşıyan unsurları benimsemek ve gündelik hayata uygulamak arzusunu yaklaşık iki yüz yıldır ortaya koymuştur. İşte bu amaca hizmet edebilmek için Batı’nın Bilim ve Kültür dünyasında değerli bir yere ve haklı bir üne sahip olan Sir Isaac Newton’un bu çok az bilinen kitabını doğumunun 370. yılında Türkçeye kazandırmış olmanın mutluluğunu yaşıyorum.
Observations Upon the Prophecies Of Daniel and The Apocalypse of St John, 1733’de Londra’da yapılan ilk baskısından Türkçeye çevrildi. Bu çeviri iki yönden çok anlamlıdır; çünkü, a) Türkiye’nin Bilim ve Kültür tarihinde Sir Isaac Newton’un bir kitabı İLK KEZ Türkçeye çevrilmiş oldu ve b) Sir Isaac Newton’un bu kitabı dünyada tam olarak İLK KEZ bir yabancı dile çevrildi.
Kitabın çevirisinde Sir Isaac Newton’un uslubunu korumaya azami dikkat gösterdim. Hiç kuşkusuz Newton’un diline ve anlatımına sadık kaldım. Newton, bir ilahiyatçı veya edebiyatçı değil, bilim adamıydı. Süslü cümlelerle değil, biraz tekrarlı, biraz da teknik denilebilecek bir Eski İngilizce ile kitabını yazmıştı. Birçok Latince belgeyi eklemiş, yer yer Grekçe ve İbranice kaynaklar kullanmış, sembollerden yararlanmıştı. Bunların tamamı esas metin içinde olduğu için, ben de öyle bıraktım ve çok geniş dipnotlarda açıklamalarını ve çevirilerini koydum. Metin içinde köşeli parantez [ ] içinde gösterilenler bana aittir, diğerleri Newton’undur. Metnin daha iyi anlaşılması için tarafımızdan bolca dipnot konulmuştur. Bunlar doğrudan isimsiz olarak eklenmiştir. Yazarın dipnotları ise parantez içinde (Newton) olarak gösterilmiştir.
Kitabın temini, çevirisi, basımı ve yayını tahmin edilebileceği gibi çok külfetli bir uğraştı. Bu nedenle değerli dostlarımın ve akademisyenlerin çeviriye katkısı oldu.
Türkiye’de Kültür dünyasının zenginleşmesine yaptıkları somut katkı ve desteklerinden ötürü gerçek bir Kültür adamı olan dostum Sayın Erdal Danyal’a, bu kitabın değerini ve Bilim ve Kültür dünyamıza yapacağı katkıyı bilerek kitabın çevirisini yayınlamayı öneren değerli dostum MEDAM Başkanı Sayın Prof. Dr. Bekir Karlığa’ya; kitabın en güzel şekilde yayınlanması için hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan Bahçeşehir Üniversitesi’nin Kurucusu Sayın Enver Yücel’e, organizasyon asistanı Sayın Yael Habif’e, kitapta yer alan Grekçe, İbranice ve Latince metinlerin çevirilerinin tamamlanmasına katkıda bulunan değerli akademisyen Sayın Dr. Selin Şenocak’a (C.E.D.S.-Paris) ve Can Artam’a, son derece zorlu bir uğraş olan çevirinin bilgisayar yazımında bana büyük destek sağlayan Sayın Yonca ve Arif Bayrak çiftine ve yardımcılarına tüm içtenliğimle teşekkürü bir borç biliyorum. Ayrıca düzelti, baskı ve cilt aşamalarında emekleri geçen MEDAM ve Mahya Yayıncılık’ın tüm genç ve yetenekli üyelerine de teşekkür ediyorum. Bu meyanda Latince çevirileri gerçekleştirmiş olan merhum William Whitla’nın adını anarak onu yadetmek isterim.
Benim için büyük anlamı olan bu çeviriyi akıllı ve güzel torunum Mina Shiva’ya armağan ediyorum. Umarım büyüyünce okur ve dedesini anar.
Aytunç ALTINDAL
İspilandit, Ekim 2011
SUNUŞ
Yuhanna’nın Vahyi, Yeni Ahit’in (İncil) son bölümünde yer almaktadır. Bu bölümün yazarının kimliği çok net değildir. Ancak Katolik Kilisesi bu bölümün, aynı zamanda dört İncil yazarından birisi olan Yuhanna tarafından, bazı yazarlar ise Yuhanna adını taşıyan bir başkası tarafından kaleme alınmış olduğunu belirtirler. Öte yandan Doğu Kiliseleri bu bölümü Kutsal kitabın ana metninden saymazlar.
