Aragonlu Katherine, Katalonya’da doğdu. Anne ve babasının aileleri krallar ve savaşçılarla doluydu, Aragonlu Katherine İspanyol İnfanta’ydı. O, İspanyol Prenses’ti. Üç yaşındayken, İngiltere Kralı VII. Henry’nin varisi ve oğlu, Prens Arthur’la nişanlandı. Galler Prensesi olmak üzere yetiştirilen Katherine, o uzak, nemli ve soğuk ülkeyi yönetmenin kaderi olduğunun farkındaydı.
Müstakbel kayınpederi Katherine’in ülkeye gelişine büyük tepki gösterdiğinde, genç prensesin hayata olan inancı sınanmıştı. Arthur daha ufacık bir çocuktu; yiyecekler bir tuhaf ve adetler de bir o kadar kabaydı. Katherine zamanla birinci Tudor hükümdarlığına alıştı ve Arthur’un karısı olarak sürdürdüğü hayat daha katlanılabilir bir hale geldi. Bu anlaşmalı evlilik beklenmedik bir şekilde narin ve tutkulu bir aşk yarattı.
Fakat bu çalışkan genç adam öldüğünde, Katherine kendi geleceğine yön vermek üzere yapayalnız kaldı. Ne olursa olsun kraliçe tacını giymeli ve kendi hanedanına hükmetmeliydi. Ama nasıl? Elbette Arthur’un eğlenceli ve şımarık erkek kardeşi Henry’yle evlenerek. Henry’nin hem babası hem de büyükannesi bu evliliğe tamamen karşıydı; Katherine’in gücü tartışılmaz ailesiyse yardımcı olacak gibi görünmüyordu. Ancak Katherine, annesinin kızıydı ve damarlarında aynı savaşçı kan akıyordu. Amacına ulaşmak için ne gerekirse yapmaya hazırdı; bu uğurda hayatının en büyük yalanını söyleyip bu yalana sadık kalmak zorunda olsa bile.
“Tarihi kurgu hiç bu kadar sürükleyici olmamıştı!”
-Mail on Sunday
granada, 1491
Önce tüyler ürperten bir çığlık, ardından ateşin kükremesi duyuldu. Sonra korku dolu haykırışlar, tıpkı bir direkten diğerine sıçrayıp halatları ve bez kapıları tutuşturan alevler gibi. bir çadırdan diğerine yayıldı Allar dehşetle kişniyordu Ürkekler onları sakinleştirmek için bağırdı ama seslerinde ki endişe ve panik atları daha da hırçınlaştırdı Bu nafile koşuşturma, kamp alanı bir başlan bir basa alevlere teslim olup Hece tümüyle dumana ve çaresiz haykırışlara bulanıncaya kadar devam etti
Korkuyla yatağından sıçrayan küçük kız, annesine İspanyolca seslendi ve bağırmaya başladı Müslümanlar mı geldi? Müslümanlar bizi almaya mı geldi?’
Tanrını sen bizi koru, kamp alanını ateşe verdiler” Küçük kızın dadısı nefes nefeseydi “Aman Tanrım, ırzıma geçecekler. Seni de orakla biçecekler.”
Anne!’ Küçük kız yatağında doğrulup kalktı. “Annem nerede”
Telaştan geceliği ayaklarına dolandı. Yine de bir hısım kendini çadırın dışına almayı başardı. Dışarısı cehennem gibiydi Binlerce çadır alev alev yanıyor, havaya saçılan kıvılcımlar karanlık gökyüzünde ateşten bir şelale gibi akıyordu.
“Anne!” Küçük kız, annesini yardıma çağırdı.
İki devasa at. alevleri yararak çıkageldi Ateşin parlak rengine inat kapkara olan bu iki at. daha çok efsanelerde bahsi geçen iki başlı kocaman bir canavarı andırıyordu Küçük kızın gözleri, dörtnala üstüne gelen atları görünce fal taşı gibi açıldı. Annesi çadırın önünde güçlükle durabilen attan aşağı eğilip korkudan tir tir titreyen kızına fısıldadı “Dadınla kal ve uslu bir kız ol.” Kadının sesinde korkudan eser yoktu “Şimdi babanla birlikte gidip kendimizi göstermemiz lazım.
“N’olur beni de götür anne. Anne! Burada yanacağım N’olur sizinle geleyim. Müslümanlar beni alıp götürecek” Küçük kız kollarını annesine doğru kaldırdı
Gittikçe yayılıp yükselen alevler kadının göğsündeki zırhı yalayıp geçti. Ölümlü bir insandan ziyade demirden bir yaratığa benziyordu. Eğer karşılarında beni görmezlerse, askerler firar eder,” dedi. Bunu istemezsin, değil mi?”
“Umrumda bile değil,” diye inledi küçük kız. Hiçbir sey umrumda değil. N’olur beni de al.”
“Ordu her şeyden önce gelir.” Kadın umursamaz bir edayla atının üstünde doğruldu. “Simdi gitmem gerek”
Atının başını öteye çevirip omzunun üstünden kızına, “Uslu ol ve burada beni bekle.” dedi, “Şimdi gitmek zorundayım.
Küçük kız dehşete kapılmıştı. Alevleri yararak uzaklaşan annebabasının ardından çaresiz bakakaldı “Madre,”1 diye mırıldandı. Sonra bağırdı, “Madre! lütfen!” Annesi dönüp bakmadı bile.
Diri diri yanacağız” Hizmetçileri Madrilia endişe içindeydi. “Kaç! Kaç ve saklan.”
Ani bir öfkeyle ona dönüp “Sessiz ol,” diye emretti küçük kız. Ben, Galler Prensesi, yanmakla olan bir kampla bırakılabiliyorsam, alt tarafı bir Morisco2 olan sen de buna pekala katlanabilirsin
Gözleriyle, yanan çadırlar arasında gidip gelen kocaman iki atı takip etti Onların gittiği yerlerde çığlıklar bir anda kesiliyor, dehşet içindeki kampa yeniden disiplin geliyordu Erkekler sıraya dizilip sulama kanalından kovalarla elden ele su taşımaya başladı. Komutan, düzeni bozulmuş taburun arasından hızla geçip kılıcını havada savurarak askerleri savunma pozisyonu almaya zorluyordu Kampın yandığını gören Müslümanların ani bir baskın yapmasından ve kampı kargaşa içinde yakalamasından korkuyordu Neyse ki o gece tek bir Müslüman bile gelmedi. Müslümanlar kale surlarına dizilmiş, gecenin kör karanlığında kızıl ışık huzmelerine bürünen düşman kampında neler olup bittiğini anlamaya çalışıyordu Hıristiyan düşman, şeytanın tuzağına düşmüş olmalıydı
Beş yaşındaki kız, annesinin azminin tek başına yangına galip gelmesini, onun kraliçelere özgü kesin tavrının paniği yatıştırmasını, zafere inancının mağlubiyeti ve felaketi alt etmesine tanık oldu. Hazine sandıklarından birinin üstüne tünedi ve sabahlığının eteğini çıplak ayaklarına sararak kampın düzene girmesini bekledi………….