Roman (Yerli)

Miralayın Kızı Süreyya (Özel Baskı)

sureyya_naside_gokbudak

Aşkın tozlu sayfalarını aralıyor Naşide Gökbudak… Tarihi eski, duygularınsa capcanlı yaşandığı bir hikaye Miralayın Kızı Süreyya.
Amasya’da köklü bir ailenin kızıdır Süreyya, ailenin en küçüğüdür, babaannesi Senane Hanım’ın gözbebeğidir, bir kertmesi vardır, ama Süreyya Paris’te yaşayan amcasının oğluyla evlenmek istemez ve nişan günü kaçar…
Zaki Afganistan Şahı’nın yeğenidir, Türkiye’ye tıp eğitimi görmeye gelir, uzmanlığını psikiyatri üzerine yapacaktır, onun da Şah tarafından uygun görülen bir kertmesi vardır…
……
Süreyya ihtilallerin olduğu, demokrasiye alışmaya çalışılan bir dönemde yaşar, aşkı Ankara’nın sonbaharında musiki dinleyerek tanır, sadece kendi yurdunun değil başka vatanların da siyasi olaylarına tanık olur. Acı ile aşkın birbirine girdiği bir hayat yaşar.
Naşide Gökbudak son romanı Miralayın Kızı Süreyya’da, Türk milletinin kökleşmiş geleneklerini, evlilik, kadın-erkek ilişkileri, yeni Türkiye’nin kimliğini oluştururken toplumun geçirdiği zorlukları, sürükleyici kurgusu ve akıcı diliyle irdeliyor.
Bir solukta okunan roman kimi zaman buruk bir gülümseme, kimi zaman gözyaşıyla bambaşka bir iklime sürüklüyor…

