Kendi kendime’yi bozacak yok. Nesnelerin -içinde kişiler de olan- böylesi bir hızla, sürtünmesiz, evet ve hayırlarımla kayıp gideceklerini getirmezdim usuma hiç. Dokuntusuz, sıyrılma. Yıllardır havalandırılmamış bir yatağa girip çıkıyorum. Islak çürümüşlüğüne biçimsizliğim oyulu. Onu güneşlendirmeliydim. Kemiklerim sızlıyor hep. Uykulara sabahları dalıyorum, KUŞ uyandırıyor beni. Camın altından ilkyaz denizi geçiyor. Ilık, tuzsuz. Ilǚ kin yatağı düşünüyorum, güneşlendirmeliyim onu. Sonra eşelenmeye başlıyorum.
Sırtı sızlayarak da yaşayabilir kişi. Düşünebilir de. Yeni bir nen yok. Hep aynı. Ne düşünürsem yok yalnızlıktı, yok kişilerin tellim öte yana akmakta olduklarıydı. Mutsuzluk. Binlerce kez düşünmedim mi bunları? Artık hepsi bayağı olmuş. Bayağı. Bayağı ya da komik. Değişen ne var? Hiç. Bayağılıklar değişmiyor ama, yıllar yılı önünde tutuyor kişiyi. Yüzyıllardır tek ayak üstüne cezaya kaldırılmış bir öğrenci denli. İğrenç hatta. Değişen ne?
Hiç. Gitgide içeri kaçıyorum ben. Odžtekiler durmadan çoğalıyorlar. Ben de çoğalmak isterdim. Gerçekte tek başıma da değilim, KUŞ var işte. Bir düzen kurulu aramızda. Bana o bakıyor. Neyim olduğunu bilmiyorum. Odamdan çıkmıyor pek. Açıyorum pencereleri dilerse uçsun gitsin diye, hiç oralı olmuyor. Gidiyor kimi vakit, sonra gene geliyor dönüp. Yatağımın başucundaki masa üstüne bir iki lokma bırakıyor. O olmasa kim bilir ben de karışır mıydım ötekilere, o terse doğru akan çoğula? Sanmam. Denememiştim. Hem Kuş’a…
Kuş’a ne duyuyorum ben? Bilmiyorum. Kimi vakit sıkılıyorum ondan da “öff!” diyorum. Kendiliğindenmişçene uçup aynanın paslı çivisine konuyo. Bu aynaya baktığım olur. Kadınlığımı merak ederim. Odžtekiler nasıl görürler beni. Bunu hiç, hiç bilemedim kesinlikle. Güzel değilim. Güzelliği andıran bi nenler olabilir yüzümde ama, neler?
Yüzümün iki yanı birbirine uymuyor: biri sivri, köşeli biri, gözlerimin biri ince çekik, öteki iri yusyuvarlak. Kapkara gözlerim var. Bedenim yatakta eşelenmeye, düşünmeye başladıktan bu yana şişti, eğrildi. Kendimi eşelenmiş düşünceye salıvermekle budalalık ettim. Ola ki eşel düşünce elimi ayağımı çekti devinmelerden. Güzel değilim hiç. Sevmemişlerdir beni herhalde. Zaten nasıl sever kişi? Ben sevmiş miydim ki? Aman bunları da düşünmüştüm. Yıllar yılı düşünmüştüm bunları da. Saçmaydı. Sıkıcı ve saçma.
Bu sevi sözüne ötekilerce uymuştum bi ara, sevdi, sevmedi, seviyorum, sevmedim… Olmayan bir nesneyi tasarlayıp ayrımlarını saymış mıydım? Kimi vakit çıkıyorum sokaklara, KUŞ da. Hatçe’yle Nazır oluyorlar, başkaları. Hatçe, Nazır’la seviştiklerini sanıyor. “Sevişin, sevişin” diyorum, “çok iyidir.” Bozmuyorum hiç. Adam sen de, varsın öyle bilsinler. Hoş, onlar da biliyorlar sevişmediklerini ya, çevreyi yanıltmaktan hoşlanıyorlar. Içǚ iyoruz onlarla, bi camın önüne sıralanıyo içiyoruz, aptal aptal. Dışarda insanlar koşuşuyolar dizi dizi: kellifelli baylar, çağını yitirmiş hanfendiler, çağını yitirmemiş orospular, podüsüet kauçuklarıyla oğlanlar, bonjurlar, eyvallahlar, arz-ı hörmetler; çamur sıçrıyo üstlerine, kızıyo küfrediyolar.