Anlatılanlara göre Yuhanna, bu eseri Efes yakınlarındaki Patmos Adası’nda kaleme almıştır. Yazılış tarihi olarak da M.S. 65 ile 96 tarihleri arasındaki zaman dilimi gösterilir.
Mezarı İzmir’in Selçuk ilçesinde bulunan Yuhanna, Roma zulmü altında inleyen Hıristiyanlara bir ümit ışığı vermek üzere geleceğe yönelik kehanetlerde bulunmuştu. Çekilen acıların sonunda ebedi kurtuluşun geleceğini, dolayısıyla sabır ve tahammül göstererek Hz. İsa’nın izini takip etmeleri gerektiğini sembolik bir dille anlatmıştı. Yuhanna bu eserini Eski Ahit’te yer alan Daniel kitabından ilham alarak yazmıştı.
Bilindiği gibi, Eski Ahit’teki (Tevrat) Daniel kitabı da, Babil kralı Nabukutnetsar’ın Kudüs’ü işgali ile başlayan Babil esareti döneminde, Danyal peygamberin gördüğü bazı rüyaları anlatmaktadır. Buna göre Kral Nabukutnetsar bir rüya görür, ancak gördüğü rüyayı unutur; kahinlerden, hem gördüğü rüyanın ne olduğunu bildirmelerini hem de onu doğru şekilde yorumlamalarını ister. Onlar ise kralın ne rüya gördüğünü bilmedikleri için yorumlayamayacaklarını söylerler. O zaman Babil’de sürgünde olan Yahudilerin önderi Daniel, bir mucize gösterir; hem kralın gördüğü rüyanın ne olduğunu anlatır hem de onu memnun edecek biçimde yorumlar. Bunun üzerine kralın nezdinde büyük bir itibar kazanarak ülkenin en saygın bilge kişisi haline gelir.
Eserde daha sonra Daniel’in gördüğü bir dizi rüya anlatılır ve burada değinilen kehanetlere yer verilir: Daniel ilk rüyasında, göklerin dört yelinin büyük denize saldırdığını, denizden birbirinden farklı dört büyük canavarın çıktığını, bu canavarlardan birinin aslana, birinin ayıya, birinin kaplana benzediğini görür. Canavarların dördüncüsü, en korkunç ve ürkütücü olanı ise büyük demir dişleriyle her şeyi parçalayan bir canavardır. Bu canavarın adı belirtilmez. Sadece on adet boynuzunun bulunduğu bildirilir. Bu canavarın yok edilişinden sonra göklerin saltanatına sahip birisi gelir ve bütün dünyanın egemenliği ona verilir.
Daniel, bu zata yaklaşır ve gördüklerini yorumlayıp anlatmasını ister. O da dört canavarın dört büyük krallığa, son canavarın on boynuzunun da o krallıktan doğacak on krallığa işaret olduğunu belirtir.
Daniel, daha sonra başka rüyalar da görür. Bunlardan birisi, boynuzlarıyla her şeye toslayan bir koçtur. Hiçbir canlı onun önünde duramaz. Ancak iki gözü arasında tek boynuzu bulunan bir canavar çıkar ve koçu öldürür. Bu esnada onun boynuzu kırılır ve yerinden göklerin dört yeline doğru uzanan dört boynuz çıkar.
Bir diğer rüyada ise Daniel, Dicle kenarında kendine görünen ihtişamlı ve büyüleyici kıyafetlerle donanmış insan şeklindeki bir varlığı görür; ona bu harikaların sonunun ne kadar olduğunu sorar. O da ellerini göklere doğru kaldırıp: “Bir vakitler ve vakitler ve yarım vakit olacak.” der.
Daniel işittiği, ancak tam olarak anlayamadığı sözler üzerine: “Efendim, bunun en sonu ne olacak?” diye sorar. O ses de: “Git Daniel, çünkü sonun vaktine kadar bu sözler saklıdır ve mühürlüdür. Daimi yakılan takdimenin kaldırıldığı ve harap edici iğrenç şeyin dikildiği vakitten başlayarak 1290 gün olacak. Dayanıp 1335 güne yetişene ne mutlu.” diye cevap verir. (Eski Ahit, 840–855).
Babil esaretindeki umutsuz Yahudilere ümit vermek üzere kaleme alındığı sanılan Daniel’in rüyaları ve buna bağlı olarak gelecekten haber veren kehanetleri, asırlar boyunca Yahudiler arasında sayı mistisizmine dayalı (hurufilik) batıni, mistik ve sembolik anlayışın yayılmasına vesile olduğu gibi; aynı kutsal metne sahip olan Hıristiyanlar arasında da benzer yorumların yaygınlaşmasına neden olur.