Bu sene kasım ayı, Amasya’ya çok şiddetli bir kış gelirdi. Yağmur, şiddetli rüzgâr ve müthiş bir soğukla başladı. Gökyüzü her an değişen korkunç bir tablo gibi… Bu gece, diğer gecelerden daha değişik, daha korkunç… Uğultular, şimşek ve camlara çakıl taneleri gibi inen yağmurun sesi, geceyi korkulu bir film sahnesine dönüştürüyor. Miralay Ali Turan Bey’in Yeşilırmak’ın kuzeyinde, dağlara yaslan mış görkemli konağı, bu tabiat olaylarını daha da şiddetli yaşıyordu. Dağın etegindeki kral mezarı, üzerine şimşek çaktıkça ışıkların yansımasından oluşan garip şekiller ile oldukça güzel, esrarengiz ve bir o kadar da korkunç görüntülere sahne oluyordu. Bu konak sayılacak kadar büyük ve değişik bir mimari üslupla inşa edilmiş görkemli binanın içinde de olağanüstü bir durum yaşanıyordu. Bu yüzden hiç kimse dışarıdaki korkunç hava ile meşgul değildi. Herkes bu akşam ile ilgili bir çalışma ve endişe içindeydi. Dışarıdaki tabiat olayları ile ilgilenen tek kişi, evin güzel gözlü küçük kızı Süreyya idi. Süreyya, ablası Fahrünisa ile paylaştığı odasının, kral mezarına bakan penceresinin camına burnunu dayamış, planını bu şartlarda uygulayıp uygulayamayacağını düşünüyordu.
Oda kapısı gıcırdayarak açıldı. Ninesi Senane Hanım sessizce içeriye girdi. Süreyya başını döndürüp de ninesini görünce biraz rahatladı. Ailedeki herhangi biri yerine daima arkasında olan bu doksanına merdiven dayamış, dinç ve yaşından beklenmeyecek kadar çağdaş olan kadının gelmesi çok daha rahatlatıcı idi. özellikle bu konuda hep kendisinin yanında yer almıştı. Bugün de destek vereceğinden emindi ama ne yazık ki oğluna sözünü geçirdiği söylenemezdi. Sonunda, amcası Ali Kürşat Bey’in en büyük torunu, yani Rıza amcanın oğlu Erdoğan, Paris’ten dönmüş ve ayağının tozu ile beşik kertmesi olan sözlüsü Süreyya’ya yüzük takmak istemişti. İki ailenin büyükleri, bu gece için yüzük takma merasiminin gerçekleşmesini kararlaştırmışlardı. Süreyya’nın bütün itirazlarına ve ninesi Senane Hanım’ın onun yanında yer almasına rağmen bu karar uygulanacaktı. Ailenin diğer fertlerinin fikirleri fazlaca önemli değildi. Zira onlar hiçbir zaman Miralay’ın karşısına çıkıp da aksi bir tezi savunma cesaretini gösteremezlerdi. Sadece Miralay’ın annesi Senane Hanım konuşabilirdi. Ama bu konuda o da ne yazık ki yetersiz kalıyordu.
Senane Hanını, “Süreyya öyle cama burnunu dayamış ne yapıyorsun?” diye sordu.
Süreyya ninesine döndü, burnu kızarmış ve yassılmış görünüyordu. “Hiiç, ne yapabilirim ki, idam kararının verilme saatini bekliyorum.”
Nine birden irkildi. “Kızım, bu kadar da abartına! Niye idam kararı? Sırf sen islemiyorsun diye senin yanındayım. Aslında Erdoğan’ın göze batacak hiçbir kusuru yok. Çocuk aile olarak senin bir parçan. İnşaat mühendisi çıktı. Ablasının yanında Paris’te lisan öğrendi. Yakışıklı. Eh bir kısmet bu kadar olur. Sırf sevmiyorum diye bu tepki çok büyük. Nikâhta keramet vardır, hem seversin de ileride” dedi. Senane Hanım söylediğine kendi de inanmamıştı. O altmış beş yıl beraber yaşadığı kocasını hiç sevememiş, altı çocuğunu sadece vazifesini yapan bir zevce olarak dünyaya getirmişti Altmış beş yıldır kendini hiçbir zaman bir kadın gibi hissetmemişti. Yüzünü buruşturdu, ”Şimdi torunumun bu hayatı yaşamasına seyirci mi kalacağım?” diye düşündü.
Süreyya gözlerini ninesinin gözlerine dikerek, “Sevmiiyorummm! Ve güvenmiyorum! Bu yeterli sebep değil mi? İsmini duyduğum zaman bile tüylerim diken diken oluyor.