“Şu yaşamalarınız yok mu! Ne koşuyorsunuz öyle, ne bu ciddiyet, bu alım, hele sizdeki hanfendi, çoktan sona erdi sizlerin günleriniz, gelin bi bardak şarap için hanımlık günlerinizin üzerine; dünyada ardına düşülesi varmışçasına koşuyorlar. Yok yok ardına düşülesi bi nen yok ortada. Nazır’ın arkadaşı, “Bit, bit hem de çok bit generationl” dedi, “Kişi karısının üstünden başka kadın düşünüyo” dedi. Başını tutamıyordu; “Cumadan bu yana onu okuduğumdan!” dedi, bugün salıydı.
“Big bu kez generation” dedi. “KUŞ’a ayıp olmuyor ya?” dedi bana. “Yoo” dedim, “o aldırmaz!” “Ya size, size konuşabilir miyim?” Tümünübiliyordum önceden, “Bana vız gelir!” dedim. “Odžyle bir vız gelmez ki, öyle bir vız gelmez ki, en çok bir ay sonra vız getirmem ben adama!” dedi öϐkeyle. “Bitmiş hıh!” dedi sonra, sapsarı yanaklarından kuvvetli beyaz dişlerinin uğultusu geldi, korktum. Korktum, dinledim onu; hem de bir ay sonra bana da vız gelmişçesine bi yakınlık takındım; erinç duydu, sustu, tatlı tatlı ayrıldı yanımızdan.
KUŞ boş bi şarap şişesinin üstüne tüneyip uyukladı. Giderken Hatçe, kanadından bi tüy kopardı sakınla, {1} “Nazır’a vereceğim beni boyasın” dedi. Uyandı ama bakmadı bile Hatçe’ye. KUŞ’a kızıyorlar biliyorum: bizimle içmiyor, hem giriyor aramıza hem de bizlerden ayrı kalıyo diye. Arkalarından onları çekiştirdiğini de sanıyorlar. Oysa, bi dediği yok KUŞ’un, hiç önem verdiği yok onlara. KUŞ’luğundan umulmaz bi güveni var kendine. Yarın sabah ilk işim yatağı güneşe atmak olsun!,, pamukları, kabarsın. O adam neler söylemişti dün gece?
Tüm aynı nenler, bi değişiklik olamazdı biliyordum, kimseden bi nen dilediğim de yoktu bıraksınlardı, olduğumca, oturuyumdu oralarda, dinlemek minlemek, beni ille de bi nenlerle ilgili sanmak nedendi? Değildim işte, değildim!, değildim! Onların hep aynı yere takılmaları nedendi?,, dönüp dolaşıp oraya takılmaları? Karşıdakiler tellim böyleydi değişmiyorlardı, ben ilk önceleri merak eder dinlerdim, öğrenmiş dinlemez olmuştum, değişen bi ben miydim.^ Penceremin dibinden balıkçı motorları geçiyor. Petro kuşları sürü olmuşlardır artlarından. Seslerini dinliyorum.
Kalkıp baksam, yatağı da devşirsem. Deniz çizgileniyordur, aklı mavilerle dönüp duruyordur deniz. Bak insanlar nasıl balıkların ardında, ter süzülüyo kıllarından, KUŞ paslı çivisinde aynanın, ona alıştım. Şu yatağı havalandırsam. Nazmi Kaptan da var, ara sıra uğrar bana, yetmişlerindedir. Trak’la yirmi dört kişi nasıl denize döküldüklerini anlatır.
Kollarını açıp bi yuvarlak çizerek o kadarcık bi kaya parçasına yirmi dört kişi çıkıp dokuz saat sıçradıklarını anlatır, donmamak için. Ben de kalksam, şu yatağı… Kapkara gecede hop hop, karın altında hop hop, yüzerek çıktıkları kayada hop hop hop, yirmi dört kişi dokuz saat hop hop hop, donmamak gerek, yaşamak gerek hop hop hop, batan gemilerine karşı bağrışa çığrışa hop hop altın top!.. Hep burasını anlattırırım Nazmi Kaptan’a, yatağı bi devşirsem… Çok severim burasını: hop! hop! yaşamak için hop! hop! altın top! uyuyakalırım sonra.