Aynı şekilde Hıristiyan kutsal metni olan Yeni Ahit’teki (İncil) Yuhanna’nın Vahyi bölümünde de metaforlarla bezeli ezoterik ve Apokaliptik yaklaşımlar sergilenir. Buradaki kanlı tablolar, Eski Ahit’tekine göre daha şiddet içerici niteliktedir.
İki ana bölümden oluşan Yuhanna’nın Vahyi kitabının ilk bölümünde, Anadolu’daki yedi Kilise’ye (Efes, İzmir, Bergama, Tiyatiraya, Sard, Fikedelfiya ve Laodikya) gönderilen mektuplar yer almaktadır.
İkinci bölümde ise Hz. İsa’ya benzeyen bir hayaletin kendisine göründüğünü ve kurtarıcının sağ elinde yedi yıldız olduğunu ve ağzından iki ağızlı keskin bir kılıcın çıktığını görünce irkildiğini, ancak onun kendisinin İsa Mesih olduğunu ve geleceğe dair kendisine bilgi aktaracağını, kendisinin bu bilgileri yedi kiliseye anlatmasını istediğini bildirir. Burada İsa Mesih’in yeniden yeryüzüne ineceğine yakın ortaya çıkacak bazı olayların aktarılmakta olduğu görülür.
İlkin İsa Mesih’in gelişinden önce dünyanın uğrayacağı ilahi öfkeden bahsedilir. Yedi mührün açılması, yedi borazanın çalınması ve Tanrı’nın gazabıyla dolu yedi tasın yeryüzüne boşaltılması ile felaketler zincirinin başlayacağı dile getirilir.
Yedinci borazanın çalınmasıyla şeytanın hakimiyeti son bulur ve şeytan, içinde bin yıl kalacağı kuyuya atılarak hapsedilir. Böylece insanlık bin yıl şeytandan kurtularak rahat nefes alacaktır. Ancak bu bin yılın sonunda şeytan serbest kalacaktır.
Daha sonra Hıristiyanlar arasında pek yaygın ve günümüzde bile etkin olan bin yıl beklentisi ya da korkusu (Bin yılcılık-Millenarizm), anlayışı, Yuhanna’nın Vahyi kitabındaki bu kehanetlerle bağlantılıdır.
Yuhanna’nın Vahyi’ne göre, dünyanın sonuna doğru İsa Mesih yeryüzüne inecek, insanları “demir çomakla güdecek ve çömlek kaplar gibi kırıp parçalayacaktır.”
Yedi meleğin, insanlar ve yeryüzü için felaketler getirecek olan borazanları birer birer üflemelerinden sonra, gökten insanların üzerine kanla karışık dolu ve ateş yağacak, karada ve denizde yaşayanların üçte biri helak olacaktır. Yıldızlar ve ateş topları yeryüzüne dökülecek, güneş ve ay kararacak, felaketler birbirini izleyecektir.
Bu felaketlerin ardından yeryüzüne inecek olan İsa Mesih, Siyon tepesi üzerinde duracak ve seçilmiş 144.000 kişi, onun yanında yer alacaktır. Sonra inanmayanlara yönelik ilahi cezalandırma başlayacak ve yeryüzünde oluk oluk kan akacaktır.
Yuhanna olacakları şöyle anlatıyor:
“Tapınaktan çıkan başka bir melek, bulutun üzerinde oturana yüksek sesle bağırarak şöyle dedi: ‘Orağını uzat ve biç! Biçme saati geldi. Çünkü yerin ekini olgunlaşmış bulunuyor.’ Bulut üzerinde oturan, orağını yerin üzerine salladı ve yerin ekini biçildi.
Gökteki tapınaktan başka bir melek çıktı. Onun da keskin bir orağı vardı. Ateşin üzerinde yetkili olan başka bir melek ise sunaktan çıkıp geldi. Keskin orağı olana yüksek sesle ‘Keskin orağını uzat!’ dedi. ‘Yerin asmasının salkımlarını topla. Çünkü üzümleri olgunlaştı.’ Bunun üzerine melek orağını yerin üzerine salladı. Yerin asmasının ürününü toplayıp Tanrı öfkesinin büyük cenderesine attı. Kentin dışında sıkılan cendereden kan aktı. Kan, bin altı yüz ok atımı çapındaki bir alanda atların gemlerine dek yükseldi.”
Bu olaylardan sonra yedi melek tarafından tanrısal öfke yeryüzüne boşalır. Bu esnada kötü ruhlar, yeryüzünün bütün yöneticilerini Armegedon’da toplarlar. Daha sonra evrende tam bir kaos ve düzensizliğe neden olacak büyük yıkım ve felaketler dizisi ortaya çıkar:
“Şimşekler çaktı, uğultular ve gök gürlemeleri işitildi. Öylesine büyük bir deprem oldu ki insan yeryüzünde oldu olalı bu kadar büyük bir deprem olmamıştı. Uluslara ait kentler yerle bir oldu. Büyük Babil, Tanrı’nın önünde anıldı ve Tanrı’nın ateşli gazabının şarabını içeren kâse kendisine verildi. Bütün adalar ortadan kalktı, dağlar da yok oldu. Gökten insanların üzerine, taneleri yaklaşık kırk kilo ağırlığında şiddetli bir dolu yağdı.”
Böylece Armagedon’da toplanmış dünyadaki bütün Mesih karşıtları, yöneticileriyle birlikte yok olurlar. Mesih’e karşı gelen bütün inanç mensupları “kükürtle yanan ateş gölüne diri diri atılırlar.”
Ayrıca bu felaketler başlamadan önce İsa Mesih yeryüzüne inecek, kendisine inananları alıp semaya çıkaracaktır. İsa Mesih’e tabi olarak ölümsüzlük elbisesini giyip semaya yükselen Hıristiyanlar, mutluluk içinde yeryüzünde olup bitenleri seyredeceklerdir.
Bundan sonra yeryüzünde bin yıl sürecek olan altın devir başlayacaktır. (Kitab-ı Mukaddes, Yeni Ahit, Yuhanna’nın Vahyi, 258–274).
Son zamanlarda özellikle fanatik Yahudi ve Hıristiyan gruplar tarafından sıklıkla bu kehanetlere atıflarda bulunulduğunu görüyoruz.
Ortaçağ’da bazı Kitab-ı Mukaddes yorumcuları, Hz. Peygamber’in doğum tarihini, Deccalin temsilcilerini sembolize ettiği 666 rakamıyla özdeşleştirerek, kehanetlerde sözü edilen Deccal’in işaretlerinin Hz. Peygamber’i gösterdiğini iddia ediyorlardı. Nitekim ilk yapılan Kur’an tercümelerinden birisinin kenarında, Müslümanların boynuzlu canavarlar şeklinde tasvir edildiğini görüyoruz. Haçlı Savaşları esnasında papazların halkı savaşa teşvik etmek için bu kehanetlere ve onların fanatik yorumlarına sıkça başvurdukları görülmektedir.
1530’da Martin Luther, Papa’yı Deccal diye tanıtıyordu. John Calvin de böyle bir bağlantı kurmuştu. 1940’Iarda, Deccal olarak Hitler’in sık sık adı geçiyordu; Stalin ve Mussolini’yi de bu role uygun görenlerin sayısı çoktu.
Bilhassa bazı Mesihçi, Millenarist ve Evanjelikler, bu kehanetleri yorumlayarak “Tanrı’yı kıyamete zorlama” diye bir anlayış geliştirmiş bulunuyorlar. Onlar, Mesih’in gelişine zemin hazırlayacağı kabul edilen bu şiddet olaylarının bir an evvel meydana gelmesini ve Yeni Kudüs’ün kurularak Kurtarıcı’nın mutlak hakimiyetinin gerçekleşmesini istemekte ve bunun için özel çaba harcamaktadırlar.
Söz gelimi Dispansasyonalistler, Yahudilerin artık Filistin’e döndüklerini ve İsrail devletinin kurulduğunu, böylece ilahi takdirin gerçekleştiğini, kutsal tapınağın (Süleyman mabedi) üçüncü kez inşasının an meselesi olduğunu dile getirmektedirler.
Özellikle Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Evanjelikler, hava alanları ve tren istasyonları başta olmak üzere halka açık mekanlarda şov programlarını hatırlatan geniş katılımlı vaazlarında, ayrıca hazırladıkları radyo ve televizyon programlarında, beklenen kehanetlerin gerçekleşmesi için, halkı tahrik ve teşvik etmektedirler. İsrail Devleti’nin kurulmasının ilahi buyruğun tecellisi olduğunu bildirmekte, bu nedenle de İsrail’in yaptığı insanlık dışı zulümlere ve katliamlara sempatiyle bakmaktadırlar.
Peki Newton bu konuyla ilgilenmiş olabilir mi?
Ne yazık ki Newton’un hayatından bahseden kaynaklar bu kitap ile ilgili pek bilgi vermemektedirler.