Onunla ömür boyu bir yaşlığa baş koymak mı? Aman Allahım! ölürüm daha iyi .” dedi. Ve yine yüzünü tama dayamak üzere döndü. Tanı o sırada, en büyük ablası Fahrünisa içeriye girerek, “Süreyya arlık giyinmelisin! Biraz sonra gelirler,” dedi. Süreyya son bir çırpınışla ninesine baktı. Ninesinin yüzünde bir tevekkül ifadesi vardı. Ninesi hiçbir şey söylemeden yavaşça kalktı, oda kapısına doğru yürüdü. Bu gece ninesinin beli bira/ daha bükülmüş gibiydi. O sırada şiddetli bir şimşek çaktı ve camlar şangırdadı. Süreyya’nın çama dayadığı burnu da titremiş ve hapşırmaya başlamıştı. Galiba bir yerlere yıldırım düşmüştü. Süreyya içinden; “Keşke Erdoğan’ın başına düşse. Bu evlilik olacaksa benim de başıma düşebilir, razıyım.” diye geçirdi. Sonra ablasına dönerek: “Tamam abla sen çık ben giyinirim,” dedi. Fahrünisa “Yardım edeyim,”dedi. Süreyya acelesi varmış gibi, eli ile kapıyı işaret ederek: “Hayır hayır! Ben bebek değilim. Her zaman nasıl giyiniyorsam, yine öyle giyinirim. Ama acele etmeyin sakın, ne de olsa nişan günüm. Güzel olmam gerek. Ya sevgili sözlüm beni beğenmezse? Ya almaktan vazgeçerse?” dedi Ablası Süreyya’nın bu sakin ve kabullenmiş haline şaşırdı. Gerçi sözlerindeki alaycı tavrı ve kinayeyi anlamıştı. Ama yine de bağırıp çağırıp feveran etmesinden iyiydi. “Nihayet yola geldi Bu geceyi olaysız atlatacağız demektir. Beybabam da sinirlenmeyecek. Ohh, aman çok şükür!” diyerek aceleyle odadan çıktı ve haremlik tarafındaki şahnişe doğru yürüdü.
Erkeklerin hepsi selamlık tarafında olduğundan, şahnişte ev halkından olan bütün hanımlar, akraba kadar yakın bitişik evin sahibi dul Ferhunde Hanım ve büyük kızı, olurmuş Fahrünisa’nın getireceği haberi bekliyorlardı. Fahrünisa yüzünde sakin, hatta mutlu bir ifade ile içeriye girdi:
“Neyse, deli kız sakinlemiş,” dedi.
Annesi “Ama! Bu iş nasıl olmuş acaba?” dedi.
“Ninem içerideydi. Herhalde o biraz sak in leşi irdi.”
Fahrünisa’nın annesi: “Evet, mümkün. Büyükhanım en küçük torunu ile çok iyi anlaşabiliyor. Bu kadar yaş farkına rağmen… Şaşılacak şey. Neyse, ben bir mutfağa bakayım. Sadiye ve Mevkii işleri ayarlayabildiler mî? Neredeyse eltimler gelir,” diyerek çıktı.
Yarım saat sonra dış kapının tokmağı vuruldu. Evin içinde büyük bir hareket başlamıştı. Hanımlar haremlik tarafına, beyler de selamlık tarafına yöneldiler.
Hoş geldiniz merasiminden sonra, Ağabey dava vekili Ali Kürşat Bey’in eşi Menşure hanım: Teman, gelin kız nerede? Arlık birer şekerli kahve yapsın da içelim,” dedi. Leman Hanım ve odadakiler, Süreyya’nın oldukça gecikmiş olduğunu fark ettiler. Fahrünisa acele ile odasına koştu. Kapıyı açtı. Oda karanlıktı. Düğmeyi çevirdi. Odayı loş bir ışık kaplamıştı. Yine de her taraf görünüyordu. Odada kimse yoktu. Nişan için Amasya’nın en gözde terzisine diktirilen pembe elbise, Süreyya’nın yatağının üzerinde duruyordu. Pembe topuklu terlikler de yanında.
“Süreyya! Süreyya!” diye bağıran fahrünisa. şuursuz bir şekilde yüklüğün içine bakmaya, odanın içinde bir o tarafa bir bu tarafa koşmaya başladı. Sonra birden, “Ayakyolunda olabilir,” diye düşündü. Hızla merdivenleri indi; bahçenin gizli bir köşesine yerleştirilmiş, üç basamakla çıkılan ayakyolunun kapısı aralıktı ve içeride kimse yoktu. Tam o sırada selamlık tarafından mutfağa doğru giden Mevlüt’le burun buruna geldi. Mevlüt; “Niye böyle telaşlısınız, ne var, Fahrün isa Hanım?” diye sorunca, Fahrünisa önce, “Süreyya yok. Gördün mü?” demek için ağzını açtı Sonra nedense bu konunun hemen bilinmemesi gerektiğini düşünerek, vazgeçti.
“Hiiç. telaşlı falan değilim. Sadiye ile Ruhsar mutfaktalar mı?