KUŞ bi balık aşırmış getirdi, perdeyi de örttü sıkı sıkı. Odžteki kuşlara, Petro’lara karşı bi davranış olacak bu. Ya da dayanamaz aralarına katılırım diye korktuğundandır. Kim bilir insanlara karşı onca umursamazken kuşlardan çekiniyordur. Benim yüzümden mi? Sanmam. Kendi yeri bakımından olacak. Kendi yeri de ne! Eşsiz bi durumu mu var yanımda? Odžnüdeniz, ardı bahçe bi oda. Tüm denizler karalar onun zaten. Olsa olsa kuşlara karşı bi insanla yaşadığından gururludur; insanlara karşı da onlardan ayrı oluşuyla. Gururu seviyor KUŞ! Salt gururu!
Bana falan yok bi düşkünlüğü. Kızıyorum ona, ne düşünür belli etmez hiç. Ardını döndü bana, lambanın karpuzuna kondu. Küstü mü, aldırışsızlıkta mıdır belli değil. Ne sevindiğini gördüm, ne tasalandığını. Ama vardır kafasında bi nen; ola ki en güçsüz amma uygulamak üzere kanlı öç planları kuruyordur domuz! Kur, kur! Kalkıp perdeyi açtım inadıma. Gördü; bildi çık git demek istediğimi. Iyǚ ice gömüldükanatlarına alınmazlıkla, önemsediği yok beni.
Gittim aynı aşevine, ışıkları soluk, duvarları kirli. “Bak kim var” dedi Nazır, başı masaya vurdu, masadan, “Beyefendikereste oturmaz mısınız?” dedi. Nuh geldi oturdu. Esmer, çekidüzenli. “Okumaktan gözlerin şişmiş” dedim. “Içǚ kiden!” dedi. Güldük, KUŞ perdelerin sicimine kondu. “Bi sevgilim vardı fakültede kartopunu andırırdı” dedi Nuh. “Ikǚ izleri olmuş geçende” dedim. Döndü, “Senin olmamıştır” dedi. “Bildin!” dedim, içtik.
Nazır, “Beyefendikeresteler içmiyorsunuz!” dedi, içtik. Nuh, “Yatağını güneşlendirmiyorsun” dedi, o vakit kıpırdandı KUŞ, konuşacak sandım artık, içini dökecek sandım bir bir. Ardını çevirip iyicene yumdu gözlerini. “Onunla mı sevişiyorsun?” dedi Nuh. “Bilmiyorum ki!” dedim usulca KUŞ duymasın diye. “Olsun!” dedi, “gene de yatağın güneşlenmeli”, içtik.
Onun konuşmasını dinlemekten sıkılmadığımı anladım. Bunca yıl hiç böyle konuşmamış olduğumdan mı, en az kuş denli gururu sevdiğini bildiğimden mi, KUŞ’u kışkırtma umudumu uyandırdığımdan mıydı içtik, içtik. Tüyünü bile kıpırdatmadı KUŞ. Ona olduğundan, göründüğünden ayrı nitelikler aramakla hataya düşebileceğimi, aslında benden bıktığını, yerime başkasını bulduğu gün bi derin “oh!” çekip gideceğini, seve seve gideceğini düşündüm.
“Yatağını birlikte güneşlendirsek” dedi Nuh. “Olur!” diye bağırdım KUŞ duysun diye, “olur, birlikte güneşlendiririz yatağı.” Içǚ tik. Hatçe sevinçle, “Sana çoktan yatağını kaldırabilecek güçte biri gerekti!” dedi KUŞ’a doğru. “Evet!” dedim ben de KUŞ’a doğru. Içǚ tik. Hatçe yeniden, “Puϐla denli kabarır, nasıl rahat uyursun, biz de geliriz, Nazır, senin dutu çok sever” dedi.
Nazır, “Keresteefendibeyler o dutun dalları yere yatay uzamış!” dedi, içtik. “Olur!” diye söylendim gene, Nuh elimi tuttu, öteki ellerimizle içtik, Hatçe Nazır’ın şarabını dikti gizlice; paramız bitmişti. Nazır, “Beyefendikeresteler içmez misiniz?” diye kaldırdı başını, içtik.