Kendisini yeni bir sosyal konumlandırmanın parçası olarak gören sanatın bugün en ihtiyaç duyduğu şey konuşmak. Konuşma eylemi burada çift taraflı bir öneme sahip. Sadece kelimeleri biriktirmek değil önemli olan, onların akacağı ve ulaşacağı zeminlerin de oluşturulması gerekiyor. Konuşma anının atmosferine sadık kalacak şekilde çözülen bu konuşmalar, inşa edilmek istenilen bir konuşma platformunun üzerinde yükseliyor.
Bu zeminin tarafsız olmak gibi bir hayali var. Farklı yönlerden gelen bilgileri, birbirini kesen ve hızla uzaklaşan kelimeleri yan yana getirme gibi bir arzuya sahip. Tek bir doğrusal çizginin kendi yönünde uzamasından ziyade, dalgalanan, eğilip bükülen tali ve küçük çizgilerin birbirlerine dokunarak ilerlemesinin dinamizmine inanıyor.
Bu tarafsızlığın ne kadar dengeli olduğunun kanıtı tahmin ediyorum zaman içerisinde daha da belirginleşecek. İkinci önemli olan nokta ise, tıpkı çizgiler gibi kelimelerin de güzergâhlarını görünür kılması ve ne kadar hazırlıklı olursa olsun soru ve cevaplarla keşfedilecek düşüncelerin olduğunun farkına varılabilmesi. İşin doğrusu, sadece tanıtıcı ve geri dönüşsüz enformasyona dayalı bir konuşma zemini oluşturulmak istenmiyor bu konuşmalarda.
Konuşurken düşünmek veya düşüncenin parladığı anların kelimelerini keşfetmek de arzulanıyor. Konuşmaların bazı bölümlerinde bu tip kırılmalar hissedeceksiniz. Bu noktalar hazırlıksızlıktan çok, konuşmanın başka düşüncelerle kesilmesi ve toslaşmasından kaynaklanıyor. Sanatın en sevdiği anlardan biridir bu kesişmenin doğurduğu boşluk ve tedirginlik.
O an, iki kimliğin, temsilin, varoluşun birbirini sınadığı, önyargılarını ve samimiyetini birbirlerine aktardıkları bir karşılaşmaya işaret eder. Courbet’nin aylak aylak kırda dolaşırken (kendisine resim konusu avlarken!) rastladığı beyefendi ve uşağından bugüne, sanatçı ile tanıdık-yabancı arasında sayısız karşılaşma anı kurgulandı. Courbet’nin zemini resmin uzamıydı.
Bu resim, başat karakterleri ayrıcalıklı sınıfsal konumundan çıkarıp gündeliğe indirdiği an, yabancı ile konuşmaya başladı. Courbet’nin resminde, sadece yabancının imgesi temsil edilmez, aynı zamanda onun varlığı, dolayısıyla kimliği de sorunsallaştırılır. Yakın bir tarihte Ali Akay’ın düzenlediği “Tekinsiz/Unheimlich” adlı sergide Courbet’nin resminin Diyarbakır kırsalında yeniden oluşturulmuş bir halini video-kurgu olarak yeniden izledik.
Şener Özmen ve Cengiz Tekin’e ait olan bu çalışma, beyefendi-sadık uşağı ile sanatçının oluşturduğu sınıfsal çatışkı üzerine kurulu idi. Realizmin terör olarak patlak verdiği bir âna işaret eden çalışma, aynı zamanda geç kalmış bir karşılaşmanın sancılarını da görünür kılıyordu. Tartışma ressamın beyefendi ve uşağını evire çevire dövmesi ile bitiyordu, ama sonuçta bir karşılaşma edimi vardı ve bu edim konuşmanın doğurabileceği sonuçlardan sadece birine işaret ediyordu. Konuşmak iletişimin bir parçası, ama aynı zamanda, yanlış anlamanın ve anlaşılmanın en kestirme yolu. Bugün sanat pratiği konuşmaya özel bir önem veriyor.
Sanatsal eylemin kamuya yönelik yüzü, konuşmanın kendisini bir uygulama sahası olarak sanatın içerisine davet ediyor, röportajlar, tartışmalar, sivil inisiyatiflerle yapılan görüşmeler bir temsil şekli biçiminde kayda geçirilip üçüncü şahıslarla paylaşılıyor. Başka bir kültürün ekonomik sıkıntıları, politik eylemleri, sanat ve hayat üzerine deneyimleri, sadece küresel bir dönüşümle bize de ulaşacağından dolayı ilgi çekmiyor. Çoğu izleyici için sıkıntılı bir deneyime dönüşen bu paylaşım, esasen bir başkasının varlığına işaret ettiği için ilginç geliyor.
Başkasının konuşması, kullandığı dil, tanımlamalarında tercih ettiği kelimeler, benzetmelerin yönü, dilinin fonetiği ve şüphesiz mimikleri onu yabancı olmaktan çıkarıyor. Kimilerine göre tam da bu çözülme ânı yabancı olmayı kışkırtıyor, kişilerin açığa çıkandan çok gizli kalan yönlerine işaret ediyor. Okuyacağınız konuşmaların her iki düşünceyi besleyen tarafları yok değil.
Bir yerde geçici bulunmanın tedirginliği ve heyecanı ile bundan sonraki olası karşılaşmaların zemini şimdi, burada, aynı yerde oluşturuluyor. İnsandan çıkan ve insana yönelik bir eylem olarak sanatın, bu konuşmalar üzerinden bunu başarabilme olasılığının olduğunu bilmesi, hiç de yabana atılmayacak bir düşünce. İlk konuşmanın üzerinden neredeyse bir yıl geçmiş olmasına rağmen kelimelerin aynı sıcaklığı ve enerjiyi koruduğunu görmek gerçekten heyecan verici.
Genellikle belirli bir anda ve yerde geçen konuşmaların kayda geçirilerek daha sonra okuma düzlemine açılması bazı kayıpları da beraberinde getirir. Düşüncelerin tazeliği ile konuşmanın geçtiği atmosfer bir zaman aralığından sonra anlamsızlaşabilir ya da eskiyebilir. Sonuçta okuma pratiği birkaç kişinin arasında geçen bir diyaloğu önüme getiriyorsa bu konuşmaları sadece ne anlatıyorlar yönelimiyle okumam.
Ses tonları, izleyicinin tepkisi, konuşmacıların birbirleriyle atışması, kısacası konuşmanın içerisine akan her şey o sahneyi hayalimde canlandırabilmem için önem taşır. Nihayetinde bu konuşmalar birer konferans bildirisi değil. Çoğu konuşmacı hazırlıksız geldi, kimse elindeki bildiriyi okumadı. Bilgi ile doğallığın buluştuğu bir atmosferi bir süre sonra başka bir pratiğe açtığınızda elinizde hiçbir şey kalmayabilir.
Doğrusu bu konuşmaları yöneten kişi olarak, bu tip metinleri sadece yararlanabileceğim bir bilgi olabilir mi gözüyle tarıyorum. Bu nedenle konuşmaların geçtiği atmosferi mümkün olduğunca canlı bir şekilde yazıya aktarmaya çalıştık. Cümleleri ve gülüşmeleri kesmeden, konuşmacıların aralarında geçen gerilimi yumuşatmadan, birdenbire ortaya dökülen kelime oyunlarını atmadan sahneyi şimdiye, okuma anının sıcaklığına bırakmaya çalıştık. Umarım bunda başarılı olmuşuzdur.