Bize göre bu kitap çok önemlidir.
Zira Newton gibi rasyonel düşünceyi benimseyen, pozitif bilimin kurucuları arasında yer alan ve pozitivist-materyalist anlayışların adeta temel referanslarından birisini oluşturan önemli bir bilginin, hayalleri zorlayan, böylesine Messianist, apokaliptik, mitik ve mistik bir metinle ilgilenmiş olması çok manidardır.
Ne var ki ondan sonra gelen Aydınlanmacı, rasyonalist ve pozitivist aydınların çoğu bu metnin otantik olup olmadığını tartışmakla yetinmişler ve ifade ettiği anlam üzerinde pek durmadıkları gibi, çalışmayı görmezlikten gelmişlerdir.
Diğer taraftan bu eser din-bilim ilişkileri bakımından da büyük bir önem arz etmektedir. Sadece ilahiyatçıların ve özellikle de dinler tarihçilerinin uğraştıkları bir konuda pozitif bilimlerin önde gelen simalarının ortaya koyacakları yaklaşımlar, dini bakımdan bir anlam ifade etmese de, bilim, felsefe ve entelektüel düşünce bakımından çok önem ifade eder.
Bu nedenle biz, Newton’un doğumunun 370. yılında bu eserin Türkçeye tercüme edilmesini ve yayınlanmasını çok önemli ve anlamlı bulduk. Tercüme tamamlanınca hem Dinler Tarihi hem de Türk Dili uzmanı olan ve özellikle düşünce tarihini iyi bilen uzmanlar tarafından tekrar gözden geçirilerek mütercimin onayına sunulmasını sağladık.
MEDAM ile birlikte ortak yayınlar yapmayı kararlaştırdığımız Mahya Yayıncılık bu eserin, hem aslına uygun hem de günümüz insanlarının anlayabileceği bir üslup ile okuyucuya ulaşması için elinden gelen gayreti gösterdi.
Böylece ilk kez, Newton’un kutsal metinlere dair yorumlarını içeren bir metni siz okuyucuların beğenisine sunabilme imkanı bulduk. Bu vesileyle emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz.
Prof. Dr. Bekir Karlığa
Bahçeşehir Üniversitesi
Medeniyet Araştırmaları Merkezi (MEDAM)
Kurucu Başkanı
*
Ockham Baron’u
Büyük Britanya Yüce Şansölyesi
Lord Kral
doğruluk timsali efendimiz
PETER Hazretleri’ne
Lordum,
Ekteki sayfaları, yazarı ile uzun süreli samimi bir dostluk yaşamış olan siz Lord Hazretleri’ne sunarken apoloji yapmayacağım* ve tıpkı yazar gibi, siz de her türlü meşguliyetlerinizin arasında Din’i kendi arzunuzla araştırmış ve tüm sorgulamalarınızda ve davranışlarınızda, hakikat ve fazilet’e [erdem] olan sarsılmaz tutkunluğunuzu göstermişsinizdir.
Sir Isaac Newton’a olan yakınlığımın benim avantajlarımdan biri olduğunu daima aklımda tutacağım, ki bu [akrabalık] bana en yapmacıksız saygılarımla kamuoyuna bu duyuruyu iletebilmem için bir fırsat tanımıştır.
Efendimiz Lordumuzun,
en sadık ve hürmetkâr hizmetkarı,
Benj. Smith
————
* Apoloji yapmak (to make Apology): Günümüzde kullanıldığı anlamıyla İngilizce Apology kelimesi, “özür dilemek pişmanlık beyan etmek ve hata kabullenmek”tir. Oysa 18. yüzyıl İngilteresi’nde “Apoloji yapmak”’, Hıristiyanlık tarafından “Mutlak Hakikat/Doğru” kabul edilen Kutsal Metinler’deki anlatımların savunulması anlamına geliyordu. Apology, günümüz Hıristiyan İlahiyatı’nda özel bir daldır ve aynı bağlamda kullanılmaktadır. Benjamin Smith, bu sunumunda “Apoloji yapmayacağım” derken, kitabın konusu olan ve tartışılan dini metinlerin ve yorumların “Mutlak Doğrular olduklarını savunacak değilim” demek istemiştir. Apology/ Apologetics/ Apologia daima büyük harfle yazılır ve ‘‘özür dilemek” vs. ile hiçbir ilgisi ve özdeşliği yoktur; hatta yanlış bile olsalar, kutsal sayılan metinlerin körü körüne savunulmasıdır. Benjamin Smith, Sir Isaac Newton’un üvey kardeşidir.