“Herhalde oradalar.” diyen Mevlüt mutfağa doğru yürümeye başladı. Yine şiddetli bir şimşek çakmış, bütün bahçeyi aydınlatmıştı. fahrünisa, Mevlüt’ün arkasından bağırırken, bir taraftan da Süreyya’nın her .sıkıştığı an üzerine çıktığı eğri ayva ağacına bakıyordu. İçinden de. “Delirmedi ya, bu havada, gecenin hu saatinde ayva ağacına çıksın? Gerçi bu durumları yarattığına göre pek de akıllı sayılmaz…” diyerek mutfağa yürüdü. Mutfakta adım atacak yer yoktu. Koca mutfak, misafirlere yapılacak ikramla doluydu. Fahrünisa yine içinden söyleniyordu:
“Anamın bu gözü doymaz hali… Topu topu kaç kişi var, Allah aşkına? Bu kadar yiyecek ne olacak?” Sonra oyalanmaması gerektiğini düşündü. Mevlüt’ün kızına dönerek: “Ruhsar, yukarıya on bir tane az şekerli kahve yap Selamlık tarafına kahve yapıldı mı?” dedi. Ruhsar “Hayır abla. Selamlık tarafına da sizin tarafa da şimdi yaparım. Sizin tarafa Süreyya Hanım getirecek değil mi?” dedi. Fahrünisa telaşla: “Hayır hayır, o henüz hazır değil. Sen hanımlara getir. Baban da selamlık tarafına götürsün,” dedi. Kız hemen sıra sıra bakır cezvelerin asıldığı duvara doğru yürüdü. Fahrünisa ne yapacağını bilmiyordu. “Ninemi dışarı çağırıp bir sorayım. Belki o bir şeyler biliyordur,” diyerek, her tarafı tahta oymalarla süslü şahnişe girdi. Yüzü kıpkırmızıydı ve buz gibi havada terliyordu.
“Kusura bakmayın, Süreyya henüz giyinememış Biraz rahatsızdı da… Kahvelerinizi Ruhsar getirecek,” diyerek ninesine döndü. Bir müddet öylece baktı. Ama hiçbir şey söyleyemedi. Bütün gözler Fahrünisa’nın üzerinde idi. Durumunda bir tuhaflık vardı ve bu hemen fark ediliyordu. Aceleyle dışarıya çıktı. Senane Hanım bir gariplik olduğunu anlamış, hemen arkasından ayağa kalkmıştı.
“Bana müsaade edin. yatsı namazının farzını kılıp geleyim,” diyerek aceleyle çıktı.
Fahrünisa şahnişin kapısının yanındaki duvara belini yaslamış, şaşkın bir vaziyette duruyordu. Ninesini görünce kolunu sıkıca kavrayıp, Süreyya’nın odasına doğru sürüklemeye başladı. Çok üzgün ve çaresiz bir sesle: “Nine, Süreyya yok,” dedi. Yaslı kadın anlamamış bir ifade ile büyük torununun yüzüne bakıyordu.
Fahrünisa tekrarladı: “Nine, Süreyya kaçmış. Her yere baktım yok!”
Yaşlı kadın şaşkın: “Bu havada mı? Nereye, nasıl gidebilir? Vah yavrucuğum, kim bilir ne durumdadır?” dedi.
“Nine, o salak kızın durumunu bırak! Bu insanlara ne diyeceğiz.”
“insanlar umurumda bile değil. Bu kadar zorlamasalardı. Süreyya, ne oldu? Çabuk bana Sadiye ile Mevlüt’ü çağır,” Fahrünisa koşarak aşağı indi. Bir dakika içinde arkasında Sadiye ve Mevlüt ile gözüktü. Senane Hanını, “Süreyya’yı gördünüz mü? diye sordu. Karı koca birbirlerine bakıp, bir ağızdan, “hayır” dediler.
Senane Hanım: “Biliyorsunuz, Süreyya bu evliliği istemiyordu. Bir yere saklandı herhalde. Şimdi elinize birer fanus alıp, evin her tarafını arayın. Depoları, ağılları, kileri, neresi varsa. Her iki bölümü de arayın. Sonra ne yapacağımızı düşünürüz,” dedi. Yirmiyirmi beş dakika sonra, karı koca arka arkaya geldiler. Nine, Süreyya’nın yatağında nişan elbisesinin yanında oturmuş, Fahrünisa da ayakta bir aşağı bir yukarı dolaşıyordu. Mevlüt üzgün bir tavırla: “Ne yazık ki hiçbir yerde yok Büyük hanım!” dedi. Sadiye de buna benzer bir şeyler söyledi.
“Şimdi git. Miralay’ı bu tarafa çağır. Anan çok hastalandı. Seni istiyor, de!”
……….

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Fedakar Arkadaşlar

Editor

Hikayem Paramparça

Editor

Ağrıdağı Efsanesi

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası